DAHA resmî
ve örgütlü bir toplumsallaşma kurumu, eğitim ve bunun içindeki öğretmelerle
gerçekleştirilir. Okul yapma sadece bilgi ve beceri değil, toplumsal
sorumlulukları da öğretir. Bu nedenle çocuğu etkileyen ilk organizasyon
eğitimdir. Yeni okula başlayan bir çocuk, kendisine yabancı birçok yüzle
karşılaşır. Eğitimin başlamasıyla birlikte toplumun temel yapısı anlatılmaya ve
öğretilmeye başlanır.
Böylece uygulanan çeşitli
kurallarla çocuklara, diğer insanlarla ilişkilerinde karşılaşacakları güçlükler
gösterilmeye, toplum hâlinde yaşamanın kuralları anlatılmaya çalışılır. Bu
şekilde çocuklar gerek birey, gerekse grup olarak kendilerinden beklenenleri
anlamaya çalışır ve toplumun birer parçası olmaya başlarlar.
İşte bu aktarmada çok
önemli bir rol düşer eğiticilere! Aldıkları sorumluluk onlara, gösterdikleri
yol, davranış ve kişilik özellikleriyle öğrenciye ilk örnek olma niteliğini
verir. Öğretmenler öğrencilerine bilgi ve beceri aktaran profesyonel
toplumsallaşma kurumlarıdırlar.
Eğitimin açık ve gizli
fonksiyonları, bireyin toplumsallaşmasında büyük önem taşırlar. Birinci açık
fonksiyon, okuma, yazma ve aritmetik yeteneğini geliştirmektir. Bu tür
fonksiyonlar toplumsallaşmanın önemli parçalarındandır. Gizli fonksiyonlar ise
çocuğun toplumsal sistemi anlamasını ve benimsemesini kolaylaştırırlar.
Örneğin, evde çocuk sadece ailesi ile ilgili norm ve değerleri öğrenirken,
okuldaysa çok daha geniş bir bakış açısıyla dünya ile ilgili evrensel değerleri
öğrenir. Böylece yaşadığı toplum içerisindeki yaygın ekonomik değerleri
benimseyen genç, çalışma yaşamına da bir ölçüde bu sıralarda hazırlanır. Kısaca
eğitim, bütün dünya çocuklarına kendi ülkelerinin ekonomik ve politik
sistemlerini öğrenmelerinde ve desteklemelerinde büyük katkı sağlar.
Eğitim kurumları
Eğitim kurumları ya da
okullar, çocuğun ya da gencin sosyalleşmesinde rol oynayan müesseselerin
başında gelir. Eğitim kurumlarını diğer kurum ya da gruplardan ayıran en önemli
özellik, toplumsallaşma sürecinin plânlı ve kontrollü bir biçimde gerçekleştirilmesindeki
rolünden ileri gelir. Okulda çocuğa toplum tarafından benimsenmiş değer ve
normlardan hangilerinin öğretileceği, kültürün hangi özelliklerinin
kazandırılacağı önceden belirlenir. Tüm eğitim etkinliklerinin amaçlar
doğrultusunda gerçekleştirilmesi öngörülür. Çocuklar ve gençler okulda, bir
yanda yaşamlarını sürdürmek ve karşılaşacakları sorunların üstesinden gelmek
için gerekli olan bilgi ve becerileri kazanırlarken, aynı zamanda da gelecekte
üstlenecekleri rollerin gerektirdiği birtakım kazanımları edinirler.
Eğitimin açık
işlevleri: Toplumun kültür
mîrasının birikiminin aktarılması, yenilikçi ve değişmeyi sağlayan elemanlar
yetiştirmek, siyasal işlev, seçme işlevi ve ekonomik işlev.
Eğitimin
gizil işlevleri: Eş seçme, tanıdık
sağlama, konum kazandırma, çocuk bakıcılığı, işsizliği önleme, ekonomik
sömürülmeyi önleme, temizleyicilik.
Toplumsallaşma
“Toplumsallaşma” kavramını ilk
kullanan Durkheim'dir. Topluma hazırlanma ve katılma süreci, bireyin içinde
yaşadığı toplumun kültürünü ve toplumdaki rolünü öğrenerek toplumla
bütünleşmesi anlamına gelen temel sosyal süreçtir.
Toplumsallaşma, bireyin dünyaya
gelmesiyle başlar. Dünyaya yeni gelen bebek, hayvanî gereksinimleri ve
dürtüleriyle biyolojik bir organizmadır. Bununla birlikte o, başlangıçtan îtibâren
sosyal olarak belirlenmiş durumlara tepki göstermek yönünde koşullanmaya
başlanır. Büyüdükçe içinde yaşadığı grup tarafından tanımlanmış davranış
biçimlerini ve grubun değerlerini öğrenmeye başlar. Giderek grubun değerlerini
kendi bireysel yapısı içerisinde içselleştirir ve böylece bir kişilik kazanarak
toplumun bir üyesi hâline gelir. Toplumsallaşma, toplumsal ve bireysel
yaklaşımlara bağlı olarak iki şekilde ele alınır.
Birincisi, nesnel bakımdan
(toplumsal açıdan) sosyalleşmedir: Bireyin kültürünü öğrenerek içinde yaşadığı
organize yaşam biçimiyle uyuşmasıdır.
İkincisi, öznel
bakımdan (bireysel yaklaşıma göre) sosyalleşmedir: Kişinin doğuştan getirdiği potansiyel
birikimi toplum içerisinde arttırması ve geliştirmesi sürecidir.
Toplumsallaşma
ve eğitim
Sosyoloji açısından
bakıldığında eğitim, sosyalleşmenin özel bir görünümü, özel bir şekli olarak
anlaşılıyor. Çünkü eğitim, belli amaçlar doğrultusunda kişide belirli davranış
yatkınlıklarını geliştirmek veya istenmeyen bazı davranış ve alışkanlıkları
değiştirmek (davranış modifikasyonu) olarak görülmektedir.
Eğitim amacıyla görevli ve
yetkili makam, kurum ve kişiler, çocukları ve gençleri yönlendirme işini
yapmaktadırlar. Ama bir yandan örgün eğitim sürerken, öte yandan arkadaş
grupları, kitle iletişim araçları, çıkar birlikleri, politik kuruluşlar ve
kamuoyu tarafından yapılan etkilemeler de sürmektedir.
Okul, öğrencilere sadece eğitim
programındaki bilgileri aktarmak, oradaki amaçlar doğrultusunda bazı beceri,
alışkanlık ve davranış kalıplarını kazandırmakla sosyalleştirme görevini
yapamaz. Elbette çocuklar farklı bilim alanlarındaki bazı pratik ve teorik
bilgileri öğrenmek, becerileri kazanmak için okula gelirler. Ama bu bilgi ve
becerileri öğrenirken aile ve diğer sosyal kurumlardan çok farklı bir yapıya
sahip olan “okul toplumu” içinde yaşamayı da öğrenirler.
Okullar, âdeta aile ortamı ile
büyük sosyal kurumlar arasında bir geçiş toplumudurlar. Belki aile kadar sıcak
ve hoşgörülü değildirler ama içinde yaşadığımız toplumun diğer bazı kurum ve
gruplarındaki kadar acımasız da değildirler.
Çocuklar okulda kazandıkları
birçok bilgi ve becerilerin yanı sıra aile fertlerinden başka yabancı
çocukları, büyükleri ve yöneticileri de tanırlar. Farklı davranış şekilleri,
farklı alışkanlıklar, gelenekler, değerlendirme teknikleri ile karşılaşırlar.
Öğrenciler arkadaşlarından, öğretmenlerinden, okul yöneticilerinden, memur ve
hizmetlilerinden gelen bu tipik davranışlara yavaş yavaş alışırlar; okuldaki
sosyal ilişkiler ağını, sosyal örgüyü öğrenirler. Bu, onların daha sonra
katılacakları “yetişkinler toplumu”ndaki örgüyü tanıma ve öğrenme şanslarını
gösterir.
Sosyalleşme, çeşitli sosyal
çevre etkileri ile kişinin bazı tutum ve davranışları öğrenmesi, benimsemesi,
çevresine uyum sağlamasıdır. Her canlı varlık gibi insan da -yaşayabilmek için-
çevresindeki fizikî ve sosyal çevreye uyum yapmak zorundadır. Bu genel uyum
eğitiminde sosyal çevresi de insana yardım eder. Hatta yardımdan daha öte,
amaçlı ve plânlı birtakım etkileme ve yönlendirmelerle çocuklar ve gençler, istenilen
şekilde yetiştirilmek ve kalıplandırılmak istenirler ki, bunun adı “sosyalleştirme”
veya “eğitim”dir (Ergün,1986).
Emile
Durkheim
Eğitim sosyolojisinin kurucusu,
Fransız sosyolog Emile Durkheim'dir. Durkheim, eğitime sosyal bir olay olarak
bakmıştır. Eğitimde toplumun göz önünde bulundurulmasına ağırlık vermiştir.
Eğitim, toplumda uyumu ve birliği geliştirir, korur.
Sosyal kurumları "sosyal
kolektif duyguların kristalize olmuş bir şekli" olarak niteleyen Durkheim,
eğitimi de bir sosyal kurum olarak kabul eder. Ona göre eğitim, toplumun bir
fonksiyonudur. Çeşitli toplum tiplerine göre değişen eğitim, yetişkin nesillerin
genç nesillere etki ederek çocukları belli bir düzeyde ve toplumun istediği şekilde
bedensel, ahlâkî ve zihnî düzeye çıkarmaktır.
Durkheim'in görüşlerine genel
olarak bakıldığında, onun eğitimi, çocukları ve gençleri sosyalleştirme olarak ele
aldığı görülmektedir. O hâlde eğitim, toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenecektir.
Böyle olunca da her toplumun kendi devamlılığını sürdürmek için ortaya koyduğu
ahlâk, değerler ve diğer sosyal normlar, eğitimin genç kuşaklara benimseteceği
ilk unsurlar olacaktır.
Max
Weber
Weber’e göre sosyal hayatta
bütün faktörler birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler. Ekonomik ilişkilerin
din ve diğer sosyal ilişkiler üzerinde büyük etkileri olduğu gibi, meselâ her
din de bir iktisadî ve sosyal ahlâk yaratmaktadır. İnsanların duygularını, düşüncelerini,
vaziyet alışlarını etkileyen faktörlerin içinde dinin önemli bir yeri vardır.
Kapitalizm de Protestanlığın getirdiği kapitalist zihniyetin bir eseridir.
Dinler ahlâkî değerleri, ahlâkî değerler de sosyal ve ekonomik hayatı
şekillendirmektedir.
Eğitim, fertlerin ileride
toplumsal yapı (bürokrasi ve sosyal tabakalaşma) içinde alacakları statüyü
belirleme açısından çok önemlidir. Weber'in tipoloji yaklaşımı, eğitim sosyolojisi
araştırmalarında çok etkili olmuştur.
Ziya
Gökalp
Ziya Gökalp, eğitimin amaçları
konusunda büyük oranda E. Durkheim'in görüşlerini Türkçeleştirerek işe
başlamıştır. Ona göre “terbiye, bir cemiyette yetişmiş neslin henüz yeni
yetişmeye başlayan nesle fikirlerini ve hislerini vermesi” demektir. Bu
şekildeki bir eğitim, yaygın eğitim ve organize eğitim şekillerinde halk
arasında ve okullarda olmaktadır.
Eğitimi "ferdin içtimâîleştirilmesi"
olarak ele alan Ziya Gökalp'a göre, toplumların gelişmesi sonucu ortaya çıkan
işbölümü, fertlerin muhtariyetini doğurmuştur. Çağımızın insanlarında ferdî
şahsiyet esastır. Hakîkî ferdiyetler ancak millî fertlerdir, diğerleri
dejeneredir. O hâlde “terbiyenin gâyesi, millî fertler yetiştirmektir; millî
fertler yetiştirmekse doğrudan doğruya ‘millet yapmak’ demektir”.
Eğitim, millî kültüre göre
yetişmiş, onu temsil eden şahsiyet sahibi gençler yetiştirmelidir.
Ziya Gökalp, Fransız örneğinin
Tanzimat’tan beri bizim eğitimimizi yanlış yola sürüklediği kanısındadır. Çünkü
o, eğitimi "fertlerin millî kültüre intibâkı" şeklinde târif etmekte
ve "medeniyetçi" Fransız eğitimine karşı kültürcü ve yüksek şahsiyet
yetiştiren Anglo-Sakson ve Alman eğitim sistemlerini beğenmektedir. Türk
milleti, modern milletler seviyesine çıkartılmalıdır. Önce okullarda, çocuklara
ve gençlere verilecek millî kültür kurulmalıdır. Bunu yapacak olan üniversite
millî kültürü kurmalı, bunu geliştirdikten sonra inşâ liselere yayılmalıdır.
Bu bakımdan Ziya Gökalp, modern
eğitimin millî kültüre dayanması gerektiğini, millî kültürün de milletin
hayatından belirdiğini, Avrupa'dan kültür ve eğitim alamayacağımızı ileri
sürmektedir. Ancak fertlerin teknolojiye intibâkı olan öğretim lâmillidir ve
bunu Avrupa'dan aynen almalıyız. (Ergün.)
Prens Sabahattin
Sabahattin
Bey'in esas gâyesi, önceleri Osmanlı toplumunun, daha sonra da Türkiye'nin
nasıl kurtarılacağının yolunu bulmaktı. Toplumu kurtarma çabalarında esas rolü
oynayanlardan biri eğitim olacaktı. Ona göre o günkü sefâletimiz, o günkü
eğitimin çürüklüğünden geliyordu. Gerçi eğitimin özünü esâsen sosyal yapı
belirliyordu; ferdiyetçi toplumlarda eğitim etkin, ferdiyetçi olmayan
toplumlarda ise etkisiz (pasif) idi. Ama yine de toplumla eğitim arasında sıkı
bağlar vardı. Eğitim, sosyal değişmenin de önemli araçlarından biri idi.
Sabahattin
Bey'e göre eğitimde Anglo-Sakson modelini örnek almalıyız. Çünkü bu sistemde
gençler, hiç kimsenin yardımı olmadan hayatlarını kazanabilecek bir kişisel girişkenlikle
yetiştiriliyorlar. Türkiye'de ise eskiden beri herkes sırtını devlete dayama
eğilimindedir. Yeni okul sisteminin mezunları da hep devlet memuru olmayı
amaçlıyorlar. Hükûmetlere muhtaç olmadan tarım, ticaret ve sanayi alanında
başarılı olabilecek bireyler yetiştirmeliyiz. Memura dayalı eğitim sistemimizi,
kuvvetli şahsiyetler yetiştirecek şekilde değiştirmeliyiz.
Sabahattin
Bey, Türk düşünce hayatında ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Ona göre Batı’nın
gerçek üstünlüğünü sağlayan, aslında onun bireyci yapısı idi. Oradaki bütün
fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin temelinde bu vardı. Bizim de
Batılılaşmamız, kendi kendimizi yönetebilmemiz, gerçek hürriyete kavuşmamız
için ferdî girişkenlik ve ferdî haklar temeli üzerine bir toplum yapısı
kurmamız gerekiyordu.
20 Yüzyıl Başlarında Türk
Eğitiminin Amaçları Konusundaki Tartışmalara Mukayeseli Bir Bakış, Doç. Dr. Mustafa Ergün (makale).
Eğitim Sosyolojisi, Prof. Dr. Mahmut Tezcan.