TARİH, kitap
sahifeleri arasında yer alan milletlerin geçmişte yaşadığı basit hayat hikâyeleri
değildir. Tarih, zaman katmanlarının arkasında kalmış toplumsal hatıralar da
değildir. Yine tarih, günümüz insanı için fazla anlam ihtiva etmeyen bir belge,
bilgi ve yorumlar bütünü de değildir. Tarih, geçmişteki insanlardan ziyade,
günümüz insanının ilk bakışta görünmeyen temel ihtiyacını karşılamak için var
edilmiş bir kavram ve bilim dalıdır.
Günümüz insanının kendi
kimliğini kazanmasının temel dayanağı, ağır ve karışık sosyal meselelerin
çözümünde yol gösterici bir formül, bir arada yaşayabilmenin önemli bir bağı,
istikbale hazırlanmanın bir kılavuzu ve yaşamayı geliştirmenin, tekâmül
ettirmenin en önemli motivasyonudur.
Dünya tarihinde Türkiye
Tarih, bir milletin
geçmişe uzanan içtimaî bünyesinin başlangıç kısmıdır. İnsan topluluklarının
cemiyete, cemiyetlerin millete dönüşmesinde tarihin olmazsa olmaz bir işlevi
vardır. Fransız düşünür Ernest Renan, “millet” kavramını “Aynı tarihe sahip
olan ve beraber yaşama arzusu gösteren insan topluluğudur” şeklinde tarif
etmiştir. Günümüzdeki “millet” tanımında en çok benimsenen tarif budur.
Milletlerin yanı sıra devletlerin doğuşunda ve varlığını sürdürmesinde tarihin,
inkârı mümkün olmayan bir yeri vardır. Günümüzde büyük millet ve devletlerin arka
planlarında köklü bir tarihin varlığı daima düşünülmelidir. Dünya tarihinde
2300 yıl yer almış Türk milletinin de geniş bir zaman ve mekâna yayılan tarihî
varlığı, dünya bilim literatürünün de kabul ettiği büyük bir gerçektir.
Türklerin, başrol oyuncusu oldukları tarih sahnesinde, çok sayıda tarihî olay
ve olgunun kahramanı olduklarını söylemek de gerçeğin ifadelerinden biridir.
Örnek olarak, Türklerin
sahibi oldukları temel “olgu”lardan birisi Anadolu’nun “Türkiye” olmasıdır.
Dünya tarihi içinde de Türkiye olgusu, fevkalade geniş yer tutmuş, bütün dünya
milletlerinin önemli bir kısmını etkilemiş veya yakından ilgilendirmiştir.
Dünya tarihinde “Türkiye” olgusu, Kuzey Amerika’ya İngiliz kültürünün
yerleşmesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulması kadar önemlidir.
Batı’nın aktörleri ve
Türkiye’nin doğuşu
Diyar-ı Rum’un “Türkiye”
oluşu, siyasî bir gelişme ve değişmenin ötesinde bir medeniyet değişimidir. Bu
olgu, bin yıllık Doğu Roma/Bizans medeniyetinin çöküşünün yerine, Türklerin
önderliğindeki İslam medeniyetinin yerleşmesini ifade etmektedir.
Tarihin muhteşem olgusu,
“Türkiye”nin doğuşunda, Ortaçağ’ın köşe taşları niteliğinde olan büyük
olayların rol oynadığını da bize yine tarih denilen temel bilimin özgül
ağırlığı yüksek bilgilerle dolu sahifeleri söylemektir. Sultan Alp Arslan ve
Malazgirt’le başlayan Türklerin Anadolu vuslatı, Selçuklu hükümdarı Süleyman Şah’ın,
tarihin ilk “Türkiye” devletini kurmasıyla devam etti. Bizans ve Doğu Roma
denilen medeniyet devinin, Müslüman Türk cenderesinde yolu ekvatora düşmüş
kocaman bir buz dağının erimesi gibi küçülmeye başlaması, Doğu’nun ve Batı’nın
siyasî aktörlerini şaşkınlığa sevk etmişti. Özellikle şaşkınlığın yanında
endişeye de düşen Batı aktörleri, kendilerine ait saydıkları bu medeniyet
devinin erimesini içlerine sindiremeyerek harekete geçtiler. İşte o zaman Doğu
ile Batı arasında tarihin çok uzun ömürlü korkunç savaşlarından biri gerçekleşti.
Önemli bir kısmı Anadolu üzerinde gerçekleşen bu savaşlara dünya tarihçileri “Haçlı
Savaşları” dediler. Bu savaşların önemli sonuçları oldu. Haçlılar, Anadolu’yu
Türklerin elinden alıp Bizans’a veremediler, fakat Bizans’ın biraz daha
toparlanıp ömrünün uzamasını sağladılar. Bu arada Anadolu’da, çok çetin bir
rakip olarak tanıdıkları Türklerin varlığını, Anadolu’nun büyük kısmına
izafeten “Türkiye” diyerek tescil ettiler.
Kutsal yerleri Müslüman Türklerin elinden geri almak ve Doğu Roma’yı (Bizans) çöküşten kurtarmak için yapılan büyük Haçlı müdahalesi Türk aksiyonunu önleyemedi. Bugünkü Batı medeniyetinin anası kabul edilen Bizans, kademe kademe geri çekilmek zorunda kaldı. Bir zamanlar Mısır dâhil Ortadoğu’nun büyük kısmına hükmeden bu büyük medeniyet devi, Marmara bölgesine sıkışmış, yıpranmış ve yaşlı bir devlet haline gelmişti. Öte yandan Anadolu’nun Türkiye olması, genişleyerek ve gelişerek devam etti.
Osmanlı Devleti, İngiliz düşünür Arnold Toynbee’nin dediği gibi, dünya tarihinin gelmiş geçmiş üç büyük imparatorluğundan biri olacaktır. Bu da “Türkiye” olgusunun adeta tarihî bir infilakıdır.
Anadolu’nun Türkiye olma
serüveni
Türkiye olgusunu Orta Asya’dan
İslam dünyasına yönelik akan büyük istila seli de önleyemedi. Moğol istilası,
şüphesiz doğudaki Selçuklu mirasçısı olan Müslüman memleketleri menfi olarak
derinden etkiledi. Bir zamanlar kültürel gelişmenin parlayan yıldızları
hükmündeki Müslüman şehirlerin büyük kısmı yıkıma uğradı. Moğol zulmünden kaçan
yüzbinlerce insan, kendileri için yeni hayat alanları aradılar. Bu çerçevede
çok sayıda yeni Oğuz aşireti Anadolu’ya geldi ve binlerce Türk’ün sığınak yeri
Anadolu oldu. Moğol siyasî baskısı Anadolu’yu da etkiledi. Ancak Anadolu’nun
Müslüman Türk halkı, içinden çıkardığı manevî önderlerin de sayesinde Moğol
sultası karşısında ayakta kalmayı başardı. Moğol işgali, Anadolu’da Selçuklu
iktidarını önce zayıflattı, arkasından da tamamen yıktı. Selçuklulardan sonra
Anadolu, birtakım Oğuz beylerinin idaresinde parçalanmış bir yönetim evresine
geçti. Türkiye tarihinde bu döneme “Beylikler Dönemi” denilmektedir.
Ortadoğu’da büyük bir siyasi
güç
Anadolu Türk Beylikleri, -kendi
aralarında- Anadolu’da birliği sağlamak için büyük bir mücadeleye giriştiler. Bu
mücadeleler sonunda -beklenmedik bir şekilde- vasat görünümlü bir Türk beyliği
öne çıkmıştı. Bu beylik, kuzey batı Anadolu’da Bizans’la sınırdaş Osmanlı
Beyliği idi. Oğuzların Kayı boyuna bağlı olarak kurulan Osmanoğulları
yönetimdeki Osmanlı Beyliği, 150 yıllık bir mücadeleden sonra Anadolu Türk
birliğini büyük ölçüde sağladı. Üstelik artık büyük bir devlet olan Osmanlılar,
Balkanlar’da geniş bir bölgeye hâkim olmuşlar, dünyanın en önemli şehri
İstanbul’u da fethetmişlerdi. Böylece onlar, Ortadoğu’nun en büyük siyasî gücü
haline gelmişlerdi. Karamanoğulları, Candaroğulları, Aydanoğulları gibi
beyliklerden daha küçük olan bu siyasî teşekkülün, hepsinin önüne geçerek büyük
bir dünya devleti haline gelmesi şaşırtıcı ama fevkalade bir gelişmeydi.
Üç büyük imparatorluktan
biri
Osmanlı Devleti’nin doğuşu
ve büyümesi, “Türkiye” olgusunun sonuçları içinde son perdeydi. Zira Osmanlı
Devleti, zaman içinde çok daha büyüyecek, inanılmaz bir gelişmişlik düzeyine
yükselecekti. Osmanlı Devleti, İngiliz düşünür Arnold Toynbee’nin dediği gibi, dünya
tarihinin gelmiş geçmiş üç büyük imparatorluğundan biri olacaktır. Bu da “Türkiye”
olgusunun adeta tarihî bir infilakıdır. Asya, Avrupa ve Afrika’nın en stratejik
topraklarına hâkim olan bu devlet, zaman içinde İslam dünyasının neredeyse
yüzde doksanına hükmeder bir vaziyete gelecektir. Uzun yıllar İslam dünyası
denilince akla Osmanlı Devleti gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu ikbal dönemine
dünya tarihinde “Osmanlı Barışı” dönemi denilmiştir.
Bu ihtişamlı siyasî yapının merkezi ve beyni, hiç şüphesiz “Türkiye” olmuştur.