Milliyetçilik, muhafazakârlık, İslâmcılık
“TÜRK Sağının Üç Hâli”
kitabı, son yıllarda, içerisinde de bulunduğum camiaya dair yaşadığım kafa karışıklığını
gidermeye yönelik, kendi çapımda yaptığım araştırmalarımdan hareketle,
Türkiye’de sağ cenahı dünden bugüne daha iyi “anlama ve anlamlandırma”
çalışmalarıma katkı sağlayacağını umarak seçilmiş güncel bir kitap. Konuya
ilişkin, daha çok yönlendirmelerle yaptığım okumalarıma genişlik ve derinlik
katacağını düşündüm. Öyle de oldu. Hattâ tam da öyle oldu!
Akademik
kitap eleştirisinden beklenen bilgi birikimi, yetkinlik veya yeterliliğe sahip
olmak gibi bir iddiam olmadığını baştan belirtmemde fayda var. Zira kitabı da
okuduktan sonra, böylesi bir iddianın ukalalık olacağı konusundaki düşüncem
pekişti. Tanıl Bora, “Kendisini neden bu kadar geç tanımışım, neden bu kadar
geç okumuşum?” dedirtmeyi başardı. Bu anlamda bu eleştiri, gerçek mânâda bir
fakirin eleştirilerinden ibarettir.
Tanıl
Bora’ya dair
“Türk
Sağının Üç Hâli” kitabımızın yazarı Tanıl Bora, 1963, Ankara doğumlu. İstanbul
Erkek Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi.
1984-88 arasında haftalık haber dergisi Yeni Gündem’de gazetecilik yaptı.
1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırma-inceleme dizisi editörüdür. O
zamandan beri kitap çevirmenliğiyle de meşguldür.
1993’ten
2014’e kadar üç aylık sosyal bilimler dergisi “Toplum&Bilim” dergisinin
yayın yönetmenliğini yaptı. 1989’dan
beri düzenli yazdığı aylık sosyalist kültür dergisi Birikim’in 2012’de yayın
koordinatörlüğünü, 2016’da yayın
yönetmenliğini üstlendi. Ağırlıklı çalışma alanları, Türkiye’de siyasal
düşünceler, özellikle sağ ideoloji ve milliyetçiliktir. Bu konularda
yayımlanmış kitapları, Devlet Ocak Dergâh: 1980’lerde Ülkücü Hareket (Kemal
Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 1991); Milliyetçiliğin Kara
Baharı (Birikim Yayınları, 1995); Türk Sağının Üç Hâli (Birikim
Yayınları, 1998); Devlet ve Kuzgun: 1990’lardan 2000’lere MHP (Kemal
Can’la birlikte - İletişim Yayınları, 2004); Medeniyet Kaybı:
Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar (Birikim Yayınları, 2006); Türkiye’nin
Linç Rejimi (Birikim Yayınları, 2008); Sol, Sinizm,
Pragmatizm (Birikim Yayınları, 2010); Cereyanlar: Türkiye’de
Siyasî İdeolojiler’dir (İletişim Yayınları, 2017)[i].
Muhteva
Türk Sağının Üç
Hâli
kitabı, “Yeni Türkiye’de” milliyetçilik, muhafazakârlık ve İslâmcılığı,
Osmanlı’nın son döneminden bugüne, nasıl şekillendiğine dair analizlerinin
yapıldığı ve farklı zamanlarda kaleme alınmış ancak kitaplaştırılırken elden
geçirilip biraz da genişletilmiş üç makaleden oluşmuştur. Makaleler sırasıyla
“İnşâ Döneminde Türk Kimliği” (Toplum ve Bilim, 71, Kış, 1996), “Muhafazakârlığın
Çatallanan Yolları ve Türk Muhafazakârlığında Bazı Yol İzleri” (Toplum ve
Bilim, 74, Güz, 1997) ve “Din ve Milliyetçilik: Lügat ve Gramer” (Birikim, 91,
Kasım, 1996) başlıklarıyla verilmiştir.
Her
birinin alt başlıklarıyla bütün konu kısa, açık ve özgün bir şekilde ele
alınmıştır. Kitap 154 sayfadan ibaret olduğu hâlde, sayabildiğim kadarıyla 189
kaynakçayla zenginleştirilmiştir. Bu muhtevada bir kitap için oldukça zengin
olan kaynakçadaki isimler de, biz sosyal bilimcilere aşina olan ve sıkça
başvurduğumuz önemli, olmazsa olmazlarımız. Kitabın konusu göz önünde
bulundurulduğunda, Akçura, Berkes, Berktay, İnsel, Küçükömer, Mardin, Ülken
gibi isimlerin yanı sıra Manheim ve Habermas gibi isimleri görmek beni
şaşırtmadı, bilakis heyecanlandırdı.
Kitabı
elinize aldığınızda, kaynakçadaki isimlere bakmadan, okumamaya karar vermeyin
sakın.
İlk
baskısı 2017’de İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın henüz ikinci baskısı
2018’de yayımlanmış. Kitapta, kitabın künyesi, iç kapak, yazara dair bir
özgeçmiş, içindekiler, ana başlıklar ve alt başlıklardan oluşan ana metin ve
kitabın sonunda klasik olarak kaynakça bölümleri mevcûttur.
Kitabın
arka kapağına, kitabın yazarı tarafından eserin özü aktarılmıştır. Ön kapak
için seçilen fotoğrafsa “Daha iyisi seçilemezdi” dedirten cinsten. Kitabı
alırken muhtemelen dikkat edeceksinizdir, ama okuduktan sonra tekrar bakın o
fotoğrafa.
Tanıl
Bora’nın, bir akademisyen olmamasına rağmen bir sosyal bilimci titizliğiyle
çalıştığını, araştırmalarını yaparken nitel bir araştırma yöntemini kullandığını
görüyoruz. Onun konuya ilişkin analizleri, kendisinin de “Sunuş”ta sıklıkla
vurguladığı gibi, ele aldığı konuyu, dolayısıyla Türk Sağını sorgulamaktan ziyâde
onun nasıl tanımlandığı ya da şekillendiğine dair doğru soruları sorabilme
kaygısından doğuyor.
Doğu’nun
ve Batı’nın arasında, kendiliğini, gerçekliğini ve bu ikisi arasında kimliğini
hangi dinamiklerden etkilenerek ya da beslenerek oluşturduğunu anlama ve
anlatma gayretinde. Her ne kadar “Türk Sağını Çözümleme” iddiasında bulunsa da,
yine kendisi, Türk Sağının ideolojik unsurlarını incelemediği için bu konuda
eksikliği olabileceğini kabul ediyor. Sağı mercek altına almasını, Sağın bunu
kendi içinde tatmin veya ikna edici bir şekilde yapamaması ve kendisini de bir
şekilde konumlandırdığı Türk Solunun bu konuda meraksız oluşundan kendisine
vazife çıkarma olarak niteliyor. Bunu okura hem konuşur, sohbet eder gibi
aktarıyor. Dolayısıyla “vazife çıkarma” ifadesini Sunuş’ta okuduğunuzda,
yazarla göz göze gelmiş gibi hissedebiliyorsunuz kendinizi.
Kitabın
konusunun yanı sıra yazarın amacı, “Sağ-Sol ayrımı kalmadı” iddiasının (bu
iddiayı “bizatihi Sağcılığın dikalası”[ii]
olarak görüyor) silindiğine inanmıyor. Bu anlamda Sağ söylemi kurcalamanın şart
olduğuna karar veriyor. “Siyâsetin ideolojisizleştiği” söylemlerinin yersiz
olmadığını, ancak gerçekliği bütün olarak yansıtmadığını altını çiziyor. Zira
onun ifadesiyle, “Türk Sağını anlama merakı hep taşıyorum; çünkü Sağın
hegemonyası altında bir dünyada ve ülkede yaşıyoruz”…
Dolayısıyla
Türk Sağını çözümlerken bu üç hâlin hangi zeminde ve nasıl geliştiğini
yorumlayıcı[iii]
bir sosyal bilim metodolojisi ile analiz etmeye çalışması ve bilimsellik
kaygısının izleri, makalelerinde açık olarak görülebiliyor.
Kitabı
önemli kılan, yazarın milliyetçiliği, İslâmcılığı ve muhafazakârlığı “bir
pozisyon” olarak değil, “hâller” olarak ele alması. Maddenin üç hâlini mecâzen
kullanıyor. Ona göre “kimlik, verili değil, yeniden yeniden inşâ olur”.
Milliyetçiliği “bir zihniyet örgüsü” olarak düşünüyor ve “Türk Sağının
grameri/dilbilgisi” olarak ele alıyor. İslâmcılığı “Türk Sağının lügatçesi
olarak imge, değer, ritüel kaynağı olarak görüyor” ve “hayat pınarı” diye ifade
ediyor. Muhafazakârlığı ise “içerik ve zihniyet kalıplarının ötesinde bir ruh
hâli, duruş/duyuş biçimi, bir üslûp” olarak niteliyor. Şu hâlde, maddenin
hâlleri mecâzından hareketle, milliyetçiliği “katı”, İslâmcılığı “sıvı”,
muhafazakârlığı “hava” metaforuyla açıklıyor.
Milliyetçilik
dolayısıyla, Türk kimliğinin de ete kemiğe bürünmüş hâlini temsil ediyor. İslâmcılığın,
sıvı gibi, girdiği kaba göre şekil alması veya mecra değiştirmesi mümkün
olabiliyorken, muhafazakârlığın buharlaştığında gaza[iv]
dönüşebildiğine kani. Bora’nın akademik iddiası, “üç hâl hakkında kuramsal bir
yaklaşım” sunuyor olması. Milliyetçiliği sadece “Sağa mahsus olmayan”,
dolayısıyla Sol ile “milliliğinin kesiştiği yer olarak kimliğin kuruluşu bâbında”
ele aldığını; muhafazakârlığı yaygın bir varoluş olarak ve “Türkiye’de kültürel
ve etik bir program olarak” düşünülürse “son derece güdük ve ‘yalan’ olduğunu”
söyleyebileceğini, buna karşın/ bununla birlikte “modernizmle baş etme
serüveninin aslî sıfatı” olarak kabul ettiğini; İslâmcılığı ise “hususen onun
Türk Sağının bir hâli” olması yönüyle ele aldığını belirtiyor.
Bu
üçü arasındaki iç içeliği “Yeni Sağ geniş mezhepli” diye ifade ediyor.
Kitabın
sonraki bölümlerinde, bu geçiş süreçlerinde, etkileşimleriyle nasıl değişip
dönüştüklerini, hakkıyla diyebileceğimiz bir şekilde açıklıyor da zaten...
Türkiye’de
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş süreci biraz sancılı ve kendi içinde çelişik ve
tahakküm yoluyla gerçekleştiği için, tarih bilimi sık sık, olayları tekdüze,
dönemin koşullarını gözetmeksizin ve derinlemesine analiz etmeksizin aktardığı
gerekçesiyle eleştiri alır. Bora, bu eleştirilere maruz bırakılamayacak denli,
derinlemesine, üç hâlin birbiriyle etkileşimini ve buna bağlı olarak süreç
içerisindeki geçişken veya iç içeliği aktarırken gerekçelendirmelerini oldukça
sağlam bir zemin üzerine oturtmuş. Her bir hâli, dolayısıyla her bir başlığı, Batı
modernleşmesi içinde kendi dinamiklerini, daha sonra Osmanlı’ya ve daha sonra
Türkiye’ye tezahürünü tutarlı ve açıklayıcı bir şekilde okurunun gözleri önüne
sermiştir. Yani bu üç hâlin değişim ve dönüşümü, dönemin toplumsal
gerçekliklerinden hareketle değil sadece, Avrupa karşılaştırmasıyla yapıyor.
Önemi de buradan geliyor. Coğrafyaları kendi coğrafî koşullarının sosyolojik
gerçeğinden hareketle, iyi temellendirilmiş argümanlarla, inanılmaz zengin
atıflarla ve sıkı eleştirel ve kuşkucu bir yaklaşımla gerçekleştiriyor.
Yaklaşımı ve üslûbu, kitabın ya da makalelerinin başından sonuna kadar
izlenebiliyor. Tutarlığı, onun sosyal bilim kuramını[v]
benimsediğini gösteriyor. Bunun yanı sıra, yazılarında sık sık, kendi araştırma
konusunun dışında kalan olgulara dair yönlendirmeler yapıyor ya da daha geniş
bir bilgiye sahip olmak isteyenleri derinlemesine araştırma yapma imkânı
bulacakları kaynaklara atıfta bulunuyor.
Türkiye’de
kendisini Sağ cenahta konumlandıran kimselerin özellikle Türk kimliğinin inşâ
sürecindeki açmazlarını, hattâ mâzinin zenginliğinin bir kenara itilmesine dair
eleştirilerini Bora’nın kaleminden okumak hem şaşırtıcı, hem de rahatlatıcı.
Şaşırtıcı
olmasının sebebi, Sol görüşlü ya da Sola yakın birinin Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş mecrasına, dolayısıyla toplum mühendisliğine dair eleştirilerinin
olması.
Rahatlatıcı
yanı ise, bu konuda aslında günümüzde “kutuplaşma” olarak nitelenen ayrışmanın
kapanma imkânına dair bir umudun olması.
Bora,
Osmanlı’nın sonlarına doğru, İmparatorluğu ayakta tutmak için kendi içindeki
reformist hareketlerin bir tezahürü olarak yorumluyor Cumhuriyet sonrası keskin
Türk kimliğinin oluşum dinamiğini. Türkçülük, İslâmcılık ve Osmanlıcılık
akımlarının Cumhuriyet dönemine nasıl geçtiğini, nasıl aktarıldığını, nasıl
yeniden inşâ edildiğini yalın ve sade ama illâ kaynaklardan da destekleyerek
sunuyor okura. İlk dönem Türk Cumhuriyeti’nde Türk kimliği, devlet, millet gibi
yeniden kurgulanan kavramların her bir hâl içerisinde nasıl değişip dönüştüğünü
de…
Kimliğin
dönüşüm ve benimsenme süreçlerinde milletin kendini tanımasıyla çelişik
yönlerini örneklerle gözler önüne seriyor. Dönemin öncülerinin görüşlerini ve
döneme etkilerini, kendi içlerinde de nasıl bir değişim yaşadıklarını
aktarıyor. Özellikle muhafazakârlığın zemininin kayganlığı, okuru o güne değin
okuduğu şeyleri yeniden sorgulamasına yol açıyor. Din konusunun, bu her bir hâl
içerisine nasıl işlendiği ise, alışılagelmiş söylemlerden hayli farklı
denebilir. Bu anlamda, mütedeyyin birinin tek yönlü Kemalizm ile kavgası,
muhtemel ki bu kitabı okuduktan sonra bir iç eleştiri olarak kendi tarafına
yönelecektir. Yazarın dolayısıyla “Sağı Sağdan iyi bilmeyi vazife bilmesi”, Sağı
utandıracak nitelikte bir eksikliğinin farkındalığına imkân veriyor. Zira Bora,
bu incecik kitapta dahi, bu konuda ne kadar başarılı olduğuna dair okurunu ikna
edecek nitelikte ve yaklaşımda olduğunu gözler önüne seriyor. Üstelik bilimsel
bir yöntem ve araştırmacı kimliği ile… Çözümleme, hakkını teslim etmek gerekir
ki, itiraz götürmez açıklık ve netlikte.
Sonuç
Açıkça
belirtmemiş olsa da, metinlerden okuduğumuz, kendisinin oluşturduğu
hipotezlerinde nedensel hipotezler oluşturduğu görülmekte. Bu açıdan, onun
bağımlı ve bağımsız değişkenler üzerinde de hayli durduğu, bağımsız değişkenin,
özellikle toplumsal farklılıkları ya da toplumların kendi iç dinamiklerinde ne
kadar etkili olduğunu vurgulamak için olguyu etraflıca açıkladıktan sonra
yorumlamaya giriştiği görülüyor.
İşlenen
konunun sosyal bilimsel araştırma yöntemlerince günümüze değin yeterince
etraflı tartışılamadığı düşünülecek olursa, Bora, özgünlüğünü ve tüm bu olgusal
bütünlüğe karşı mesafesini de koruyarak, döneme ilişkin ilgililere aydınlatıcı
bir yol haritası da çizmiş oluyor. Dolayısıyla, “Bora’nın hedef kitle yelpazesi
oldukça geniş” denilebilir.
Makalelerin
yayımlandığı yerlere baktığımızda, yayımlandıkları dönemde en çok okunan ve
bilimsel kalitesi yüksek neşriyatta basıldığı anlaşılıyor. Sadece
entelijansiyanın değil, herhangi bir araştırmacının ya da öğrencinin ya da
sadece konuya ilişkin meraklı birinin kolayca erişeceği dergilerde… Nihâyet
kitap, yolu kitapçıdan geçecek herkesin istifadesine sunulmuş oluyor.
Gerek
üslûbu, gerek alana dair kuramsal ve kavramsal açıdan hâkimiyetine bağlı bakış
açısı, gerekse konuyu işleyiş plânıyla kendisine özgü bir yöntem geliştirmiş
görünüyor ki bu, onu diğerlerinden ayırıyor. Kendine özgülüğü edinebilmiş
araştırmacılarımızın sayısını düşündüğümüzde, kendisine bu alanda hatırı
sayılır bir konumu teslim etmek gerekiyor.
Eğer
“Solcu duruş” diye bir kavram var ise (ki özgürlüğü, eşitliği savunan, ancak,
bilhassa “yabancılaşma”yı eleştiren yönüyle) Tanıl Bora’nın gayreti, bu duruşa
anlam katıyor. Başka Sol yazarları da okuduğum hâlde, Bora’yı okurken, onun
okurun zihnine değil sadece, kalbine de tesir edebilen yönüyle arkadaşlık
kurabildim diyebilirim.
Aslolan
da nerede durduğumuz değil, durduğumuz yerde hapsolmamamız değil mi?
Sonuçta
kendimizi, çevremizi, dünyamızı doğru okuma, anlama ve anlamlandırma gayreti
içerisindeyiz...
Türk
Sağının serencamını merak edenlere, kitabı mutlaka okumalarını tavsiye ederim.
Hacim olarak da kısa sürede bitirilebilecek bir kitap. Yerinde kullanılmış
zengin kavram yelpazesinin yanı sıra, dilinin yalınlığı ve yazının akıcılığı
sayesinde, üç bölümden oluşan bu kitabın en çok üç oturuşta bitirilebileceğini
düşünüyorum. Okumanın ardından zihnimizde oluşacak yeni sorulardan dolayı… Ama
kitapla ve dolayısıyla yazar ile bağ, daha uzun soluklu olacaktır.
Aslî kaynak: Bora, T. (2018), Türk
Sağının Üç Hali Milliyetçlik, Muhafazakârlık, İslâmcılık, İkinci Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul.
Kaynakça: Neuman, W. L. (2016), Toplumsal Araştırma Yöntemleri, Sedef
Özge (Çev.), Sekizinci Baskı, Yayın Odası, Ankara.
[i] Yazara dair bu bilgiler, halen
editörlüğünü yaptığı İletişim Yayınlarının resmi web sayfasından
alıntılanmıştır. https://www.iletisim.com.tr/kisi/tanil-bora/4848#.XcTzhtUzbIU
[ii] “Delinin dikalası” deyiminden
ödünç aldığı “dikala” kavramı, gözetim altında bulunan, gözetlenen, denetlenen
hastalar için kullanılan bir ifade. Bu ifadeyi kullanması bir tesadüf değil,
sağa dair nihai bakış açısını temsil ediyor.
[iii] "Yorumlayıcı Sosyal Bilim
Metodolojisi, araştırmaya üç ana yaklaşımdan anlamlı toplumsal eylem, toplumsal
olarak inşa edilen eylem ve değer göreceliğini vurgulamaktır." (Neuman,
2016:130)
[iv] Muhafazakarlığa dair bu metaforu
kullanırken, “Gaz verme, gaza getirme” amiyane kullanımlarını hesaba kattığını
kabul ediyor.
[v] "Sosyal Bilim Kuramı 'daha basit olanın daha iyi' olduğu anlamına gelen tutumluluk ilkesini benimser. Bu sayede daha sade bir yapıya sahiptir, gereksiz ya da fazla unsuru bulunmaz." (Neuman, 2016:77).