OSMANLI’da Boğazlar
rejimi, 1833’te Rusya ile yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile “karşılıklı”...
“Maalesef”,
1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi ile “uluslararası” nitelik kazanmış!
Araya
Birinci Savaş ve İstiklâl Harbi girip 1923 Lozan Antlaşması hükümleri girip de İkinci
Savaş öncesi yetersiz kalınca, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile “mevcut
durum” ortaya çıkmış. Hâlen devam ediyor…
Antlaşma...
Adı üstünde, “ant”… Tarafların hak ve çıkarlarını hukukî bir zemine bağlama
olayı olup akitleşmeye bağlı yükümlülük ve sorumlulukların yerine getirileceğini
taahhüt altına almak…
Her
antlaşma, zamanı geldiğinde bir şekilde hükmünü yitirebilir. Müdahiller,
taraflar, çekinceler ve yetkiler değişebilir.
Bundan
dolayı 1969’da “Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi” adı altında uluslararası
bir akde ihtiyaç duyulmuş ve meseleler çözülemezse Uluslararası Adâlet Divanı
kurulmuştur.
Antlaşmaların
sona ermesi/feshi tek taraflı olabileceği gibi ortak karar alınarak da
gerçekleşebilir.
Antlaşmalarda
fesih hükmü bir şarta tâbi kılınmamış ise, feshin tabiatı gereği, taraf
devletlerin antlaşmaya uymadığı veya temel hükümlerini ihlâl ettiği gerekçesiyle
antlaşmadan çekilmek mümkündür.
Antlaşmalar
ve sözleşmeler, iki taraflı işletme sorumluluğu gerektirdiği gibi, üçüncü
ülkelerin çıkarları söz konusu olduğunda, müdahil ülkeler de işin içine dâhil
olabilirler.
Adalar
Denizi’ndeki Menteşe Adaları (Oniki Adalar) olsun, Kuzey Sporad adaları olan
Limni, Taşoz, Semadirek, İpsara, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya gibi adaların
silahsızlandırılması hususu hem Lozan Antlaşması’nda, hem de çağrılmadığımızdan
gözlemci dahi gönderemediğimiz 1947 Paris Antlaşması’nda hükme bağlanmış. Lâkin
bugün bu adaların çoğu silahlandırılarak namluları üstümüze çevrilmiştir.
Montrö
de böyle ehemmiyetli, lâkin yıpranan bir antlaşmadır.
Yayınlandığında
sözleşmenin geçerliliği yirmi yıldı.
Madde
1’e bağlı olarak, “Boğazlardan geçiş zamanına tâbi bir tahdidi yoktur”. Dolayısıyla
yayınlandığında Sovyet Dış İlişkiler Komiseri Litvinof’un da ifade ettiği gibi,
“Antlaşmaya taraf olsun ya da olmasın, dünyadaki her devlet, bu sözleşmeden
memnun olacaktır” kanaati hâlen geçerli olmalı ki 20 Temmuz 1956 tarihinde
antlaşmanın feshinin istendiğine dair rivayetler olmasına rağmen sözleşmenin
geçerliliği günümüze kadar sürmüştür.
Boğazların
jeopolitik ve jeostratejik ehemmiyeti ayrı bir makale konusudur. Bu konuda
sayısız tefrika yayınlanmıştır.
Biz
konumuza dönelim…
TBMM
Başkanı Mustafa Şentop, “Bayram değil, seyran değil... Gerçi Almanya da
başvurabilir, Fransa da” diyerek konuyu genişletmişken, neden “Erdoğan isterse,
İstanbul Sözleşmesi’nden nasıl çekildiyse, Montrö’den de, diğer antlaşmalardan
da çekilebilir” diyerek ortaya bir kılçık atmıştır?
Tek
adamlık, hatta diktatör olmakla yaftalanan, kırk yıllık dostu Erdoğan’ı herhâlde
keyfiyet ile yetkilendirmeye kalkmamıştır Şentop. Şentop Yunanistan, Rusya ve
Amerika masa şeflerinden herhangi biri olmadığına göre, Montrö’yü neden
sorgulanır hâle getirmiştir?
Rusya ile yeni bir
meselemiz mi var?
Ya
da Amerika’da Biden yönetiminden S-400 Hava Savunma Sistemi veya F-35 fiyasko uçakları
ile ilgili müspet bir durum mu söz konusu?
Yoksa
PYD’den vazgeçen Coni’nin müttefiklik damarı mı kabardı?
Eğer
böyle ise, Amerika, Karadeniz’e yüksek tonajlı savaş gemilerini sokma hakkı
kazanmak için Montrö’nün feshini sağlayarak Rusya’yı mı harcamaya kalkıyor?
Bence
hiçbiri!
Adam
kamu hukuku profesörü... Anayasa Komisyon Başkanlığı ve TBMM Başkanvekilliğinden
sonra TBMM Başkanı oldu. Siyak sibaka ve cümlenin vurgusuna baktığımızda
Şentop, Lozan ile birlikte, Montrö en kıymetli antlaşma olması hasebiyle Cumhurbaşkanı’nın
koşulları öngörür ve zaruret hâli oluşursa, değil İstanbul Sözleşmesi’ni,
Montrö’yü bile feshetme yetkisi bulunduğunu belirtmek istemiştir.
Trump’u
hatırlayınız… İran ile Nükleer Silah Antlaşması’nı iki dakikada feshediverdi.
Başkanlık
sistemi, bunu gerektirebilecek kadar güçlü bir sistem!
Şimdi
Biden geldi, antlaşmaya geri dönmenin yolları aranıyor. Bu kadar da esnek bir
sistem…
Şentop’a
ve onun üstünden Erdoğan’a yürümek isteyenler içinse Montrö, biçilmiş
kaftandır.
Böyle
olmasına rağmen, sözleşme feshedilirse ne olur?
Montrö’den
geri dönersek ne olur?
Öyle
veya böyle, bir gün sözleşmeye taraf olan devletlerden herhangi birisi
tarafından sözleşmenin artık tanınmadığı ifade edilirse, Boğazların hukukî
durumunun ne olacağı konusunda yeterince çalışma yapılmış mıdır?
Kamuoyundaki
farkındalığı bırakalım, idarede bir “B plânı” mevcut mudur?
İtalya,
1938 senesinde sözleşmeye sonradan dâhil olmuştur. Japonya ise 1951 senesinde
sözleşmeye imza koyan devletlerden olmasına rağmen kendi isteğiyle sözleşmeden
çekilmiştir.
Montrö
Sözleşmesi’ndeki ağırlık merkezini şu iki ülke teşkil etmektedir: Türkiye ve
Rusya...
İmzacı
diğer devletlerden herhangi biri sözleşmeden çekilse, antlaşma kalan
devletlerle yürür. Denizciliğin olsun, devletlerin birbirleriyle olan tarihsel
münasebetleri olsun, ilişkiler geleneksel, kültürel, askerî ve ticârî kulvarlar
üstünden bir şekilde yürütülür.
Lâkin
Türkiye veya Rusya’dan herhangi birinin sözleşmeyi feshetmesi, “dama taşı
etkisi” yapar.
Bu
yüzden Şentop’un bu açıklaması hem bilgileri tazelemek açısından faydalı olmuş,
hem de Montrö’nün getirisi, götürüsü, temel maddelerin hangilerinin işlerliğini
yitirdiği hususu yeniden gündeme gelmiştir.
Sözleşme,
“iç sular tanımı” üstünden Boğazların egemenlik ve geçiş konularını
düzenlemekte, lâkin geçiş sırasındaki hususlardan doğacak yükümlülükler
konusunda yetersiz kalmaktadır.
1979
yılındaki İndependenta Olayı’nı hatırlayalım, Boğaz’da çarpışarak batan petrol
yüklü tanker günlerce yanmıştı.
Artık
nüfusu yirmi milyona dayanmış bir şehirde deniz trafik akışı konusunda
tehlikeler hâd safhaya ulaşmıştır.
Bir
başka husus var ki, müstafi Tümamiral Cihat Yaycı, sürekli Montrö’nün “Madde 1,
Ek 1” kısmına mahsus geçiş haklarına istinaden gelirlerimizin güncellenmesi
gerektiğini, 1936 yılına mahsus “Altın Frank” hesaplamasının hâlâ 1936
koşullarını taşıdığını, bugünkü gelirin sadece 150 milyon dolar olduğunu ve de
aslen bunun günümüzün iktisadî şartlarında 2,4 milyar dolar olması gerektiğini
hesaplayarak önümüze koymuştur.
Lâkin
kimse bu izahın yüzüne bakmamaktadır!
Yıllara
vurduğumuzda, bu, milyarlarca dolar kayıp demektir!
Tevafuk
bu ya, bu satırların kaleme alındığı 26 Mart 2021 tarihinde, ağzına kadar
konteyner yüklü 400 metrelik bir Çin gemisi “Ever Given” Süveyş Kanalı’nı
tıkadığı için, Mısır’ın yaşadığı iki günlük gelir kaybı 90 bin dolardır.
Geçiş
için sırada bekleyen 60 geminin kaybı ise herhâlde milyarca dolardır.
Bu
konunun ehemmiyeti sözleşme muhataplarına iletilmeli, gerekirse uluslararası
yargıya taşınarak, o gün uluslararası ortak ölçü parası olarak kullanılan ve “Germinal
Frank” diye tanımlanan bu ölçü, günün koşullarına göre revize edilmelidir.
Hâsılı,
Şentop’u “akıl tutulması” ile suçlayanlar, “Aman sorun çıkmasın!”, “Aman eşeğin
aklına karpuz kabuğunu düşürmeyelim” diye diye Adalar Denizi’ndeki mevzu adaların
silahlandırılmasına ve birçok adanın oldubittiye getirilerek iskâna açılması ve
Yunan belediyelikleri hâline dönüştürülmesine ses etmeyenlerdir.
Sadece
Şentop değil, hatta keşke bir de Erdoğan konuyu gündeme taşısa da günümüzün
taze lider, bürokrat ve diplomatlarına kayıplarımız hatırlatılsa!
Velhasıl…
Kanal İstanbul gerekli mi, bir de bu noktadan bakmalı!
Kaynaklar
http://www.turkishgreek.org/kuetuephane/item/140-viyana-andlasmalar-hukuku-soezlesmesi
https://www.milliyet.com.tr/gundem/montro-bogazlar-sozlesmesi-maddeleri-suresi-ne-zaman-bitecek-6109451
https://m.haberturk.com/gundem/haber/1163556-montro-bogazlar-sozlesmesi
https://www.google.com/url?q=http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/ViewPDF-montro-bogazlar-sozlesmesinin -feshi-1778&s
https://dergipark.org.tr/tr/pub/bs/issue/3802/51002
https://www.7deniz.net/mv-haber-26814.html
https://haberajandanet.com/Article/17- v ada-meselesi/Y2vuAatgDfXjnfIAKTWd
https://www.google.com/url?q=https://haberajandanet.com/Article/17-ada-meselesi-2/OxwsmVQHZcUzLWCr37Of&sa=U&ved=2ahUKEwjf7vq9jc7vAhUMxYUKHWt4DtQQFjABegQICRAB&usg=AOvVaw3GWGNUs1KpxWH7mTveGUIb
https://haberajandanet.com/Article/17adameselesi3/GWgPv8luTNN5RLeyWY0D