MUTLAK
monarşilerde egemenlik bir kişi ya da hanedanın tekelinde olur. Cumhuriyetlerde
ise egemenlik halka aittir ve devlet başkanını da yine halk seçer. Batı’da ve
ülkemizde cumhuriyete geçiş pek kolay olmamış, bunun için uzun yıllar süren
değişim ve dönüşümlerin yaşanması gerekmiştir.
Ortaçağ ve Yeniçağ’da
krallar kendilerini “Kanun benim!” diyecek kadar güçlü hissediyorlar ve kendi
iradeleri üstünde başka hiçbir güç tanımıyorlardı. Bu düzen yüzyıllarca böyle
gelmişti ama böyle gitmedi. Günün birinde derebeyiler, İngiltere’de Kral
Yurtsuz Jan’ın yetkisini sınırlandırdılar. Siyaset bilimciler, “Manga Carta”
dedikleri bu olayı demokrasinin başlangıcı sayarlar. Burada temel espri, kralın,
kendi iradesi dışında başka iradelerin de olabileceğini kabul etmesidir.
Sistemi demokrasiye yaklaştıran budur aslında.
Acaba Türk tarihinde Manga
Carta benzeri bir olay yaşanmış mıdır? Konuya bir de bu açıdan bakalım
isterseniz…
Tarihin sayfalarını
karıştırarak geriye doğru gidersek, eski Türk devletlerinde kurultay, toy ve
keneş gibi meclislerin bulunduğu ve bu meclislerin zaman zaman hükümdarların
iradelerine rağmen belirleyici kararlar alabildikleri görülür.
Örneğin II. Göktürk hükümdarlarından
Bilge Kağan’ın din değiştirerek yerleşik yaşama geçmek istemesine Kurultay’ın
karşı çıktığı ve Kağan’ın da düşüncesinden vazgeçtiği bilinmektedir. Bu ve
benzeri olaylar, Türk tarihinde kağanın yetkilerinin birçoğunun zannettiği gibi
mutlak olmadığını, gerekirse sınırlanabileceğini gösterir. Örneğimiz biçimsel
olarak Manga Carta’ya benzemese de hükümdar yetkilerinin kısıtlanması
bağlamında içerik olarak ona epeyce yaklaşmaktadır.
Şimdi zaman içerisinde
ufak bir gezintiye çıkıp 18. yüzyıla gidelim…
Yıl 1703… Tarihe “Edirne
Olayı” diye geçen bir gelişme yaşanmaktadır… Olayı kısaca hatırlamakta yarar
var: Padişah IV. Mehmet, bir gün av için Edirne’ye gider. Orada aylarca kalınca
İstanbul’da, Padişah’ın başkenti Edirne’ye taşıyacağı yollu bir dedikodu
başlar. Bu durum, başkentli olmanın ayrıcalığını yaşayan herkesi rahatsız eder.
Seyfiye, İlmiye ve Kalemiye’den esnafa kadar herkeste bir huzursuzluk başlar.
Durumu öğrenmek ve sıkıntılarını Padişah’a anlatmak isterler ama olumlu bir
sonuç alamazlar.
Bunun üzerine yaklaşık 30
bin kişilik bir kalabalık, Padişah ve maiyetinin görevlerine son vermek için
Edirne’ye doğru yola çıkar. İsyancıların III. Ahmet ve İbrahim olmak üzere iki
padişah adayları vardır. Kimileri İbrahim’i, kimileri de Ahmet’i isterken bir
türlü anlaşamazlar. Bazıları da Osmanlılara akraba olan Kırım hanlarının
soyundan birini tahta geçirip hanedanı değiştirmek gibi radikal tedbirler
önerirken, hiç kuşkusuz en radikal öneriyi Yeniçeri Ağası Çalık Ahmet getirir:
“Padişahla yönetilmek şart mı, neden cumhuriyete geçmiyoruz?”
Ben bunu Niyazi Berkes’ten
ilk okuduğumda şaşırmıştım. Devletin en etkili kara ordusunun en yetkili
komutanı sultanlıkla yönetilen bir ülkede cumhuriyet rüyası görürse, bunun
“Güle güle sultanım!” anlamına geleceğini bilmeyen yoktu. Buna rağmen hiç kimse
onu hainlikle suçlamamış ve yer yerinden oynamamıştı. Söz orada söylenip orada
kalmıştı.
Peki, Çalık Ahmet’in
kulağına “cumhuriyet” sözcüğünü fısıldayan periler hangi iklimden gelmiş
olabilirler?
Kanaatimce sorunu Osmanlı
toplumunun iç dinamiklerinde aramak gerekir. Osmanlı taşra yönetimini dikkatle
incelersek, devlete bağlı eyalet ve beyliklerden iki tanesinin, Dubrovnik ve
Ragusa’nın cumhuriyetle yönetildiğini görürüz.
19. yüzyıla kadar devam
eden bu iki Osmanlı cumhuriyetine hiçbir dönemde baskı yapılmamıştı. Bu durumu
basit bir örnekle netleştirecek olursak…
Bugün Osmanlı gibi çok
uluslu bir yapısı olan ABD’nin bir eyaletinde, örneğin Teksas’ta komünist bir
yönetimin kurulduğunu varsayalım. Neler olur dersiniz? Komşusu sosyalist
Şili’ye tahammül edemeyen ABD’nin komünist Texas’a “Hoş geldin!” diyeceğini
zannetmiyorum. Oysa Osmanlı Sultanlığı iki yavru cumhuriyeti ile 19. yüzyıla
kadar sorunsuz bir şekilde gelirken, 1808’de Manga Carta’nın alaturka versiyonu
olan Sened-i İttifak’ı imzalayarak demokrasi yolunda ilk adımı atmıştı.
Osmanlı toprağında Padişah
destekli bir devlet: Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti
1839’da Tanzimat, 1856’da
Islahat Fermanları ile insan hakları ve hukuk devletine yaklaşırken, 1876’da
hazırlanan anayasa ile halk, resmen yönetime katılarak parlamenter sisteme
geçilmiş. 1909’da ise çok partili düzene geçerek anayasasını klasik
parlamenterizme yaklaştırmıştı Osmanlı. Fakat Trablusgarp ve Balkan Savaşları
ile ardından da I. Dünya Savaşı’na girince dönemin olağanüstü koşulları anayasayı
da, demokrasiyi de öncelikli sorun olmaktan çıkardı.
Çok geçmeden savaşı
kaybederek Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayan Osmanlı Devleti, hukuken
olmasa bile fiilen bitmiş durumdaydı. İtilaf Devletleri ateşkesi istismar
ederek Osmanlı topraklarını işgal ederken, İngiltere ise Kars ve civarında bir
Ermeni devleti kurmaya çalışıyordu. Buna karşı çıkan yöre halkı “Kars İslâm
Şurası” isimli bir hükûmet kurarak Ermenilere karşı topraklarını savunurken,
Şura Hükûmeti, 25 Mart 1919’da Kars merkezli “Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti”ne
dönüştü. Başkenti, bayrağı, cumhurbaşkanı ve 18 maddelik bir de anayasası
vardı.
Karslı yöneticiler
davalarını tanıtmak için büyük devletlere başvurduklarında, amaçlarını “sosyal
demokrat içerikli bağımsız bir cumhuriyet kurmak” şeklinde açıklamışlardı.
Hukuken Osmanlı Sultanlığı’na bağlı olan Kars’ta, sultanlık karşıtı bir siyasî
oluşuma Saray’ın da, Doğu Ordusu’nun da örtülü destek vermeleri düşündürücüdür.
Osmanlı toprakları üzerinde Kars merkezli olarak kurulan bu yeni devletin Türk
tarihinde kurulan ilk cumhuriyet olduğu kesindir.
Ayrıca Kars’ta ilan edilen
1919 Anayasası da birçok bakımdan üzerinde düşünmeye değer bir yapı arz
etmektedir. Bir kere “anayasa” anlamına gelen ve Osmanlı siyasî hukuk sisteminde
kullanılan “Kanun-i Esasi” yerine “Teşkilat-ı Esasiye” teriminin kullanılması
ile 1921’de Ankara’da hazırlanacak olan anayasaya isim babalığı yapmıştır.
Milliyetçi ve demokratik bir yapı arz eden Kars Anayasası’nda sıkça “Türk” ve “Türkiye”
gibi sözcüklerin kullanılması, yeni hükûmetin imparatorluk klişelerini
benimsemediğini gösterir. Ayrıca 18 yaşına seçme, 25 yaşına da seçilme
haklarının tanınması ve “tebaa” yerine “vatandaş” terimine yer verilmesi, metne
demokratik bir içerik kazandırır.
Fakat Güneybatı Kafkas
Cumhuriyeti’nin İtilaf Devletleri’ne rağmen yaşama şansı çok zayıftı.
Kuruluşunun 6. ayında İngilizler, hile ile Kars Parlamentosu’nu basıp
milletvekillerini tutukladılar. Bir şekilde baskından kurtulanlar ise Erzurum’a
gelerek Mustafa Kemal’in başlattığı ve ileride Cumhuriyet’e evirilecek yeni
oluşuma katıldılar.