Hitler ve lânetli kitabı “Kavgam” üzerine

Hitler, gençlik yıllarında bulunduğu Viyana’nın Alman şehrine benzemediğini ve Habsburg Hanedanlığının Almanların asıl düşmanlarından olan Slavlara fazla değer verdiğini ve sonunda Slavların da Franz Ferdinand’ı öldürerek Birinci Dünya Harbi’ne sebep olduğunu aktarmış, Almanları hiç korumadıklarını belirterek Avusturyalıları suçlamıştır.

LİSE yıllarında öğretmenimiz Hitler’den bahsettiğinde “Türkler” yahut “Araplar” der gibi, bir milletin çoğul isimle bahsedildiğini zannederdim. Hitler’in memleketi Avusturya’ya ilk gittiğim yıllarda, “Hitler” isminin aslında tek bir kişinin soyadı olduğunu öğrenmiştim.

Üniversiteyi okuyup da yıllar sonra Avusturya’dan ayrılınca, aslında üniversite başlangıç yıllarında yanıldığımı, Hitler’in bir tek kişinin değil, aksine faşist zihniyete sahip bir milletin adının olduğunu öğrenmiştim.

Bu yazıyı okuyanlar, “İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca sivil ve askerin ölümüne sebep olan ve Yahudileri dünyadan silmeyi hedefleyen bir adamın kitabı neden okunur ya da üzerine neden yazı kaleme alınır?” diye düşünmüş olabilirler başlangıçta. Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesi misâlinde olduğu gibi, özellikle Almanya, Doğu ve Güney Avrupa ve Avusturya ülkeleri ve milletleri üzerine çalışan araştırmacıların okuması gereken bir kitap olduğunu düşünmekteyiz “Kavgam”ın…

Dünyada lânetli, yasaklı diye anılan Kavgam’ın (Mein Kampf) Aralık 2015 yılında 70 yıllık süresini doldurarak telif hakları ortadan kalktı ve birçok dilde olduğu gibi bizim dilimize de birçok yayınevi tarafından tercüme edildi. Hitler’in herhangi bir mîrasçısı olmadığından, Bavyera Eyalet Yönetimi’nde olan telif hakları, eyalet yönetimin bu telif süresini uzatma çabalarına rağmen sonuçsuz kaldı ve her ülke tercüme etmeye ve yeni baskılar yapmaya başladı.

***

Adolf Hitler’in gençlik dönemlerinde Bavyera eyaletinin yönetimine el koyma girişimi olarak bilinen Münih Birahanesi Baskını olumsuz sonuçlanmış, bu girişim “Birahane Darbesi” olarak adlandırılmıştı.

5 yıl hapis cezasına çarptırılmasına rağmen 9 ay hapis yatan ve 1925 yılında kitabın biirnci cildini Landsberg Cezaevi’nde, ikinci cildini ise çıktıktan sonra 1926 yılında yazan Hitler, 1933 yılında Devlet Başkanı oldu ve kitabın basımı o yıl 800 bin, 1938 yılında 4 milyon ve 1944 yılında 12 milyonu aşan bir sayıya ulaştı. Bugüne kadar dili Almanca olup en çok satılan kitap unvanını böylece kazandı.

Kitap meşhur olmaya başladıktan sonra 18 dile çevrildi ve 1945 yılına kadar yabancı diller dâhil 18 milyon satıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Macaristan, İsviçre ve İsveç gibi birçok Avrupa ülkesinde tercümesi yasaklandı.

Birinci Dünya Savaşı’nda önce Prusya’nın Doğu politikasını belirleyen Drang nach Osten’den (Doğu’ya Açılış), 1930 yıllar sonrasında Lebensraum (Yaşam Alanı) politikasına bir dönüşüm olmuştur. 1930 yılında Almanya Başbakanı Heinrich Brüning, Almanya’nın kendine yeterli doğal yaşam alanı olmalıdırsözü ile Almanya’yı korumanın ya da Almanların rahat yaşamaları/nefes alabilmeleri için etrafındaki ülkelerin kontrollerinin altında olmasını hedeflemektedir. Bu politikanın ve zihniyetin bir sonucu olarak Hitler, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Güney Avrupa’ya doğru genişlemeyi hedeflemiş ve buraları işgal etmiştir.

Kitapta geçen hususları daha sonraki dönemlerde Hitler daha da büyütmüş, iktidara geldikten sonra pratikte uygulama fırsatını elde etmiştir.

Arî ırka inancından dolayı her zaman kendi ifadesi ile Alman halkının evlâtlarını tek ülke çatısı altında toplamayı hayâl etmiştir.

Avusturya’da bulunduğu ilkokul yıllarında Avusturya Marşı yerine “Deutschland über alles” (Almanya, sen her şeyden üstünsün)  okuduğunu, gençlerin Alman olduklarını unutmamaları gerektiğini, her genç kızın ileride bir Alman’ın annesi olacağını düşünerek motive olması gerektiğini anlatmıştır.

Hitler, gençlik yıllarında bulunduğu Viyana’nın Alman şehrine benzemediğini ve Habsburg Hanedanlığının Almanların asıl düşmanlarından olan Slavlara fazla değer verdiğini ve sonunda Slavların da Franz Ferdinand’ı öldürerek Birinci Dünya Harbi’ne sebep olduğunu aktarmış, Almanları hiç korumadıklarını belirterek Avusturyalıları suçlamıştır.

Mikrop yuvası olarak gördüğü Habsburg Hanedanlığının yıkılmasından da ayrıca mutluluk duymuş ve bunun, onu idealindeki Alman İmparatorluğuna bir adım daha yanaştırdığını ifade etmiştir.

Ayrıca Almanları her fırsatta ezen ve dışlayan Çeklere de imparatorluğun üst kademelerinde görevler verilmesi, hattâ Franz Ferdinand’ın eşinin de Çek Kontesi olmasını bu siyâsî hatâlardan biri olarak görmekte ve aslında bu siyaset ile Orta Avrupa’da Rusya’ya karşı bir Slav devleti kurmayı hedeflediklerini ama bu yakınlaşmanın imparatorluğun sonunu getirdiğini düşünmektedir. Hitler, Arşidükün suikast ile Saraybosna’da öldürülmesini ise “Tanrı, Slavların dostunu, Slav vatanseverlerin kurşunlarıyla kurban etmişti” şeklinde yorumlamıştır.

***

Hitler’in Yahudilerden önce Slav milletlerden nefret ettiği ve Almanların bir kolu olan Avusturyalıların kan, kültür ve şehir yapısını Slavların bozduğunu birçok defa ifade etmektedir. Birçok dili resmî olarak tanıması ve serbest kılınmasından dolayı bir birlik oluşamadığını ve bunun imparatorluğu yıkıma sürükleyen sebeplerden biri olduğunu düşünmektedir.

Danimarkalı mimar tarafından Avusturya Parlamentosu binası içinde Antik Roma ve Atinalı düşünürlerin portrelerinin asılmasını ve çatı katına dört atlı Roma arabası koyulmasının hiçbir mantıklı izahı olmadığını ve bunun kendi tarihine bir ihanet olarak görmektedir. Parlamentoda Almanca konuşmayı beceremeyen bir sürü parlamenter olması ve Slav dillerinin ya da onların diyalektlerinin konuşulmasını “Korkunç” diye nitelemektedir.

İmparatorlukta en fazla nüfusu Almanlar oluşturmasını rağmen parlamentoda Slavlar çoğunlukta idi ve hepsi Alman nüfusuna karşı saldırgandı. Ve imparatorluğu bir Slav devleti hâline getirmek için mahalle rahiplerini ve kiliselerini kullanmaktaydılar.

Almanya’nın kendi topraklarını savunabilmesi için Avrupa’da geniş bir kara parçasına sahip olması gerektiğini ve bu sebeple genişlemenin kaçınılmaz olduğunu iddia etmekteydi. Aynı zamanda Almanya kendi çıkarları için bir savaşa girdiğinde, Avusturya’nın ikili monarşi ile yönetilmesinden ve imparatorlukta önemli bir güce sahip Slavlardan destek çıkmayacağından dolayı bu milletin Almanya’ya karşı tarafsız kalacağını düşünmüştür.

Hitler’e göre Alman Arî ırkı için temelde iki büyük düşman vardır: Marksizm ve Yahudilik...

Uluslararası Marksizmin, aslen Yahudi olan Karl Max’ın bir ürünü olduğunu, bu düşüncenin ırkları parçalayıcı bir sıvı gibi işlev gördüğünü ve ırkların melezleşmesinin yolunu açtığını düşündüğünden, onu düşman bellemiştir. Yahudiler ve Marksistler eğer zafer kazanırlarsa bu insanlığın sonu olacağından, kendi ifadesi ile “yaratılışın rûhuna uygun olarak bunlara karşı savaşmak gerekliliğini” savunur.

Viyana zamanlarında kafası başka şeylerle dolu olduğundan, Yahudi nüfusunun şehirde yüzde 10 civarında olmasına rağmen bunu fark etmemiş olmasına da şaşırmıştır. Yahudilerden nefretinin asıl sebebi ise, Yahudilerin kendilerini üstün ırk olarak görmeleridir.

Yahudilerin ellerini yıkamadığını ve gözleri kapalı olsa bile kaftanlarından o pis kokularını alabileceğini söyleyerek içindeki nefreti ifade etmiştir. Viyana’da ise sanat, edebiyat, tiyatro, sinema ve basın gibi halkı yönlendiren önemli alanların büyük bir kesiminin, nüfusun küçük bir kısmını oluşturmasını rağmen Yahudilerin elinde olmasını büyük bir hatâ ve tehlike olarak görüyordu. Yahudilerim Almanca yerine kendi dillerini kullanmasını ise, “Düşüncelerini saklamak için kullanıyorlardı” diye yorumluyor.

Yahudilerin tarih boyunca konar-göçer parazit gibi yaşadıklarını, üretici olmadıklarını, ödünç parayla faizi uygulama fikrini geliştirdikleri iddia etmiştir. Ayrıca Filistin’de bir Yahudi devleti kurma hayâlleri ona göre, bir yurt edinmek için değil, dolandırıcılıklarının ve aldatmacaların herhangi bir devlet tarafından kontrol edilemeyecek bir devlete sahip olmak ihtiyacıydı.

Viyana lehçesi dâhil, “böcek sürüsü” diye tabir ettiği diğer halkların kendi dillerini konuşmasının Almancaya ve kültürüne zarar verdiğini, bu sebeple Almancanın hası olan Güney Bavyera Almancasını (Münih ve civarı) terk etmediğini dile getirmiştir.

***

Rahip cüppesi ile ahlâksız bir suç işlendiğinden dolayı kiliseyi suçlamanın adaletli olmayacağını ve birçok yanlış politikadan dolayı insanların kiliseyi terk etmek zorunda kaldığını, hiçbir insanın iki efendiye (siyaset-din) itaat edemeyeceğini, bir dini devirip yıkmanın bir devleti yıkmaktan daha zor olduğunu düşünmüştür.

Parlamentoda alınan kararlarda çoğunluğun aranması hususunu cehalet ve korkaklık göstergesi olarak görürken, bunun ancak millet adına korkusuz ve cesur liderlik ile çözüleceğini iddia eder. İdealindeki Alman demokrasisinde lider özgürce seçilir ve lider, eylemlerin ve kararların tüm sorumluluğunu alır. Sorunlar çoğunluğun oyuna sunulmaz ve lider, kararların sorumluluğunu alır.

Almanlar kendi halkını motive etmek için propagandayı her türlü şekilde kullanmışlardır. Günümüzde de, özellikle savaş zamanlarında kendi halkını motive etme ve düşmanın moralini bozmanın en önemli yöntemlerinden biri, iyi bir propaganda yöntemidir. Bunun için de günümüzde olumsuz çağrışım yaptığından dolayı propaganda, Hitler dönemini çağrıştırır ve bundan dolayı devlet, farklı isimlerle birçok kurum tahsis etmiştir.

Hitler’in propaganda ile alâkalı tespitlerinden en önemlisi, halkın büyük bir kesiminin profesörler veya diplomatlardan oluşmadığı ve halkın birçok hususu anlayabilecek kapasitesi olmadığı yönündedir. Propagandanın halkın zekâsına değil, duygularına hitap etmesi gerektiğini belirtir.

Hitler propagandanın gücünü ise, Birinci Dünya Savaşı’nda düşmanların uyguladığı propagandadan biliyordu. Düşmanın uçaklardan broşürler atması ve askerlerin evlerine mektup yollaması, radyolardan mühimmat fabrikalarında grevlerin olduğu gibi birçok haber, halkı isyan ve askerlerin moralinin düşürülmesi yönüne çevirir.

***

Alman İşçi Partisi (Deutsche Arbeiter-Partei-DAD) ile siyasete giren Hitler, zorlu mücadelelerin sonucunda parti içinde önemli pozisyonlara erişti ve partinin propaganda işlerini üstlendi. Fuhşun asil Alman kanını kirlettiği düşüncesiyle Almanların başındaki en büyük belâ olduğunu, erken yaşta evlenmenin bir kural hâline getirilmesi gerektiğini düşünmüştür. Sağlam neslin devamı için askerî eğitimler sonrasında kendi tabiri ile “Sağlam kafa sağlam vücûtta bulunur” temel sloganı ile sağlamlık sertifikası alamayanların evlenmelerine de müsaade edilmezdi.

Arî Alman ırkına yakışmayacak şekilde zekâ ve fiziksel eksikliği olanlara doğum kontrolü uygulanması, toplumdaki en iyilerin üreme görevini üstlenmesi gerektiğini düşünmektedir.

Arî Alman ırkının bozulmaması için daha aşağıda olan bir halkın kanının karışmaması gerektiğini, aksi takdirde fiziksel ve zihinsel bozuklukların ortaya çıkacağını, bu tür bir davranışın da Ebedî Yaratıcının iradesine karşı büyük bir günah olacağını iddia etmiştir.

Bir ırkın mensuplarının lîsan ile değil, taşıdıkları kan ile birbirine bağlı olduklarını ve bu sebeple Alman kanı taşımayan birisinin Almanca konuşmasının onu hiçbir zaman Alman yapmayacağını düşünmüştür. Bu sebeple Avusturyalıların Slavlara ya da diğer milletleri Almanca öğreterek onların Alman olmasını beklemek beyhude bir çaba olur.

Diğer ırkların varlıklarını sürdürebilmeleri ve dünyada barışın hâkim olabilmesi için Almanların dünyayı ele geçirmesi gerektiğini düşünmüştür. İnsanlığı da “1-Uygarlığı kuranlar/ 2-Uygarlığı yaşayanlar ve taşıyanlar, emanetçiler/ 3-Uygarlığı yok edenler” diye kısımlara ayırır ve sonra dünyaya uygarlığı getirecek olanın Alman ırkı olduğunu belirtir.

Hitler’e göre uygarlığın ve kültürün temelini Yunan zihniyeti ve Alman yeteneği oluşturmuştur. Ayrıca eski uygarlıkların yok oluşunun sebeplerini savaşlar değil, kanlarındaki bozulma olarak görmektedir.

***

Kitabın ikinci kısmında ise Nasyonal Sosyalist düşüncenin ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP) yapılanması, devlet görüşü, vatandaşlık şartları, askerî sistem, propaganda yöntemi, eğitim sistemi, sendikalar, işçilerin durumu, ekonomi, bayrağın sembolü, Almanya’nın dış politikası ve müttefikleri ile alâkalı düşüncelerini detaylı bir şekilde açıklamaktadır. Almanları bölmek isteyen düşünceye karşı mücadelesini ise yaşadığı bir anı ile şöyle izah etmektedir:

Bir gün Reichstag’da (Parlamento), toplantıda, Bavyeralıların Prusyalılara karşı (Litvanya-Polonya sınırında başkenti Königsberg olan Prusya İmparatorluğu bölgesi, Kuzeydoğu Almanya), “Prusyalılar def olun”, “Bir Prusyalı olarak yaşayacağına bir Bavyeralı olarak öl, daha iyidir” gibi sloganların Almanları bölmek için bir plân olduğunu ve buna karşı sesini yükselttiğini yazmıştır.

***

Kitabın dış politika kısmında ise Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı zamanında miadını doldurmuş, hurdaya ayrılmış antika devletler olarak gördüğü Avusturya ve Türkiye ile ittifak yapılmasını büyük bir siyâsî hatâ olarak görmektedir. Yeni dönemde ise Türkiye ve Rusya gibi köhne müttefikler yerine kendisini teknik açıdan destekleyebilecek müttefikler bulmalıdır. Savaş sonrası dönemde ise “Dalgaların sahibi İngiltere” düşüncesi, yerini “Denizler ABD’ye aittir” şeklindeki ifadeye bırakır. Fakat buna rağmen yine de Hindistan, başka bir milletin sömürgesi olacağına İngiltere’yi tercih etmektedir.

Tarihin birçok döneminde Thomas More, Campanella, Bacon, Thomas Hobbes ya da Farâbî’nin devlet konusundaki ütopyalarından farklı olarak Hitler, kendi (tâbiri caizse) devrinde, “ütopya” diye adlandırılabilecek devletini uygulama fırsatı bulmuştur.

***

Milyonlarca Alman bu ve bunun benzeri kitabı okumuştur. Son 10 yılda Almanya’da aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) adlı parti, her seçimde oy oranını arttırmaktadır. Bu gelişmenin ilginç örneklerinde birisi ise, “Achille Demogba” adlı Afrika kökenli aşırı sağcı bir politikacının “Almanya’nın Afrikalılar tarafından istilâ edilmesine müsaade etmemeliyiz” şeklinde sarf ettiği sözüdür. Hitler bunu görse mezarının ters döneceği malûmdur(!)…

Bu Afrikalının durumu ise, “Çingeneyi kral yapmışlar, ilk babasını astırmış” misâline benzemektedir.

***

2008 yılında çekilen “Die Welle” (Dalga; Türkçeye “Tehlikeli Oyun” diye tercüme edilmiş) filmde, bir öğretmenin öğrencilerine nasyonal sosyalizmin nasıl geliştiğini bir simülasyon ile göstermeye çalıştığı süreçte işlerin kontrolden çıkması konu ediliyor. Hitler’in nasıl bir zihniyet ve millet inşâ etmeye çalıştığını görmek ve göstermek isteyenler için tavsiye edebilirim bu filmi…

Bâki selâmlar…