BEN okuldan zevk
almıyorum. Yaşıtlarım okuldan zevk almıyor. Büyüklerim ve küçüklerim de okula
gitmekten zevk almıyor. Her sabah istemeye istemeye kalkıp ruhsuz ve yorgun
ifadelerle derslere giriyoruz; bize çalışmamız söylenen derslere isteklerimizi
göz ardı ederek çalışıyor ve en sonunda bizi diğer insanlardan farklı kılan
bütün özelliklerimizi ve yeteneklerimizi kaybedip bir robot misâli tüm
yaşıtlarımızla aynı düzeye getiriliyoruz. Peki, ne diye bu yapılıyor? Ne diye
göz göre göre gençlerin o güzel ve taze zihinleri köreltilip zorlanıyor?
Howard
Gardner’in 1983 yılında ortaya çıkarmış olduğu “Çoklu Zekâ Kuramı”na göre zekâ,
çeşitlilik gösteriyor ve sanıldığı gibi tek tip, baskın bir tür yok. Meselâ bir
çocuk, matematiğin çarpma konusunu diğer çocuğa göre daha yavaş yapıyor veya
yapamıyorsa bu, onun zeki olmadığına işaret etmiyor. Ya başka bir alanda üstün
olduğunu, ya konuyu farklı bir yöntemle yapabildiğini ya da çarpmayı tamamen
değişik bir süreç olarak gördüğünü gösteriyor. Gardner’e göre dokuz tip zekâ
var ve bu sebeple bir kişinin aklını yalnızca tek bir alana göre belirlemeye
çalışmak, o kişiye yapılan bir haksızlıktan başka bir şey değil.
Bu
gerçekle birlikte, birçok öğrencinin içinden okulu umursamak gelmiyor artık.
Çünkü kendilerini keşfetmek ve hayata hazır olmak için gelecek umuduyla
gittikleri yerden yalnızca defterlerindeki formüller ve zihinlerine
yerleştirilen ezber bilgilerle ayrılıyorlar. Evet, eğitim sistemimiz
öğrencileri akademik alanda geliştirmeye çalışıyor ve bunu başarılı bir şekilde
gerçekleştiriyor. Fakat ellerinden yaratıcılıklarını alıyor. Hayâllerini
kullanarak kendi geleceğini kurtarabilecek gençlerin heveslerini kursaklarında
bırakıyor.
Bu
gençler, susuz bırakılmış çiçeklerin kuruyan yaprakları gibi her geçen gün
hayâllerini suya düşürüyorlar. Beynimizin tamamen matematiksel kısmını
çalıştırmaya yönelik olan bu sözde eğitim, günün sonunda geriye kalan sekiz
zekâ türünü yavaş yavaş köreltiyor ve gizliden gizliye onları kullanmamıza izin
vermeyecek noktaya getiriyor. İçinde bulunduğumuz mevcut sistem sayısal zekâsı
gelişmiş kişileri bir yerlere getiriyor sadece. Ya da farklı bir zekâ türüne
ait kişileri zorla sayısala yöneltip kendilerini daha iyi gösterebilecekleri
alanda dumura uğramalarına sebebiyet veriyor. Zavallı öğrencilerin potansiyellerini
kaybetmelerinden, hattâ hiç bulamamalarından başka hiçbir işe yaramıyor bu
sistem.
İnsanların
neden mutlu olmadığı şimdi anlaşılıyor! Haylaz, derslerine çalışmayan öğrenciler
hep akılsız olarak nitelendirilirlerken, beyinleri sistemin istediğine göre
çalışan öğrencilerse hep üstün zekâlı kabul edildi. Bu çok acı!
Yetişkinler,
çocuklar ve gençlerle alâkalı bir meseleyi kendilerinin daha iyi
anlayabileceklerini sanıyorlar. Oysa empati yapabilmenin tecrübeden çok daha
üstün olduğunu bilmiyorlar. Bir zamanlar gerçekten çocuk olmuş, gerçekten
sistemin gençler üzerinde uyguladığı zorlayıcı eğitime maruz kalmış ve bunu
samimî bir niyetle düzeltmeye çalışan bir yetişkinle karşılaşmak, eğitim
sistemimizin başına gelebilecek en güzel hâdise olur bu saatten sonra.
İnsanlar
yapamadıkları bir işi yapmak istemez ve bunun şımarıklıkla bir ilgisi yoktur.
Yetenekli ve ilgili oldukları alanlarda başarıyı yakalamayı istemeleri ise en
doğal haklarıdır.