Yeniden var olmak için hakların gelişimi

Bütün insanlar özgür doğarlar ve eşit haklara sahiptirler. Devlet, temel hakları ve özgürlükleri korumak zorundadır. Kanunlar önünde tüm insanlar eşittir. Yeni Çağ’ın sonlarına doğru yaşama hakkı, özel yaşamın gizliliği, sağlık hakkı, eğitim hakkı, düşünce, kanaat ve ifâde özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi “birinci kuşak haklar” da denilen hak ve özgürlükler belirlenmiştir.

İnsan nedir?

İNSAN, evrenin tek rasyonel (aklî) varlığıdır. Realite ve insan bilinci, belirli bir kimliğe sahiptir; belirli bir tabiatı ve ihtiyaçları vardır. Realiteyi anlamak ve hayatta kalmak için insanın en temel aracı, “aklıdır”. Realite tektir, insan bilincinin de tek bir tabiatı vardır.
İnsan, özgür iradeye sahip, kendini üretebilen ve idare edebilen bir kahramandır. Yani insan, "ilâhî tecelli" veya "üretici güçler" gibi kendi dışındaki kuvvetlerin programladığı, cevhersiz, çâresiz bir robot değildir. "Karakteri, faaliyetleri, değerleri, mevcûdiyetle olan ilişkileri, gâyesi ve amaçları konularında, yapmak zorunda kalacağı tercihlerde, kendisine rehberlik edecek değerler hiyerarşisini ve prensiplerini keşfetmek", insan bilincinin gerçek bir ihtiyacıdır.

İnsanla ilgili her özelliğin spesifik bir tabiatı vardır. Dolayısıyla bilinç de belirli bir tabiata, belirli bir kimliğe sahiptir. İnsanın aklî yeteneğinden kaynaklanan irade de belirli bir tabiata sahiptir. Mevcûdiyetteki tabiî öğelerin kombinasyonlarını yeniden düzenlemek, insanın sahip olduğu tek yaratma gücüdür. İnsandaki hayâl gücü, insanın realitede olduğunu veya olabileceğini bildiği şeyleri zihninde yeniden düzenleme yeteneğidir.

Hak nedir?

Hak, hareket ve varlığın meşrûiyet kaynağıdır. Örneğin insan, yaşama hakkına dayanarak yaşamını sürdürür. Ya da düşünce özgürlüğü hakkına dayanarak düşünce izharında bulunur. İnsanın iradesi, hayvanlar ya da herhangi bir mahlûk gibi herhangi bir şekilde sınırlanmadığı için, bu kaynağa dayanarak her şeyi yapabilir. Ama bu şekilde davranırsa kaos ortaya çıkar ve düzen ihtiyacı ortaya çıkar. Düzen kuralları, konulması ve uyulmasını sağlamak amacıyla, uyulmadığı takdirde müeyyidelendirilmesi ile oluşur. Bu kuralları devlet belirler. Devlet bu kuralları belirlerkenki meşrûiyet kaynağını, insanların kendisine düzeni sağlaması için devrettiği haklardan alır.

İnsan hakları nedir?
“İnsan hakları” kavramı, tüm insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin, yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olmalarını anlatır. Herkes cinsiyet, ırk, renk, din, dil, yaş, tâbiyet, düşünce farkı, ulusal veya toplumsal köken, zenginlik gibi herhangi bir fark olmaksızın kanun karşısında eşittir.

Özgür bir şekilde düşüncelerini açıklamak, istediği yere gitmek, yerleşmek, diğer insanlarla ve makamlarıyla olan ilişkilerinde insanca ve hakça muamele görmek, insanların günlük yaşamında farkına varmadan yararlandıkları haklardan bazılarıdır.

Can ve mal güvenliği, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifâde özgürlüğü ve siyasî haklar gibi geleneksel hak ve özgürlükler “birinci kuşak haklar”; çalışma hakkı, âdil ve eşit ücret, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma hakkı ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı gibi birtakım ekonomik ve sosyal haklar da “ikinci kuşak haklar” olarak adlandırılmaktadır. Teknolojik gelişmeye paralel olarak temiz bir çevrede yaşama hakkı, bilgisayar verilerine karşı özel hayatın korunmasını isteme hakkı, sanat ve bilim özgürlüğü, tüketici hakkı, tıbbî ve biyolojik gelişmelere karşı korunma hakkı gibi haklar da “üçüncü kuşak haklar”dır ve bu haklara ilişkin kavramlar sürekli gelişim göstermektedir.

İnsan haklarının temelini 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyânnamesi ile 4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi oluşturmaktadır. Türkiye tarafından 1954'te onaylanmış olan ve iç mevzuatımızın bir parçasını oluşturan Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi, temel hak ve özgürlükleri “yaşama hakkı, işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, hak arama özgürlüğü ve âdil yargılanma hakkı, suç ve cezaların kanunîliği, özel hayat, aile hayatı ve haberleşmenin gizliliği, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, ifâde özgürlüğü, toplantı, dernek ve sendika kurma özgürlüğü, evlenme ve aile kurma hakkı, şikâyet hakkı ve de ayrım yapma yasağı” olarak belirlemiştir.

Daha sonra toplum yaşamında meydana gelen gelişmelere paralel olarak düzenlenen protokollerle bu haklara “mülkiyet hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, seçim hakkı, yerleşme ve seyahat özgürlüğü” gibi yeni haklar da eklenmiştir.

İnsan hakları düşüncesinin gelişmesi
İnsan hakları düşüncesinin ortaya çıkışı
İlk insanlar günümüzde olduğu gibi toplu hâlde değil, dağınık olarak yaşıyorlardı. Yaşamları hem doğa şartlarıyla, hem de birbirleriyle mücadele ederek geçiyordu. Güçlü olan, zorla başkalarının elinde olanı alabiliyordu. Karşılaşılan güçlükler, insanlar arasında dayanışmayı ortaya çıkardı. Böylece insanlar ilk kez küçük gruplar hâlinde yaşamaya başladılar. Zamanla ortaya çıkan haksızlıklar ve çatışmaların önlenebilmesi amacıyla insanlar, aralarında örgütlenmeye başladılar. Sonuçta “devlet” dediğimiz birlik ortaya çıktı.
İlk devletlerde herkes eşit haklara sahip değildi. Toplum, sınıflara ayrılmıştı. Kral ve ailesi, soylular ve din adamları geniş haklara sahipken, halkın hakları ise sınırlıydı. Bu durum Yeni Çağ'a kadar bu şekilde devam etmiştir.
Kurulan ilk devletlerde insanların bu haklara eşit şekilde sahip olmaması durumu, beraberinde mücadeleyi de getirmiştir. Yüzyıllarca süren bu mücadele, ilk olarak İngiltere'de başarıya ulaşmış ve ilk kez kralın etkileri sınırlanmıştır (1215, Magna Carta Özgürlük Bildirgesi).
Yeni Çağ’da insan hakları düşüncesinin gelişimi
İnsan hakları düşüncesinin gelişiminde ilk ciddî başarılara 17 ve 18. yüzyıllarda ulaşılmıştır. O dönemde bu düşünceye en büyük katkıyı “Doğal Hukuk Düşüncesi” diye bilinen akım sağlamıştır. Doğal Hukukçulara göre “insanın doğuştan kazandığı haklar ve özgürlükler” vardı. Bunlar sınırlanamaz, engellenemez, baskı altında tutulamazdı. Doğal Hukuk Akımı'nın en önemli temsilcileri T. Hobs ve J. J. Rousseau'dur.
Tarihsel süreçte insan hakları düşüncesi adım adım geliştirilmiştir. Bu gelişmeler özetle şu şekildedir:

·       1689-İngiltere Haklar Bildirgesi

·       1776-Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi

·       1789-Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyânnamesi

Bunlardan sonuncusu olan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyânnamesi, diğer ikisine göre daha geniş kapsamlıdır. Sadece Fransızlar için değil, herkes için geçerli hakları ilân etmiştir.
Bu haklardan en önemlileri şunlardır: Bütün insanlar özgür doğarlar ve eşit haklara sahiptirler. Devlet, temel hakları ve özgürlükleri korumak zorundadır. Kanunlar önünde tüm insanlar eşittir.
Yeni Çağ'ın sonlarına doğru yaşama hakkı, özel yaşamın gizliliği, sağlık hakkı, eğitim hakkı, düşünce, kanaat ve ifâde özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi "birinci kuşak haklar" da denilen hak ve özgürlükler belirlenmiştir.
20. yüzyılda insan hakları düşüncesindeki gelişmeler
İnsan hakları mücadelesi yüzyıllar boyu sürmüş olsa da bu hakların uluslararası alanda kabul görmesi oldukça yenidir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra insan hakları, ülkelerin kendi iç sorunları olmaktan çıkarılmıştır. 1945 yılında Birleşmiş Milletler Antlaşması imzalanmıştır. Devletler insanlığa ve insan haklarına karşı yapılan saldırıları uluslararası düzeyde önleme çabasına girmişlerdir. Buna bağlı olarak 10 Aralık 1948'de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) imzalanmıştır. Bu bildirgede yaşama hakkı, kişi güvenliği, işkence ve kölelik yasağı, haksız tutuklamaların önlenmesi, herkesin ülkesindeki yönetime katılması, yasalar önünde eşitlik, konut dokunulmazlığı, özel yaşamın gizliliği, din ve vicdan özgürlüğü gibi konular yer almıştır. Bu hakların tamamından tüm ülkelerde yaşayan insanların yararlanması ilkesi benimsenmiştir. İnsanca yaşamak için her bireyin ekonomik ve sosyal baskılardan kurtulması gerektiği vurgulanmıştır.
İHEB, fazla bağlayıcılığı olmayan bir bildirgeydi. Yıllar sonra "Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme" ile "Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme" de uluslarca imzalandı. 1976 yılında 35 ülkenin imzalamasıyla İHEB, hem bağlayıcı, hem de yükümlülük getiren bir içerik kazanmış oldu. Türkiye de 10 Mart 1954'te sözleşmeyi imzalayarak bu yükümlülüğü üstlenmiştir.
Günümüzde insan haklarıyla ilgili çalışmalar daha da hızlanmıştır. Çünkü demokratik yönetimlerin temelinde insan haklarının korunması vardır. Gelişen bilim ve teknoloji, yeni insan haklarını ortaya çıkarmıştır. Bunlar, “çevre hakkı, barış hakkı, gelişme ve ilerleme hakkı, insanlığın ortak mîrasını koruma hakkı” gibi haklardır.