Türkiye, Yunanistan’ın 12
mil ilânını neden savaş sebebi sayar?
KONUNUN siyâsî,
ekonomik ve tarihî sebeplerinin olması yanında hakikî mânâdaki temel sebep,
hukukî mevzuat ile alâkalıdır.
1982 Birleşmiş Milletler
Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Yunanistan’ın onay vermesi ve bunu “Ege Sorunu”
(Aegean Issues) hususunda kendine hukukî dayanak yapması ve de Türkiye’nin bu
antlaşmaya taraf olmaması, Türkiye’nin elini zayıflattığı gibi bir algıya sebep
olmaktadır.
Ayrıca konu hakkında
yeterli bilgi ve fikri olmayanlar, bu sözleşmeye onay verirsek meselenin hukukî sahada daha
çok müzakere edilebileceği gibi bir yanılgıya düşmektedirler.
Aklıma gelmişken
şunu da ifade edeyim ki, sanki Yunanistan karasularını 12 mile
çıkartırsa savaş sebebi (casus belli)
sayacağız da 11,9 mile çıkartırsa saymayacağız gibi bir algı ortada
gezmektedir. Altı milin bir santim üstü, savaş sebebidir!
Dahası, sanki bu hususta
ilgili kurum ve kuruluşların hiç çalışmadığı, bir eser ortaya koymadığı
gibi bir izlenim oluşturmaya çalışılmaktadır. Mevzu Adalar, Ege ve Doğu Akdeniz
meselesini araştırmaya başladığım dönemde fark ettim ki, özellikle “12 mil
meselesi” işin temel noktasını oluşturmakta. Sadece başlık hâlinde bildiğim
konuyu, “Türkiye, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını neden savaş
sebebi saymaktadır?” sorusunun peşine düştüğümde anladım ki, bunun temel sebebi
tamamen 1982 BMDHS’den kaynaklanmaktadır.
Meselenin tarihî hafızası
1930’larda başlamakla beraber dönem dönem gündeme gelmiş ve 1973’te eskizi
hazırlanıp 1982’de imzaya açılmıştır. En son 1996’da Azerbaycan’ın imza koyduğu
anlaşmaya hâlen Türkiye, ABD, İsrail ve Venezuela taraf değildir. Sözleşme
metin hâline dönüşene kadar her çalışmaya müdâhil olunmuştur. Sonuçta maalesef,
Türkiye’nin Ege Meselesi’ne dair sorun teşkil eden hususlarda haklarına dair
tezleri dikkate alınmamıştır.
1983-2001 yılları arasında
görevde olduğum süre içinde “zararsız geçiş”, “angajman kuralları” gibi
başlıkların hepsini az çok okumuştum. Bilfiil tatbik etmişliğimiz ve Ege’de
Yunan deniz unsurlarıyla “it dalaşına” (dog
fight) da girdiğimiz anlar olmuştur.
Şimdi anlıyorum ki, meğer mesele
tamamen Yunanistan’ın olduğu
BMDHS’den doğan hükümleri referans ederken biz de tarihten gelen egemenlik
haklarımızı “hiç” eden BMDHS’ye taraf olmamışız.
Önce BMDHS’yi inceledim30...
“Nedir bu haklar, kimler
hangi hususlardan faydalanmaktadır?” sorusuna cevaben tarihsel arka plânın
nasıl oluştuğunu sorgulamaya başladım. En sonunda beni mutmain eden bir
araştırmaya rastladım.31 Sizlere de incelediğim bu hususlarda mümkün
olduğunca özet sunmaya çalışacağım.
“Lozan’da neden 3 mil?”
diyerek başlayalım önce…
Lozan’da 3 milin önemi
nedir?
“Açık deniz serbestliği” ve “devletin kıyılarına bitişik kıyı suları
üzerindeki egemenliği”, ilk kez
1703 yılında Cornelius van Bynkershoek tarafından yazılan “De Dominio Maris Dissertatio” ile tanımlamış ve aynı zamanda kara
sularının genişliği konusunda 3 millik top atım menzili de yine ilk kez
Cornelius van Bynkershoek tarafından savunulmuştur.32
Konumuzu teşkil edecek üç
ana unsur olan karasuyu, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge
tanımlamalarının BMDHS içerisindeki yeri sırasıyla karasularla ilgili olan
madde 3, kıta sahanlığı ile ilgili olan madde 33 ve münhasır ekonomik bölge ile
ilgili olan kısmı ise madde 58, 113 ve 115’tir. MEB uzunluğunun 200 mile kadar
çıkarılabilmesi ise madde 57 içerisinde tanımlanmıştır.33
Türkiye, Üçüncü Deniz
Hukuku Konferansı’nın başlangıcından itibaren ikinci komite içerisinde yer
almış ve bu toplantılar esnasında Türkiye açısından özellik arz eden deniz
alanlarının (Ege Denizi gibi) sınırlandırılmasını etkileyecek, kara sularının
genişliği ve sınırlandırılması, kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik
bölgenin sınırlandırılması, kapalı
ve yarı kapalı denizler ve
adaların deniz alanlarının belirlenmesi hususlarında öneriler ile katılmıştır.
BMDHS 309’uncu maddesi ise
işbu sözleşmeye diğer maddelerde açıkça izin verilenler dışında ne itirazî
kayıt, ne de istisnalar ileri sürülebilir olarak tanımlanmıştır.34
Yani diyor ki, “sözleşmedeki
hiçbir maddeye ‘çekince’35 konulamaz olduğu gibi kabul edilmek
zorundadır”!
Daha da açarsak…
Bu maddeye bağlı olarak,
sözleşmeye çekince koyarak taraf olma gibi bir olanak yoktur. Bu nedenle
BMDHS’de Türkiye’nin sunduğu önerilere uygun olmayan maddelerin kabul edilmesi
ve sözleşmeye çekince konulamaması nedeniyle Türkiye, BMDHS’yi onaylamamıştır.
1982 BMDHS’nin kabulü ile
yeni kavram ve ilkeler de belirlenmiştir. “Yeni ilke” diye bahsedilen ana
hususlar “karasuyu”, “kıta sahanlığı”, “münhasır ekonomik bölge” ve takımadalar
hususu gibi bazı diğer hususlardır.
Ancak bu yeni kavram ve
ilkelerin deniz hukukunun temelini oluşturan örf ve âdet hukuku kurallarına
dönüşerek, üçüncü devletleri sözleşme hükümleri ile bağlayacağı anlamına
gelmemektedir. Bu husus, devletlerin söz konusu kurallara “ısrarlı muhalefet
eden” (persistent objector) konumunda
olması hâlinde mümkündür.36 Türkiye bu statüdeki devlet
kategorisinde olup, elindeki en büyük kozlardan biri bu hükümdür.
1982 BMDHS’nin özellikle
“Yeni kavram ve kurallara ilişkin hükümlerinin, çıkarları özel olarak
etkilenmiş devletler de dâhil olmak üzere temsil edici bir çoğunluk tarafından
kabul edilmesi veya benimsenmesi ve bu yoldan gelecek bir örf ve âdet kuralının
doğumunda etkili olması düşünülebilirse de, bu hükümlerin, bunları kabul
etmeyen ve bu gelişmeler karşısında tutumunu saklı tutmuş olan devletlere karşı
ileri sürülmesi olanaksızdır” maddesi uyarınca37 yeni bir tanım ve
ilkeler (terminoloji) oluşturabilir. Lâkin bu sözleşmeyi kabul etmeyen
devletlere karşı ileri sürülemez.
Türkiye 1982 BMDHS’ye baştan
beri “ısrarlı muhalefet eden” (persistent
objector) konumda olması
nedeniyle, 1982 BMDHS’nin hiçbir maddesi Türkiye için bağlayıcı değildir.
Ayrıca, “Uluslararası Antlaşmalar Hukuku” kuralları çerçevesinde, uluslararası
antlaşmaların bağlayıcılığı, ilke olarak, sadece taraf olan devletler
bakımından geçerlidir ve “1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi”nin 26’ncı
maddesinde de “Ahde Vefa” (Pacta sund Servanda)
başlığı altında “Yürürlükteki her antlaşma ona taraf olanları bağlar ve
tarafların onu iyi niyetle icra etmesi gerekir” hükmü yer almaktadır.38
Antlaşmalara taraf olmak, iyi niyet ve gönüllülük esasına bağlıdır. BMDHS, Vestafalyan hukuk anlayışının ötesinde,
bazı durumlarda devletlerin egemenlik ilkesini
sınırlandırırken bazı durumlarda ise devletlere geniş egemenlik yetkisi
vermiştir.39
Hakikatte uluslararası
antlaşma ve sözleşmeler eşitlik ilkesine ve evrensel hukuk kuralları ile
çatışamaz. Lâkin “hukukun
gücü” değil de “gücün hukuku”
burada da söz konusudur. “Kuralları güçlü olan koyar” anlayışı
burada da hüküm sürmekte ve adalet değil, çıkarlar gözetilmektedir.
Deniz egemenlik sahası
Devletin yetkilerini
kullanabildiği ve egemen olduğu deniz ülkesi, devletin iç sularının başladığı
noktadan ileri doğru uzanarak (deniz yatağı, toprak altı ve üzerindeki hava
sahası dâhil) kara sularının dış sınırında sona erer ve bu hattan itibaren açık
denizler başlar.40 Sahili olsun olmasın, dünyadaki her ülke,
uluslararası deniz hatlarından faydalanabilir.
Yunanistan’ın karasuları
1936’dan beri 6 mildir. Barışın korunmaya çalışıldığı yıllarda bu hususa dair
uzun süre herhangi bir mesele çıkarılmamıştır ve Yunanistan ise bu sessizliği, bir
“tanıma” olarak değerlendirmektedir. Adalara mahsus hava sahasını 10 mil olarak
kabul ettirmeye çalışmakta, ancak bizim hava unsurlarımız ise 6 mile
yaklaştığında bunu sürekli hava sahasının ihlâl edildiği savıyla uluslararası
kamuoyuna propaganda etmektedir.
Yunanistan, revizyonist
bir devlettir. Her fırsatı kollar. Lozan’dan tam on üç yıl sonra karasularını
iki katına çıkarmış, 28 Ağustos 2020 itibarıyla da İtalya ile yaptığı MEB antlaşmasının
getirisine istinaden Adriyatik kıyılarındaki karasuyunu 12 mile çıkardığını ilân
etmiştir. Yunanistan ile güney sınırlarına yönelik kadim meseleleri olan
Arnavutluk bile bunu tanıdığını ifade etmiştir.41
Türkiye ise Yunanistan’dan
tam 28 sene sonra karasularını 6 mile çıkarmış, bunu da 1982 senesinde ilân
etmiştir.
Kıta sahanlığı
1982 BMDHS’nin
Beşinci Kısmı içerisinde yer alan 76’ncı
madde ise kıta sahanlığını, “Kara
sularının ötesinde, kıta kenarının dış eşiğine kadar (133 metreden
başlar) veya bu eşik daha az mesafede ise kara sularının ölçülmeye
başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili mesafeye kadar olan kısımda,
kıyı devletinin kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki deniz altı alanlarının deniz yatağı ve toprak altını
içerir” olarak tanımlamaktadır.
Ayrıca, kıtanın denizin
altına uzanan kısmı, kara sularının ölçülmeye
başlandığı esas hattan
itibaren 200 deniz mili mesafeden dar olması durumunda, kara sularının
ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 mile kadar olan deniz
alanlarının deniz yatağı ve toprak altı kıta sahanlığına dâhil edilmektedir.
Bununla birlikte, kıta uzantısının kara sularının ölçülmeye başlandığı esas
hattan itibaren 200 deniz milinden daha fazla bir genişlikte olması durumunda,
kıta sahanlığı esas hatlardan itibaren en fazla 350 deniz mili olarak veya 2
bin 500 metre derinlikten itibaren açık denize doğru en fazla 100 deniz mili
mesafeye kadar saptanabilir. Örneğin ABD, okyanus devleti olması hasebiyle bu
husustan faydalanmaktadır.
Uluslararası Adalet Divanı
(UAD) tarafından 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Dâvâsı’nda kıta
sahanlığı, kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altındaki doğal uzantısı
olarak kabul edilmiş, fiilen ve başlangıçtan beri (ipso facto-ab inito) devletin kara ülkesindeki egemenliğinin, kıta
sahanlığındaki deniz yatağını araştırma ve deniz yatağında yer alan doğal
kaynakları işletmek amacıyla egemen haklara haiz olduğunu belirtmiştir.42
Tıpkı Ege gibi!
Ege’deki adaların hepsi
Anadolu anakarasının tabiî uzantılarıdır. Kıta sahanlığı olarak tanımlanan
deniz tabanı ve üzerindeki su kütlesi üzerinde kıyı devletinin tam bir
egemenliği (hâkimiyeti) söz konusu değildir. 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı
Sözleşmesi’nin 2/1 ve 1982 BMDHS 77’nci maddesi gereğince, kıta sahanlığında
kıyı devletinin haiz olduğu “egemen haklar”, bu bölgelerin doğal kaynaklarının
araştırılması ve işletilmesi konusunda kullanılabilir.
Uluslararası hukuk, kıyı
devletine kıta sahanlığında egemen haklar kullanma yetkisi vermiştir. Kıta sahanlığında, kıyı devletinin egemen hakları kıyı devleti tarafından kullanılmasa dahi kıyı devleti açıkça rıza göstermedikçe diğer devletler tarafından da kullanılamaz.43
Dr. Dz. Alb. Kemal Eker, Dr.
Öğretim Üyesi Görkem Bahtiyar ve E. Tümamiral Cihat Yaycı’nın da iştirakleri
ile hazırlanıp Millî Savunma Üniversitesinin neşrettiği “Mavi Vatan
Dergisi”nden iktibas ettiğim bu makaleyi bilgilerinize arz ettim.
Millî menfaatler açısından
konu ne kadar araştırılır ve kamuoyu oluşursa oluşacak konsensüs vahdeti işaret
ettiğinden, caydırıcılığı da o oranda arttıracaktır.
Kısaca bir daha açarsak,
Türkiye BMDHS’ye taraf devlet olmadığı için taraf olan devletler, bu sözleşme
hükümlerini taraf olmayanı muhatap kılamazlar.
BMDHS’deki tüm hükümler
taraf olmayan devletler tarafından uygulanabilir. Çünkü bu hükümler deniz tarihinin örf ve gelenekleriyle bugünlere taşınmış, devletlerin iktisadi, savunma ve
güvenlik sahalarını kapsamaktadır. Bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
ve milleti ile evrensel hukuk sistemine ait hususların kendi idealleri ve
değerleri ile örtüşen her hususu dünya barışının bir parçası saymaktadır.
Türk milletinin kendini
düşman üstünden var eden bir medeniyet algısı hiçbir zaman var olmamıştır. Hak
verilmez, alınır!
Alacağız!
Sonuç ve kanaat
Türkiye ile Yunanistan
arasında var olan Ege sorunlarının ana konusunu oluşturan, uluslararası
plâtformlarda “Aegean Issues” (Ege Sorunu)
olarak tanımlanan bu meseleden çıkardığım sonucu da arz ederek
konuyu bağlayalım…
Tarihî arka plânından görüleceği üzere, her şeyi belirleyen yegâne unsur, standart
ve potansiyel kapasitenin çarpanlarından oluşan “güç”tür.44
Gücün olduğunda kullanmamak hata, gücü yanlış hesaplamaksa daha büyük hatadır.
Ege ve Akdeniz’de sınırlar
belirsizdir. Mutlaka bir gün nihayetiyle belirlenecektir. O güne, güç
formülasyonun belirlediği şartlarda hazır olunmalıdır. Yunanistan bizim PKK
meselesine yoğunlaştığımız dönemlerde de bazı adaları işgal ve meskûn etmiştir.
Bu doğrudur. Lâkin bu yoğunluk içinde aynı anda ikinci bir cephe açmak akıl
kârı mıdır, bu husus eminim ki ilgili kurumlar tarafından mutlaka
değerlendirilmiş olmalıdır. Bu hususlar her gün Ege’de hava ve deniz keşif ve
karakol unsurlarıyla gözlem altında tutulmaktadır.
Bunları bildiği hâlde kimileri,
meselenin tüm sorumluluğunu sadece bir döneme, tam da bu döneme yükleyerek
siyâsî angajman içinde toplumu manipüle etmektedir. Bu olayların siyâsileştirilmesi
kesinlikle yanlıştır!
Bu mesele, tümamiral
seviyesinde değerli Komutanımızın ifade ettiği gibi, “1914’lerden beri
süregelen bir problemi” ifade etmektedir.
Meselelerde bugüne kadar inisiyatif sahibi sayılan her kurum ve kuruluşun, iktidarların, Kuvvet Komutanlıklarının, Genelkurmay Başkanlarının töhmet
altında bırakılması kimseye bir fayda sağlamayacağı açıktır.
Bahse konu sahalarda görev
icabı dolaştım, bölge haritaları üstünde pergel ve paralel gezdirip
altı mil hudutlarında rotalar çizdim, hem 1987 yılında
Boğazönü adaları olan Limni, Taşoz, Semadirek arasında
Yunanların petrol ve doğalgaz faaliyetlerinden doğan krizde cephenin en ileri
hattında görevli oldum ve hem de 1996 Kardak Krizi’nde (İmia) Aksaz’da bizatihi faaliyetlere katıldım. Deniz hukukunu
bilmeden bu meselelere doğru teşhisler konulamayacağını ifade etmeliyim. Bu
husus Türkiye’de çok az bir kesimin bildiği bâkir bir alandır. Türkiye’nin
haklarının korunması açısından bu konu ile ilgili çok miktarda hukukçu yetiştirilmesi
ve toplumda bu hususta hakikî bir bilinç oluşturulması elzemdir!
Bu meselenin
hâllolmamasının yolu, şu anki mevcut duruma, önce Türkiye ile Yunanistan
karasularının hakkaniyet içinde belirlenmesi, Yunanistan’ın bu formasyonları
kendi malıymış gibi kullanmaktan vazgeçip, üzerinde oluşturmaya çalıştığı nüfus
hâkimiyetinden vazgeçmesi, ardından kıta sahanlığı ve fır hattı meselesi hâllolduktan
sonra ancak BM Güvenlik Konseyi veya Lahey Adalet Divanı’na gidilmesi ile
çözülebilir.
Bu mümkün müdür?
Bence değildir. Çünkü güç
dengesi açısından bakıldığında Türkiye haklı dâvâsından asla taviz vermeyecek,
Yunanistan ise buna mukabil, meseleden çıkarı olan tüm devletlere sırtını
dayayarak inisiyatifi başka ellere teslim etmeyi sürdürüp garanti görmediği
sürece fiiliyatla kazandığını hukuken kaybetmek istemeyecektir.
Almanya aylardır Ege
Meselesi’ne dair arabuluculuğa soyunup meseleyi diplomatik yönden çözüme
kavuşturmak istedi. Lâkin sonunda görüldü ki, Şansölye Merkel’in niyeti
arabuluculuk değil, Yunanistan lehine pozisyon almak imiş!
Merkel, 28 Ağustos 2020’de
bu hususta şu açıklamayı yaptı: “AB ülkeleri, Atina’nın tezlerini
ciddiye almak ve haklı olduğu konularda Yunanistan’ı desteklemekle yükümlüdür.
Ancak ben buna rağmen gerilimin tırmanmaması için çok çalıştım.”45
Maalesef bu konu, kadim
bir mesele olarak ve torundan toruna aktarılarak her iki ülkenin ayak bağı
olmaya devam edecektir.
Son söz: Bu konu millî bir
mesele olup, iç politik sahada malzeme yapılacak ucuzlukta değildir!
29
“Cihat Yaycı: Yunanistan'ın yumuşak karnı çok”, Millî Gazete, 18 Ağustos 2020, https://www.milligazete.com.tr/haber/5127442/cihat-yayci-yunanistanin-yumusak-karni-cok (Erişim Tarihi: 2.09.20)
30
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi
UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)
31
Mavi Vatan’dan Açık Denizlere Dergisi, Millî Savunma Üniversitesi Deniz Harp
Enstitüsü, Kasım 2019, https://msu.edu.tr/mavivatandanacikdenizleredergisi/mavivatan_3_1.pdf (Erişim Tarihi: 02.09.2020) 32 Nicolaas Jan Schrijver,
“Sovereignity Over Natural Resources: Balancing Rights and Duties in an
Interdependent World University of Groningen, 1995, s.190
33
Madde 57, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi
UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)
34
A.g.e
35
Çekince: Nasıl kaleme alınırsa alınsın veya nasıl isimlendirilirse
isimlendirilsin, devletin bir antlaşmayı imzalarken, onaylarken, kabul ederken,
tasvip ederken veya antlaşmaya katılırken, bazı antlaşma hükümlerinin hukuki
etkisini kendisi bakımından ihraç etmek veya değiştirmek için yaptığı tek
taraflı bir beyan demektir.
36
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM Enformasyon Merkezi
UNIC-Ankara, https://denizmevzuat.uab.gov.tr/uploads/pages/uluslararasi-sozlesmeler/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 2.09.20)
37 A.g.e
38 A.g.e
39 A.g.e
40 A.g.e
41
“Arnavutluk: Yunanistan, karasularını 6 milden 12 mile genişletme hakkına
sahip”, Sputnik News, 28.08.2020, https://sptnkne.ws/D3DT (Erişim Tarihi: 28.08.2020)
42
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davaları (North Sea Continental Shelf Cases,
Federal Republic of Germany v.
Denmark
and The Netherlands, 1969), https://uluslararasihukukcalismalari.wordpress.com/2017/01/16/kuzey-
denizi-kita-sahanligi-davalari-north-sea-continental-shelf-cases-federal-republic-of-germany-v-denmark-and- the-netherlands-1969/ (Erişim Tarihi: 2.09.20)
43
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 76, BM Enformasyon Merkezi
UNIC-Ankara, http://denizmevzuat.udhb.gov.tr/dosyam/denizhukuku.pdf (Erişim Tarihi: 09.08.20)
44
Stratejik Derinlik, Ahmet Davutoğlu, Küre Yayınları, sf. 15-31
45
“Merkel'den Doğu Akdeniz açıklaması”, Deutsch Welle, 28 Ağustos 2020, https://www.dw.com/tr/merkelden-do%C4%9Fu-akdeniz-a%C3%A7%C4%B1klamas%C4%B1/a-54729251 (Erişim
Tarihi: 2.09.20)