17 Ada Meselesi (3)

Ege’deki adaların hepsi Anadolu anakarasının tabiî uzantılarıdır. Kıta sahanlığı olarak tanımlanan deniz tabanı ve üzerindeki su kütlesi üzerinde kıyı devletinin tam bir egemenliği (hâkimiyeti) söz konusu değildir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 2/1 ve 1982 BMDHS 77’nci maddesi gereğince, kıta sahanlığında kıyı devletinin haiz olduğu “egemen haklar”, bu bölgelerin doğal kaynaklarının araştırılması ve işletilmesi konusunda kullanılabilir.

Türkiye, Yunanistan’ın 12 mil ilânını neden savaş sebebi sayar?

KONUNUN siyâsî, ekonomik ve tarihî sebeplerinin olması yanında hakikî mânâdaki temel sebep, hukukî mevzuat ile alâkalıdır.

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Yunanistan’ın onay vermesi ve bunu “Ege Sorunu” (Aegean Issues) hususunda kendine hukukî dayanak yapması ve de Türkiye’nin bu antlaşmaya taraf olmaması, Türkiye’nin elini zayıflattığı gibi bir algıya sebep olmaktadır.

Ayrıca konu hakkında yeterli bilgi ve fikri olmayanlar, bu sözleşmeye onay verirsek meselenin hukukî sahada daha çok müzakere edilebileceği gibi bir yanılgıya düşmektedirler.

Aklıma gelmişken şunu da ifade edeyim ki, sanki Yunanistan karasularını 12 mile çıkartırsa savaş sebebi (casus belli) sayacağız da 11,9 mile çıkartırsa saymayacağız gibi bir algı ortada gezmektedir. Altı milin bir santim üstü, savaş sebebidir!

Dahası, sanki bu hususta ilgili kurum ve kuruluşların hiç çalışmadığı, bir eser ortaya koymadığı gibi bir izlenim oluşturmaya çalışılmaktadır. Mevzu Adalar, Ege ve Doğu Akdeniz meselesini araştırmaya başladığım dönemde fark ettim ki, özellikle “12 mil meselesi” işin temel noktasını oluşturmakta. Sadece başlık hâlinde bildiğim konuyu, “Türkiye, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını neden savaş sebebi saymaktadır?” sorusunun peşine düştüğümde anladım ki, bunun temel sebebi tamamen 1982 BMDHS’den kaynaklanmaktadır.

Meselenin tarihî hafızası 1930’larda başlamakla beraber dönem dönem gündeme gelmiş ve 1973’te eskizi hazırlanıp 1982’de imzaya açılmıştır. En son 1996’da Azerbaycan’ın imza koyduğu anlaşmaya hâlen Türkiye, ABD, İsrail ve Venezuela taraf değildir. Sözleşme metin hâline dönüşene kadar her çalışmaya müdâhil olunmuştur. Sonuçta maalesef, Türkiye’nin Ege Meselesi’ne dair sorun teşkil eden hususlarda haklarına dair tezleri dikkate alınmamıştır.

1983-2001 yılları arasında görevde olduğum süre içinde “zararsız geçiş”, “angajman kuralları” gibi başlıkların hepsini az çok okumuştum. Bilfiil tatbik etmişliğimiz ve Ege’de Yunan deniz unsurlarıyla “it dalaşına” (dog fight) da girdiğimiz anlar olmuştur. Şimdi anlıyorum ki, meğer mesele tamamen Yunanistan’ın olduğu BMDHS’den doğan hükümleri referans ederken biz de tarihten gelen egemenlik haklarımızı “hiç” eden BMDHS’ye taraf olmamışız.

Önce BMDHS’yi inceledim30...

“Nedir bu haklar, kimler hangi hususlardan faydalanmaktadır?” sorusuna cevaben tarihsel arka plânın nasıl oluştuğunu sorgulamaya başladım. En sonunda beni mutmain eden bir araştırmaya rastladım.31 Sizlere de incelediğim bu hususlarda mümkün olduğunca özet sunmaya çalışacağım.

“Lozan’da neden 3 mil?” diyerek başlayalım önce…

Lozan’da 3 milin önemi nedir?

“Açık deniz serbestliği” ve “devletin kıyılarına bitişik kıyı suları üzerindeki egemenliği”, ilk kez 1703 yılında Cornelius van Bynkershoek tarafından yazılan “De Dominio Maris Dissertatio” ile tanımlamış ve aynı zamanda kara sularının genişliği konusunda 3 millik top atım menzili de yine ilk kez Cornelius van Bynkershoek tarafından savunulmuştur.32

Konumuzu teşkil edecek üç ana unsur olan karasuyu, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge tanımlamalarının BMDHS içerisindeki yeri sırasıyla karasularla ilgili olan madde 3, kıta sahanlığı ile ilgili olan madde 33 ve münhasır ekonomik bölge ile ilgili olan kısmı ise madde 58, 113 ve 115’tir. MEB uzunluğunun 200 mile kadar çıkarılabilmesi ise madde 57 içerisinde tanımlanmıştır.33

Türkiye, Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nın başlangıcından itibaren ikinci komite içerisinde yer almış ve bu toplantılar esnasında Türkiye açısından özellik arz eden deniz alanlarının (Ege Denizi gibi) sınırlandırılmasını etkileyecek, kara sularının genişliği ve sınırlandırılması, kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılması, kapalı ve yarı kapalı denizler ve adaların deniz alanlarının belirlenmesi hususlarında öneriler ile katılmıştır.

BMDHS 309’uncu maddesi ise işbu sözleşmeye diğer maddelerde açıkça izin verilenler dışında ne itirazî kayıt, ne de istisnalar ileri sürülebilir olarak tanımlanmıştır.34

Yani diyor ki, “sözleşmedeki hiçbir maddeye ‘çekince’35 konulamaz olduğu gibi kabul edilmek zorundadır”!

Daha da açarsak…

Bu maddeye bağlı olarak, sözleşmeye çekince koyarak taraf olma gibi bir olanak yoktur. Bu nedenle BMDHS’de Türkiye’nin sunduğu önerilere uygun olmayan maddelerin kabul edilmesi ve sözleşmeye çekince konulamaması nedeniyle Türkiye, BMDHS’yi onaylamamıştır.

1982 BMDHS’nin kabulü ile yeni kavram ve ilkeler de belirlenmiştir. “Yeni ilke” diye bahsedilen ana hususlar “karasuyu”, “kıta sahanlığı”, “münhasır ekonomik bölge” ve takımadalar hususu gibi bazı diğer hususlardır.

Ancak bu yeni kavram ve ilkelerin deniz hukukunun temelini oluşturan örf ve âdet hukuku kurallarına dönüşerek, üçüncü devletleri sözleşme hükümleri ile bağlayacağı anlamına gelmemektedir. Bu husus, devletlerin söz konusu kurallara “ısrarlı muhalefet eden” (persistent objector) konumunda olması hâlinde mümkündür.36 Türkiye bu statüdeki devlet kategorisinde olup, elindeki en büyük kozlardan biri bu hükümdür.

1982 BMDHS’nin özellikle “Yeni kavram ve kurallara ilişkin hükümlerinin, çıkarları özel olarak etkilenmiş devletler de dâhil olmak üzere temsil edici bir çoğunluk tarafından kabul edilmesi veya benimsenmesi ve bu yoldan gelecek bir örf ve âdet kuralının doğumunda etkili olması düşünülebilirse de, bu hükümlerin, bunları kabul etmeyen ve bu gelişmeler karşısında tutumunu saklı tutmuş olan devletlere karşı ileri sürülmesi olanaksızdır” maddesi uyarınca37 yeni bir tanım ve ilkeler (terminoloji) oluşturabilir. Lâkin bu sözleşmeyi kabul etmeyen devletlere karşı ileri sürülemez.

Türkiye 1982 BMDHS’ye baştan beri “ısrarlı muhalefet eden” (persistent objector) konumda olması nedeniyle, 1982 BMDHS’nin hiçbir maddesi Türkiye için bağlayıcı değildir. Ayrıca, “Uluslararası Antlaşmalar Hukuku” kuralları çerçevesinde, uluslararası antlaşmaların bağlayıcılığı, ilke olarak, sadece taraf olan devletler bakımından geçerlidir ve “1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi”nin 26’ncı maddesinde de “Ahde Vefa” (Pacta sund Servanda) başlığı altında “Yürürlükteki her antlaşma ona taraf olanları bağlar ve tarafların onu iyi niyetle icra etmesi gerekir” hükmü yer almaktadır.38 Antlaşmalara taraf olmak, iyi niyet ve gönüllülük esasına bağlıdır. BMDHS, Vestafalyan hukuk anlayışının ötesinde, bazı durumlarda devletlerin egemenlik ilkesini sınırlandırırken bazı durumlarda ise devletlere geniş egemenlik yetkisi vermiştir.39

Hakikatte uluslararası antlaşma ve sözleşmeler eşitlik ilkesine ve evrensel hukuk kuralları ile çatışamaz. Lâkin “hukukun gücü” değil de “gücün hukuku” burada da söz konusudur. “Kuralları güçlü olan koyar” anlayışı burada da hüküm sürmekte ve adalet değil, çıkarlar gözetilmektedir.

Deniz egemenlik sahası

Devletin yetkilerini kullanabildiği ve egemen olduğu deniz ülkesi, devletin iç sularının başladığı noktadan ileri doğru uzanarak (deniz yatağı, toprak altı ve üzerindeki hava sahası dâhil) kara sularının dış sınırında sona erer ve bu hattan itibaren açık denizler başlar.40 Sahili olsun olmasın, dünyadaki her ülke, uluslararası deniz hatlarından faydalanabilir.

Yunanistan’ın karasuları 1936’dan beri 6 mildir. Barışın korunmaya çalışıldığı yıllarda bu hususa dair uzun süre herhangi bir mesele çıkarılmamıştır ve Yunanistan ise bu sessizliği, bir “tanıma” olarak değerlendirmektedir. Adalara mahsus hava sahasını 10 mil olarak kabul ettirmeye çalışmakta, ancak bizim hava unsurlarımız ise 6 mile yaklaştığında bunu sürekli hava sahasının ihlâl edildiği savıyla uluslararası kamuoyuna propaganda etmektedir.

Yunanistan, revizyonist bir devlettir. Her fırsatı kollar. Lozan’dan tam on üç yıl sonra karasularını iki katına çıkarmış, 28 Ağustos 2020 itibarıyla da İtalya ile yaptığı MEB antlaşmasının getirisine istinaden Adriyatik kıyılarındaki karasuyunu 12 mile çıkardığını ilân etmiştir. Yunanistan ile güney sınırlarına yönelik kadim meseleleri olan Arnavutluk bile bunu tanıdığını ifade etmiştir.41

Türkiye ise Yunanistan’dan tam 28 sene sonra karasularını 6 mile çıkarmış, bunu da 1982 senesinde ilân etmiştir.

Kıta sahanlığı

1982 BMDHS’nin Beşinci Kısmı içerisinde yer alan 76’ncı madde ise kıta sahanlığını, “Kara sularının ötesinde, kıta kenarının dış eşiğine kadar (133 metreden başlar) veya bu eşik daha az mesafede ise kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar olan kısımda, kıyı devletinin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki deniz altı alanlarının deniz yatağı ve toprak altını içerir” olarak tanımlamaktadır.

Ayrıca, kıtanın denizin altına uzanan kısmı, kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren 200 deniz mili mesafeden dar olması durumunda, kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 mile kadar olan deniz alanlarının deniz yatağı ve toprak altı kıta sahanlığına dâhil edilmektedir. Bununla birlikte, kıta uzantısının kara sularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren 200 deniz milinden daha fazla bir genişlikte olması durumunda, kıta sahanlığı esas hatlardan itibaren en fazla 350 deniz mili olarak veya 2 bin 500 metre derinlikten itibaren açık denize doğru en fazla 100 deniz mili mesafeye kadar saptanabilir. Örneğin ABD, okyanus devleti olması hasebiyle bu husustan faydalanmaktadır.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Dâvâsı’nda kıta sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altındaki doğal uzantısı olarak kabul edilmiş, fiilen ve başlangıçtan beri (ipso facto-ab inito) devletin kara ülkesindeki egemenliğinin, kıta sahanlığındaki deniz yatağını araştırma ve deniz yatağında yer alan doğal kaynakları işletmek amacıyla egemen haklara haiz olduğunu belirtmiştir.42

Tıpkı Ege gibi!

Ege’deki adaların hepsi Anadolu anakarasının tabiî uzantılarıdır. Kıta sahanlığı olarak tanımlanan deniz tabanı ve üzerindeki su kütlesi üzerinde kıyı devletinin tam bir egemenliği (hâkimiyeti) söz konusu değildir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 2/1 ve 1982 BMDHS 77’nci maddesi gereğince, kıta sahanlığında kıyı devletinin haiz olduğu “egemen haklar”, bu bölgelerin doğal kaynaklarının araştırılması ve işletilmesi konusunda kullanılabilir.

Uluslararası hukuk, kıyı devletine kıta sahanlığında egemen haklar kullanma yetkisi vermiştir. Kıta sahanlığında, kıyı devletinin egemen hakları kıyı devleti tarafından kullanılmasa dahi kıyı devleti açıkça rıza göstermedikçe diğer devletler tarafından da kullanılamaz.43 Dr. Dz. Alb. Kemal Eker, Dr. Öğretim Üyesi Görkem Bahtiyar ve E. Tümamiral Cihat Yaycı’nın da iştirakleri ile hazırlanıp Millî Savunma Üniversitesinin neşrettiği “Mavi Vatan Dergisi”nden iktibas ettiğim bu makaleyi bilgilerinize arz ettim.

Millî menfaatler açısından konu ne kadar araştırılır ve kamuoyu oluşursa oluşacak konsensüs vahdeti işaret ettiğinden, caydırıcılığı da o oranda arttıracaktır.

Kısaca bir daha açarsak, Türkiye BMDHS’ye taraf devlet olmadığı için taraf olan devletler, bu sözleşme hükümlerini taraf olmayanı muhatap kılamazlar.

BMDHS’deki tüm hükümler taraf olmayan devletler tarafından uygulanabilir. Çünkü bu hükümler deniz tarihinin örf ve gelenekleriyle bugünlere taşınmış, devletlerin iktisadi, savunma ve güvenlik sahalarını kapsamaktadır. Bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti ile evrensel hukuk sistemine ait hususların kendi idealleri ve değerleri ile örtüşen her hususu dünya barışının bir parçası saymaktadır.

Türk milletinin kendini düşman üstünden var eden bir medeniyet algısı hiçbir zaman var olmamıştır. Hak verilmez, alınır!

Alacağız!

Sonuç ve kanaat

Türkiye ile Yunanistan arasında var olan Ege sorunlarının ana konusunu oluşturan, uluslararası plâtformlarda “Aegean Issues” (Ege Sorunu) olarak tanımlanan bu meseleden çıkardığım sonucu da arz ederek konuyu bağlayalım…

Tarihî arka plânından görüleceği üzere, her şeyi belirleyen yegâne unsur, standart ve potansiyel kapasitenin çarpanlarından oluşan “güç”tür.44 Gücün olduğunda kullanmamak hata, gücü yanlış hesaplamaksa daha büyük hatadır.

Ege ve Akdeniz’de sınırlar belirsizdir. Mutlaka bir gün nihayetiyle belirlenecektir. O güne, güç formülasyonun belirlediği şartlarda hazır olunmalıdır. Yunanistan bizim PKK meselesine yoğunlaştığımız dönemlerde de bazı adaları işgal ve meskûn etmiştir. Bu doğrudur. Lâkin bu yoğunluk içinde aynı anda ikinci bir cephe açmak akıl kârı mıdır, bu husus eminim ki ilgili kurumlar tarafından mutlaka değerlendirilmiş olmalıdır. Bu hususlar her gün Ege’de hava ve deniz keşif ve karakol unsurlarıyla gözlem altında tutulmaktadır.

Bunları bildiği hâlde kimileri, meselenin tüm sorumluluğunu sadece bir döneme, tam da bu döneme yükleyerek siyâsî angajman içinde toplumu manipüle etmektedir. Bu olayların siyâsileştirilmesi kesinlikle yanlıştır!

Bu mesele, tümamiral seviyesinde değerli Komutanımızın ifade ettiği gibi, “1914’lerden beri süregelen bir problemi” ifade etmektedir.

Meselelerde bugüne kadar inisiyatif sahibi sayılan her kurum ve kuruluşun, iktidarların, Kuvvet Komutanlıklarının, Genelkurmay Başkanlarının töhmet altında bırakılması kimseye bir fayda sağlamayacağı açıktır.

Bahse konu sahalarda görev icabı dolaştım, bölge haritaları üstünde pergel ve paralel gezdirip altı mil hudutlarında rotalar çizdim, hem 1987 yılında Boğazönü adaları olan Limni, Taşoz, Semadirek arasında Yunanların petrol ve doğalgaz faaliyetlerinden doğan krizde cephenin en ileri hattında görevli oldum ve hem de 1996 Kardak Krizi’nde (İmia) Aksaz’da bizatihi faaliyetlere katıldım. Deniz hukukunu bilmeden bu meselelere doğru teşhisler konulamayacağını ifade etmeliyim. Bu husus Türkiye’de çok az bir kesimin bildiği bâkir bir alandır. Türkiye’nin haklarının korunması açısından bu konu ile ilgili çok miktarda hukukçu yetiştirilmesi ve toplumda bu hususta hakikî bir bilinç oluşturulması elzemdir!

Bu meselenin hâllolmamasının yolu, şu anki mevcut duruma, önce Türkiye ile Yunanistan karasularının hakkaniyet içinde belirlenmesi, Yunanistan’ın bu formasyonları kendi malıymış gibi kullanmaktan vazgeçip, üzerinde oluşturmaya çalıştığı nüfus hâkimiyetinden vazgeçmesi, ardından kıta sahanlığı ve fır hattı meselesi hâllolduktan sonra ancak BM Güvenlik Konseyi veya Lahey Adalet Divanı’na gidilmesi ile çözülebilir.

Bu mümkün müdür?

Bence değildir. Çünkü güç dengesi açısından bakıldığında Türkiye haklı dâvâsından asla taviz vermeyecek, Yunanistan ise buna mukabil, meseleden çıkarı olan tüm devletlere sırtını dayayarak inisiyatifi başka ellere teslim etmeyi sürdürüp garanti görmediği sürece fiiliyatla kazandığını hukuken kaybetmek istemeyecektir.

Almanya aylardır Ege Meselesi’ne dair arabuluculuğa soyunup meseleyi diplomatik yönden çözüme kavuşturmak istedi. Lâkin sonunda görüldü ki, Şansölye Merkel’in niyeti arabuluculuk değil, Yunanistan lehine pozisyon almak imiş!

Merkel, 28 Ağustos 2020’de bu hususta şu açıklamayı yaptı: “AB ülkeleri, Atina’nın tezlerini ciddiye almak ve haklı olduğu konularda Yunanistan’ı desteklemekle yükümlüdür. Ancak ben buna rağmen gerilimin tırmanmaması için çok çalıştım.”45

Maalesef bu konu, kadim bir mesele olarak ve torundan toruna aktarılarak her iki ülkenin ayak bağı olmaya devam edecektir.

Son söz: Bu konu millî bir mesele olup, iç politik sahada malzeme yapılacak ucuzlukta değildir!

 

29 “Cihat Yaycı: Yunanistan'ın yumuşak karnı çok”, Millî Gazete, 18 Ağustos 2020, https://www.milligazete.com.tr/haber/5127442/cihat-yayci-yunanistanin-yumusak-karni-cok (Erişim Tarihi: 2.09.20)

30 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)

31 Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Dergisi, Millî Savunma Üniversitesi Deniz Harp Enstitüsü, Kasım 2019, https://msu.edu.tr/mavivatandanacikdenizleredergisi/mavivatan_3_1.pdf (Erişim Tarihi: 02.09.2020) 32 Nicolaas Jan Schrijver, “Sovereignity Over Natural Resources: Balancing Rights and Duties in an Interdependent World University of Groningen, 1995, s.190

33 Madde 57, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)

34 A.g.e

35 Çekince: Nasıl kaleme alınırsa alınsın veya nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin, devletin bir antlaşmayı imzalarken, onaylarken, kabul ederken, tasvip ederken veya antlaşmaya katılırken, bazı antlaşma hükümlerinin hukuki etkisini kendisi bakımından ihraç etmek veya değiştirmek için yaptığı tek taraflı bir beyan demektir.

36 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)

37 A.g.e

38 A.g.e

39 A.g.e

40 A.g.e

41 “Arnavutluk: Yunanistan, karasularını 6 milden 12 mile genişletme hakkına sahip”, Sputnik News, 28.08.2020, https://sptnkne.ws/D3DT (Erişim Tarihi: 28.08.2020)

42 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (North Sea Continental Shelf Cases, Federal Republic of Germany v.

Denmark and The Netherlands, 1969), https://uluslararasihukukcalismalari.wordpress.com/2017/01/16/kuzey-

denizi-kita-sahanligi-davalari-north-sea-continental-shelf-cases-federal-republic-of-germany-v-denmark-and- the-netherlands-1969/ (Erişim Tarihi: 2.09.20)

43 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 76, BM Enformasyon Merkezi UNIC-Ankara, http://denizmevzuat.udhb.gov.tr/dosyam/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 09.08.20)

44 Stratejik Derinlik, Ahmet Davutoğlu, Küre Yayınları, sf. 15-31

45 “Merkel'den Doğu Akdeniz açıklaması”, Deutsch Welle, 28 Ağustos 2020, https://www.dw.com/tr/merkelden-do%C4%9Fu-akdeniz-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1/a-54729251 (Erişim Tarihi: 2.09.20)