ÜSKÜP ile Sofya arasındaki
yaklaşık dört saatlik yolun sonunda, Balkanlar gezimizin son bölümüne eriştik.
Yolların
Sofya’ya kadar iyi olduğu söylenemez. Makedonya sınırları içinde belli bir
kesim hem dar, hem de virajlı. Gümrüğü geçtikten sonra küçük yerleşim
birimleriyle karşılaşırsınız. Bazen ekilmemiş boş tarlalarda başıboş dolaşan
atlar görürsünüz. Yine yol boyunca ayçiçeği ve mısır tarlalarını seyredersiniz.
Ayçiçekleri sapsarı çiçek açmış ve hepsi saatin üç tarafına bakıyordu.
Sofya’ya
doğru ilerlerken geçilen kasabaların bakımsız evleri dikkatten kaçmıyor.
Sıvaları dökülmüş, balkon demirleri paslanmış, kiremitleri kırılmış ve yosun
tutmuş evlerin Avrupa Birliği kriterlerine nasıl uygun kabul edilmiş olduğunu
düşünmeden edemiyorsunuz.
Türkmenistan’da
bir Türkmen evinin balkonunda asılmış olarak gördüğüm uzun boynuzlu geyik
kellesini Sofya’ya giderken yol kenarındaki bir evin balkonunda da gördüm.
Türkmenler “Nazar değmesin” diye asarlar, fakat Bulgaristan’daki bu ev sahibinin
niçin astığını bilemem.
Sofya,
Bulgaristan’ın başkenti ve en büyük şehri… 7 milyonluk Bulgaristan’ın yaklaşık
1,3 milyonu Sofya’da yaşamaktadır. Şehre girer girmez, Sovyetleri bilen biri,
Sovyet etkisini hemen fark eder. Geniş caddeler, blok yapılar, binaların mimari
özelliği, elektrikli otobüsler ve raylı sistemler, Sovyetlerin Bulgarlara
tesiri olarak değerlendirilebilir.
Bugün
Sofya Meydanı, devasa hükûmet binaları ve kiliselerle bir gövde gösterisi yapar
gibidir. Çünkü o kadar büyük ve birbirine yakın kiliselerin gerçekten bir
ihtiyaçtan yapıldığını sanmam. Zira kiliselere devam eden o kadar insan bulmak
çok zordur. Üstten bakıldığında Alexander Nevsky Katedrali ve bütünüyle meydan,
bir asma kilidi andırır. Bu eserin, 1877-1878 yıllarında Osmanlı-Rus Savaşı’nda
savaşan Rus askerler anısına yapıldığı söylenir. Elli üç metre yüksekliğinde
olup, küçük kubbeleri yeşil, en büyük kubbesi sarıdır. Bu kubbenin altın
kaplama olduğu söyleniyor. Büyük bir meydanın ortasına kondurulmuş ve meydan da
adını bu yapıdan almıştır.
Kadı
Seyfullah Efendi Camii’nin bahçesinde, bir grup arkadaşıyla oturan biriyle
karşılaşıyorum. Selâm veriyor ve o civarda yemek yiyebileceğimiz bir mekân olup
olmadığını soruyorum. Gencin üstü başı, saç sakal tıraşı, gayet bakımlı olduğunu
gösteriyor. Kendini tanıtıyor: “Ben Şenol Hoca, Kadı Seyfullah Efendi Camii baş
imamıyım…”
Tokalaşıyoruz.
Karşılıklı memnun olduğumuzu söyledikten sonra caminin vakfının karşı caddede
lokantası olduğunu, orada gönül rahatlığı ile yemeklerimizi yiyebileceğimizi
söylüyor. Hocayı bulmuşken sorularım peş peşe geliyor: “Sofya’da başka cami var
mı?” “Hayır, ibadete açık tek cami burasıdır. Bazı apartmanların altına Arap
destekli mescit açılan yerler de vardır” cevabını alıyorum. “Sofya’da cami
olarak yapılmış fakat şimdi kapalı olan mabetler var mı, neredeler?” diyorum,
“Burası var, ibadete açık! Buranın dışında Mahmut Paşa Camii var, onu müzeye
çevirmişler. Şimdi müze olarak kullanılıyor. Gül Camisi ve Kara Cami var, onlar
da kiliseye çevrilmişler” diyor.
“Peki,
Sofya’daki Müslümanların ibadeti için bu cami yeterli midir?” diyorum, “Vakit
namazları için sıkıntı yok, fakat Cuma ve bayram namazlarında bu caddeler dolup
taşıyor” diyor.
Kırcaalili
Şenol Hoca, imam-hatip lisesini de, Yüksel İslâm Enstitüsü’nü de Sofya’da okumuş.
Beş vakit ezandan sabah ve yatsı ezanları okunmuyormuş burada. Diğer vakitler
de ses kısılarak okunuyormuş. Şenol Hoca’yla daha konuşulacak çok şey olsa da
vakit sınırlı olduğu için fazla sohbet edemiyoruz. Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Kayıtlarda
Sofya
Bulgaristan,
Osmanlı topraklarına en erken katılan yerlerden biri... Osmanlı Devleti’nin Bulgarlar
ile ilk münasebetleri Birinci Murad döneminde Edirne ve Filibe’nin alınması
sonrası başlar. Bulgaristan, 1396 Niğbolu Zaferi sonrası Osmanlı topraklarına
katılır. Sofya ise daha önce, 1385 yılında Osmanlı hâkimiyetine girer.
Bulgaristan’ın tamamen Osmanlı egemenliğine girmesi üzerine Sofya sancak
merkezi yapılır ve Sofya, Osmanlı şehirleri arasında en az sorunlu şehir olarak
kabul edilir. Bundan dolayı belgelerde “Saadetli
Sofya” ifadesi kullanılmıştır.
Üçüncü
Murad döneminde tutulan tahrir defterine göre, Sofya’nın 39 mahallesi, iki zaviyesi ve iki de
cemaati vardır. Bu mahallelerden 21’inde yalnızca Müslümanlar oturmaktadır.
Sofya şehrinde (1520-1530) 471 hane Müslim, 238 hane gayr-i Müslim kayıtlıdır.
1530 yılında Sofya’nın 32 mahallesi
vardır. Bunlardan 18 tanesi Müslüman mahallesidir. 1500’lü yılların sonlarına
doğru ise mahalle sayısı tekrar 38’e
yükselmiştir. Mahalleler dışında iki zaviye ve iki cemaat ile birlikte
Sofya merkezinde bin 390 hane ve 29 mücerret (bekâr) kayda geçirilmiştir.
Sofya’nın nüfusunun sürekli bir artış göstermesinin sebebi olarak yeni yurt ve
otlak arayan Türkmenlerin bölgeye gelmeleri söylenebilir.
Sofya,
Osmanlı idaresine girdikten sonra Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki en önemli
şehirlerinden biri hâline gelir. Osmanlı ordusu Avrupa üzerine sefere çıkacağı
zaman çoğunlukla Sofya’yı bir üs olarak kullanır. Osmanlı döneminde tüm
Balkanlarda olduğu gibi Sofya’da da yoğun bir imar faaliyetine girilir.
Şehirler imar ve ihya edilirken yeni yerleşim mekânları kurulur. Bugün Sofya’da
bulunan kasaba ve köylerin birçoğu Osmanlılar tarafından imar edilmiş veya
kurulmuştur. Osmanlı Bulgar coğrafyasında yollar, çeşmeler, köprüler, camiler,
medreseler, kütüphaneler, tekkeler, çarşılar olmak üzere ardında pek çok eser
bırakmıştır.
Osmanlı
kültür mirası, mimari eserlerle sınırlı değildir; Balkan topraklarında yerleşen
Müslüman-Türk gruplar, beraberlerinde halk ve tasavvuf edebiyatını, çeşitli
sanat dallarını, yeme-içme kültürünü, kısaca Müslüman-Türk medeniyetinin bütün
unsurlarını bu bölgeye taşımışlar ve günümüze kadar da yaşamasını
sağlamışlardır. Sofya Osmanlı idaresine girdikten sonra buraya birçok eser
yapmışlardır. Fakat Osmanlı idaresinden çıktıktan sonra Türk-İslâm eserleri
birer birer yok edilmiştir. Özellikle 93 Harbi’nde Rus orduları komutanı,
Sofya’yı görünce, “Bu minare ormanını yakıp yıkmalı” demeden kendini alamamıştır.
Bugün Sofya’da bir, Şumnu’da birkaç cami ayakta kalabilmiştir.
Osmanlı’nın
açtığı medreseler de şunlardır: Sofu Mehmet Paşa Medresesi, Mevlâna Alaeddin
Medresesi, Sakallızâde Hacı Ahmet Medresesi, Hacı Ahmet Medresesi, Harmanlı
Medrese, Sadrazam Siyavuş Paşa Medresesi, Benli Kadı Medresesi, Koca Mustafa
Paşa Medresesi, Karatekke Medresesi.
Osmanlı,
Sofya’ya birçok cami, namazgâh ve mescit yapmıştır. Örneğin Siyavuş Paşa Camii,
altıncı yüzyılda kilise olarak inşâ edilse de Osmanlı döneminde camiye
çevrilmiştir. 1444-1456 senelerinde Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mahmut Paşa
tarafından yaptırılan Koca Mustafa Paşa Camii de mevcuttur burada.
Mehmet
Paşa Camii, Sofu Mehmet Paşa tarafından 1548’de yaptırılmıştır. Camiye, siyaha
yakın granit taştan yapıldığı için “Kara Cami” de denilmiştir. Caminin mimarı,
Mimar Sinan’dır. Cami, külliyesi ve müştemilatı ile Sofya’nın üçüncü büyük
yapısıdır. Caminin etrafında kütüphane, imaret, hastane, hamam ve kervansaray
olmasına rağmen bu yapılardan sadece cami günümüze kadar gelebilmiştir.
Banyabaşı
Camii, Kadı Seyfullah Efendi isimli bir hayırsever tarafından 1567 yılında
yaptırılmıştır. Yaptıranın isminden dolayı “Seyfullah Efendi Camii” olarak
anılır, ancak halk etrafında abdesthane ve hamam olduğundan “Banyobaşı” adını
koymuşlar.
Gül
Camii, Cafer Çelebi Camii, Hacı Bayram Camii, Sungurlar Camii, Cami-i Kebir,
Mustafa Bey Camii, Yahya Paşa Camii, Karadanişmend Camii, Fethiye Camii, Cami-i
Hoca Abdi, Cami-i Atik ve Sakallızâde Hacı Ahmed Ağa Mescitleri, Fatih Mescidi
de diğer mescitlerden… Namazgâh olarak da Sofya şehir merkezinde pazar yeri
olarak kullanılan meydanda bir namazgâh yapılmış.
Bu
eserlerin dışında Sofya’da daha birçok Osmanlı dönemi Türk eseri varmış, fakat
bunlardan birçoğu günümüze ulaşmamıştır. Meselâ Sofya Bedesteni de maalesef
günümüze ulaşamamıştır.