Saraybosna, Bosna-Hersek
SARAYBOSNA, dünya ve Balkan
tarihinde önemli olaylara şâhitlik etmiş şehirlerden biridir. Saraybosna’yı
tekrar dünya gündemine oturtan ise, 1914 yılında Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinand ve hanedanlığın istenmeyen gelini,
Hohenberg Hanedanlığından Düşes Sofia’nın ölümleri ile sonuçlanan suikasttır.
Bu
suikast ve Birinci Dünya Savaşı’nın çıkış sebepleri ile alâkalı farklı dillerde
birçok kitap yazıldı, belgesel ve filmler çekildi. Yazımızda incelemeye
çalışacağımız, iki film...
Birinci
film, 2014 yılında, Birinci Cihan Harbi’nin başlamasının 100’üncü yılı
kapsamında, senayosu Avusturya’nın ödüllü senaristlerinden Martin Ambrosch
tarafından yazılan ve yönetmenliği Andreas
Prochaska tarafından yapılan, Alman ZDF ve Avusturya ORF
Kanalları ortak yapımı “Das Attentat-
Sarejevo 1914” (Sarajevo 1914)…
Diğer
film ise, 1975 yılında çekilen, yönetmenliğini ise Birinci Dünya Savaşı
zamanında 13 yaşında Partizanlara katılmış, daha sonra Yugoslavya döneminde
Partizanların zaferlerini anlatan Kozora (1962) ve Bitka na Neretvi (1969-Neretva Savaşı) gibi birçok savaş
filminin yönetmenliğini yapan ve aynı zamanda senaristlerinden biri Karadağlı
Hırvat olan Veljko Bulajić’ın çektiği
Çek-Yugoslav-Alman ortak yapımı Atentat u Sarajevu (The Day That Shook the World)…
Bu filmler suikasta
kurban giden Avusturyalı Arşidükün ve Çek Düşesinin kendi ülkelerinin suikasta
bakış açılarını yansıtmaktadır.
Ferdinand ile
Sofia’nın istenmeyen evliliği
Franz Ferdinand, 18
yaşında imparator olan, 68 yıl boyunca imparatorluk yapan Franz Josef’in
yeğenidir. İmparatorun veliaht oğlu Arşidük Rudolf’un 1889’da intihar etmesiyle
veliahtlık, daha sonra Franz Ferdinand’a verilmiştir.
Düşes Sofia ise
imparatorluğun ikinci sınıf aristokratlarından bir diploman olan Kont Bohuslav’ın
kızıdır. İmparator Franz Josef, evliliklerinden râzı olmasa da kabul etmek
zorunda kalmıştır. 1890 yılında devlet erkânının huzurunda, doğacak çocukların
taht üzerinde hiçbir hak iddia edemeyeceği şartını kabul edeceğini yazılı
olarak beyan etmek zorunda kalmıştır.
Sofia’ya, imparatorluk
hanedanına dâhil olamayacağından dolayı “Hohenberg Prensesi” unvanı verildi.
Birkaç gün sonra aileden hemen hemen kimsenin katılmayacağı bir nikâhla
evlilikleri gerçekleştirildi.
Prenses Sofia’ya yapılan
ikinci sınıf muamelenin birçok örneği mevcûttur. Arşidükün sarayda olduğu
günlerde muhafızları beklemesi ve dışarı çıktığında muhafızların sarayı terk
etmesi, resmî ziyaretlerde prensesin bulunmaması, tiyatro ya da bale gibi
etkinliklerde Veliaht altın
yaldızlı araba ile giderken prenses ve çocukların bir alt sınıf arabayla gitmeleri ve daha sonra
sadece tiyatroda aynı locada oturabiliyor olmaları gibi durumlar vakidir.[i]
Çeklerin çektiği filmde
bu konuya dikkat çekilmiş, Franz Ferdinand’ın Bosna-Hersek yolculuğunda hem
Sofia ile gitmek istediği, hem de aynı trende yolculuk arzusu hakkında Franz
Josef’le bir tartışma sahnesi vardır. Sonuçta Franz Ferdinand, imparatora
isteğini kabul ettirir ve yolculuğa beraber giderler.
Franz Ferdinand ilk önce
trenle Budapeşte, Ljubljana ve Trieste Limanı’na ulaştıktan sonra, gezerek Neretva’nın
Adriyatik Denizi’ne döküldüğü Hırvatistan’ın Ploce şehri ve Bosna’nın güney
şehri Metkoviç’ten geçip Mostar üzerinden Saraybosna’ya ulaşmıştır. Bugün
birçok ülkenin turizm acenteleri bu güzergâhta ziyareti anmak için geziler
düzenlenmektedirler.
Osmanlı Devleti’nin
Balkanlardan çekilmeye başlaması ile beraber oluşan otorite boşluğu, Rusya ve
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından bölüşülerek, fakat her zaman
birbirlerine rakip ve tehlike oluşturarak devam etmiştir. Bosna-Hersek ise
bugünkü gibi Hırvat, Boşnak ve Sırpları barındıran bir ülke idi.
Habsburgların 1878
yılında Bosna-Hersek’i ilhak etmesi, Sırplar için Büyük Sırbistan hayâlini
önünde büyük bir engel olarak görülüyordu. Bu döneme kadar zaten Sırbistan ile
Habsburgların arası iyi değildi ve birçok çatışma yaşanmıştı. Diğer taraftan
ise Sırbistan da, Habsburgların doğuda nüfuz alanının genişletmeyi hedefleyen “Drang
nach Osten” politikasına bir engel teşkil ediyordu.
Otoriter bir karakteri
olan İmparator Franz Josef; Slavlar, Macarlar, Çekler gibi birçok halkı
imparatorluk bünyesinde tutabilmek için haklar ve devlet kademelerinde görevler
veriyordu. Daha önce “Hitler ve Lânetli Kitabı ‘Kavgam’ Üzerine”[ii] başlıklı
yazımızda bahsettiğimiz gibi, Hitler de imparatorluğun sonunu, imparatorluk kademelerinde
nüfuzları artan, âmiyâne tâbirle çok yüz verilen Alman ırkının aslî
düşmanlarından olan Slavların getirdiğini düşünüyordu ki bu sebeple imparatoru
çok suçladığından o yazımızda bahsetmiştik.
“Sarejevo 1914”
ve “Attentat u Sarejevu”
Film, görsellik ve kaliteli
bakımından iyi bir yapım ve senaryoya sahipse, size tarihî bir olayı
içindeymişsiniz gibi yansıtabilir, vakayı farklı yönleri ile kavramanıza
yardımcı olabilir. Tarih kitapları olaylarda insanî hayatlardan ziyâde,
hedeflenen bilgiyi siyâsî karakterler ve olayları merkeze oturtarak verirler. Filmse
genellikle bir karakter üzerinden olayı anlatmaya çalışırsa sizi içine çeker.
Avusturya yapımı olan “Das
Attentat 1914” filmi, suikasttan sonraki failleri bulmakla görevlendirilen
bir Macar Yahudi’si komiserin etrafında şekilleniyor.
Çek yapımı olan “Attentat
u Sarajevu”, Veliahd Franz Ferdinand’ın Viyana’da Saraybosna ziyareti
kararı almasından başlayarak suikast zamanına kadarki süreci anlatıyor.
Avusturya yapımı filmde Düşes
Sofia çok ön plânda değilken, Çek yapımı film, muhtemelen Sofia’nin Çek asıllı
olmasından, Ferdinand ile Sofia’yı başrole taşıyor. Kocasını destekleyen,
koruyan, çocuklarının eğitimi ile ilgilenen ve ilk suikast denemesi
gerçekleştiği zaman imparatorluk komutanlarını gerekli önlemleri almadıkları
için azarlayan bir konumda. Hattâ Saraybosna Belediye Başkanı’nın tarafından
Ferdinand onuruna verilen yemekte Ferdinand, konuşmasında, “Ben imparatorluk
askerlerine hükmediyorum ve güçlüyüm ama bu gücün arkasında ise beni yöneten
bir kadın var” gibi bir açıklama yapıyor.
Çek yapımı film, aileyi ana
tema hâline dönüştürmekte. Osmanlı dönemi mezarlarda gezintiler ve buluşmalar,
hattâ sokakta “Boza!” diye bağıran Osmanlı kıyafetli bozacılar göze
çarpıyor.
Avusturya yapımı film
ise, suikast sonrası siyâsî belirsizlik ve faillere odaklanıyor. Olayı
araştıran Macar Yahudi’si komiser ise imparatorluğun üst düzey generallerinin
bütün engellemelerine rağmen suikast olayının arkasında Avusturya askerî
istihbaratından birinin olduğunu ortaya çıkarıyor. Sonuçta Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu, Sırbistan’a savaş ilân etmek için bir bahane aramaktadır ve
bahane, Ferdinand’ın öldürülmesidir.
Filmdeki bazı
konuşmalarda, Sırbistan Devleti’nde görevli üst düzey kimselerin bu işin “Kara
El” (Crna Ruka) örgütüne yaptırılacağından haberlerinin olduğunu ve bunu
engellemeye çalıştıklarını anlayabiliyorsunuz.
Avusturya yapımı bir
filmin, 17 milyon insanın ölümüne sebep olan bu savaşın Avusturyalı birkaç
generalin şahsî çıkarları yüzünden çıktığını dile getirmesi ise çok mânidar!
Sırpların Bosna-Hersek’te
kendilerini ikinci sınıf insan olarak güvende görmedikleri bir dönemde gezi
güzergâhının gazetelere verilmesi, güzergâhta sadece 50 civarında askerin
görevlendirilmesi, diğer askerlerin başka bir yerde tatbikat için
görevlendirilmesi ve tahsis edilen araba şoförünün Sırp olması gibi,
imparatorluğun sorumluluğundaki birçok güvenlik ihmâlinin olduğu işleniyor.
İki filmde de, ilk
suikast girişimin başarısız olmasına rağmen, Ferdinand’ın yaralı askerleri
ziyaret etme konusundaki ısrarı sonucunda aynı gün Sırpların ikinci
girişimlerinde suikastı başarı ile gerçekleştirdikleri görülmektedir.
İlber Ortaylı Hoca’nın
deyişiyle, “Sırp milliyetçi Prinkipo’nun çilekeş karı kocayı
hedefleyen suikastı, veliahdın açık belirtilere rağmen inatla geziye devamı
yüzünden” engellenememişti. Franz Ferdinand ve Sofia… Beraberlikleri ve
aynı araçta seyahat etmeleri her zaman sorun olan Veliaht ve eşi, evlendikten
14 yıl sonra, ölümü beraber bindikleri araba buldular.
Kitaplarda bu detaylar
yazılsa bile, bu iki filmde detaylara âdeta doğrudan vâkıf olabiliyor ve ânı
yaşayabiliyorsunuz. Tarih filmi sevenlere, bölge üzerine araştırma yapanlara
muhakkak tavsiye edilir.
Bâki selâmlar…