Sistemin merkezinden halkın merkezine: “İmam-hatipler”

Devlet-vatandaş arasındaki sistem krizlerinden biri olan “devletin dindarlığa bakışıyla” ilgili tartışmalardan bazıları imam-hatip okulları üzerinden yürüdü. Onun için 80-90 yıllık geçmişimizde sistemle ilgili her kriz, bir şekilde bu okullara da yansıdı.

TÜRKİYE’de eğitim sistemi kadar, zaman zaman okul türleri de tartışılagelmiştir. Geçmiş seksen doksan yıllık tarihimize baktığımızda siyaset ve eğitim gündemimize sıkça konu ettiğimiz okul türleri arasında köy enstitüleri, öğretmen okulları, azınlık okulları, meslek liseleri ve imam-hatip okullarını görürüz. Okul türleri üzerindeki tartışmalar zaman zaman “sistem tartışması” şekliyle sürdürülmüştür. Okul türü üzerinden yapılan sistem tartışmalarının en bilinen örneği ise imam-hatipler üzerinden yapılanıdır.

Sistem tartışmalarının merkezindeki okul: İmam-hatip

“Yüz yıllık tarihimizde, üç ana eksende devlet-vatandaş gerilimi ve sistem tartışmalarının olduğunu görmekteyiz. Bunlar ‘Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dindar’ gerilimleridir. Aklımıza gelebilecek siyasî, sosyal, kültürel ve diğer tüm duyarlılıkları bu üç ana gerilim ekseninin dalga boyları olarak kabul edebiliriz. Duyarlılıkların her birine dair pek çok tarihî sebep saymak mümkün olsa da gerilimin kronikleşmesi veya güncel kalmasının sebebi, devletin ‘vatandaş’ tanımıdır.

Bu tanımın çerçevelerini Anayasa’dan, kanunlardan ve yüz yıllık uygulamalardan anlayabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan sonraki süreçte vatandaşını tanımlarken üç kriteri öne çıkardı. Bunlar ‘Türklük, Sünnilik ve laiklik’tir. Devlet bu üç kriteri (Türklük, Sünnilik, laiklik) ortaya koyarken, tanımlarını da kendi yaptı. Bu bir anlamda, ‘Devletin istediği şekilde Türk, Sünni ve laik olacaksın’ anlamına gelmekteydi. Devlet aslında, ‘Sünni olabilirsin ama bunu benim istediğim şekilde anlayacak ve yaşayacaksın’ demişti. Benzer cümleleri Türklük ve Laiklik için de kurabiliriz.

Geride kalan yüz yıl boyunca bu tanımlara uymayan kim varsa devlet tarafından ‘sakıncalı’ sayıldı. Bazen cem evi isteyen bir Alevi, bazen başını örten bir Sünni memur veya öğrenci, bazen soydaşlık vurgusu yapan bir Türk milliyetçisi, devlet tarafından ‘Bir dakika dur!’ denilerek uygun yöntemlerle uyarıldı. ‘Sakıncalı’ tanımı kimi zaman ‘iç düşman’ tanımına kadar genişletildi. CHP’nin tek parti iktidarlarının ‘baskı dönemleri’ olarak tarihe geçmesi de bu anlayışın eseridir. 1937 yılında 12 binden fazla insanın ölümü ve 12 bin insanın zorunlu göçü ile sonuçlanan Dersim katliamı, ‘iç düşman’ uygulamasının acı örneklerindendir. İstiklal Mahkemeleri de aynı düşman teorisinin üretimlerinden biridir.

‘İç düşman’ avcılığının darbe dönemlerinde ciddi boyutlara ulaştığını hepimiz biliyoruz. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dindar gerilimleri, asıl itibariyle devletin vatandaşıyla arasında cereyan eden devlet-vatandaş gerilimleridir. Hatta ‘devletin vatandaşına yaşattığı gerilimler’ demek daha doğrudur.” [i]

Devlet-vatandaş arasındaki sistem krizlerinden biri olan “devletin dindarlığa bakışıyla” ilgili tartışmalardan bazıları imam-hatip okulları üzerinden yürüdü. Onun için 80-90 yıllık geçmişimizde sistemle ilgili her kriz, bir şekilde bu okullara da yansıdı. Mesela her askerî darbe ve muhtıra sonrasında imam-hatip liselerinin haklarını kısıtlayan kararlara imza atıldı. Bu sebeple imam-hatipler, şekli ve şemaili ile en çok uğraşılan okullardan oldu.

“Neler oldu?” sorusuna şunları cevap olarak yazabiliriz: Tarihinde 2-3 defa orta kısımları kapatıldı. Birkaç kez adı değiştirildi. Bir dönem, mezunlarının sadece ilahiyat fakültelerine gitmelerine izin verildi, bir dönem de bazı bölümleri tercih etmelerine kısıtlama getirildi. 28 Şubat sonrasında meslek liseleriyle birlikte imam-hatiplere de üniversite sınavında düşük katsayı uygulandı. Darbe dönemlerinde yurt ve okul binalarının bir kısmına el konuldu. Yine darbe ve sonrası dönemlerde okulları kontrol amacıyla “Milli Güvenlik” adlı derse özel önem verildi, bu ders adeta okulların teftiş dersi gibi kullanıldı. Okul, bazı illerde vali veya yerel yöneticilerin inisiyatifiyle resmî törenlerden çıkarıldı.

Dindarlar ve muhafazakârların çoğunluğu için imam-hatipler, eğitim hakkını kullanmanın yanı sıra bürokrasi, siyaset ve üniversite ile sosyal-kültürel hayatta var olmanın aracı oldu. 

28 Şubat’ın kıskacından sonra nitelik koşusu

İmam-hatiplere dair “sistemi korumak” merkezli devlet ayrımcılığının zirveye ulaştığı zamanlardan biri 28 Şubat dönemidir. Yukarıda yazdıklarımın yanı sıra, 28 Şubat etkisiyle çok sayıda öğrenci ve öğretmen, kılık kıyafeti sebebiyle okullarından uzaklaştırıldı. Öğrenciler bu dönemde polis copları ve panzerler ile tanıştı. 2000’lerin başında pek çok insan, imam-hatiplerin devrinin sona erdiğini düşünmeye başlamıştı. Çünkü okul ve öğrenci sayıları azalmış, okullara ilgi ise devamı sağlayamayacak oranda düşmüştü. İmam-hatipler en son 27 Nisan 2007 muhtırasında “sistem krizi” olarak devlet-asker statükosunun gündeminde kadim yerini aldı. Ancak 2002 sonrasındaki AK Parti iktidarlarının uzun çabaları sonunda imam-hatipler için yeni bir dönem başladı.

“Sonuçta üç konudaki yanlış uygulamadan vazgeçilmiş oldu. Bunları ‘imam-hatip lisesi mezunlarına üniversite sınavında uygulanan düşük katsayı, okullardaki başörtüsü yasağı, imam-hatiplerin orta kısımlarının kapatılması’ şeklinde sayabiliriz. Üç sorunu bir çırpıda yazdığıma bakmayın, söz konusu haksızlıkların her biri dev sorunlara sebep oldu ve bir kuşağın yetenekleri, hakları, fırsatları çarçur edildi. Üç sorunun giderilmesiyle birlikte imam-hatipliler için sayıca çoğalma aşaması başladı. Sayıca çoğalmayı ortaokul kısmının açılması, lise sayısının arttırılması, yeni yurtlar ve dersliklerin açılması gibi, öğrencinin sayıca çoğaltılmasını hedefleyen çalışmalar olarak düşünebiliriz.”[ii]

Bu konuda hem devlet politikaları, hem de halkın çabalarıyla son 3-4 yılda ciddi mesafeler alındı. Hak, hukuk, bina ve yurt gibi nicelik sorunları büyük ölçüde çözülen imam-hatipler için yeni hedefi “nitelik arttırma dönemi” olarak görebiliriz.

Nitelik arttırmayı, mezunlarının üniversiteyi kazanma oranının artması ve iyi bölümlere girmesi, okulların varlık amacına uygun biçimde din-ahlak konularında örnek hale gelmesi, bilim, sanat ve spor alanlarında iyi yetiştirme şeklinde açıklayabiliriz. İmam-hatiplerde niteliğin arttırılması için, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere veliler ve sivil toplum kuruluşları son birkaç yıldır adeta seferberlik ilan ettiler. ÖNDER İmam-Hatip Mezunları Derneği, İlim Yayma Cemiyeti ve Ensar Vakfı’nı, imam-hatiplilerin nitelik çabasında en çok gayret gösteren dernekler olarak sayabiliriz. Okul aile birliklerinin yanı sıra mezun derneklerinin de bu koşuda ciddi görevler üstlendiğini söyleyebiliriz. İmam-hatip lisesi mezun derneklerinin sayısı, ÖNDER’in de çabasıyla son yıllarda artarak Türkiye genelinde 400’e yaklaştı.

İmam-hatipler niçin halkın okullarıdır?

“İmam-hatipler halkın okullarıdır” cümlesi, imam-hatip liseleriyle ilgili tartışmalarda zaman zaman ifade edilen kalıp cümlelerden biridir. Bu önermenin “ağyarını mâni, efradını câmi” şekilde izah edilmesi gerekir.

Benim bu tartışmada ilk söyleyeceğim şudur: Sistem tartışması ve sistem krizine konu olan her okul, ‘halkın bir kısmının okuludur’. Bu doğal bir durumdur. Çünkü devlet, ‘anayasal tanımlar’ çerçevesinde halkından bazılarını sistem için tehlike görmesi sebebiyle krizler meydana gelmektedir. Sistem Tartışmalarının Merkezindeki Okul: İmam-Hatipler” başlığında detaylıca anlattığım gibi, devlet ve vatandaş arasındaki sistem krizlerinden olan “devletin dindarlığa bakışıyla ilgili tartışmalardan” bir kısmı imam-hatipler üzerinden yürüdü. Alevilerle ilgili krizlerin cem evi, Kürtlerle ilgili krizlerin Kürtçe, laik duyarlılıkla ile ilgili krizlerin de içki (yaşam tarzı tercihi) üzerinden yürümesi gibi...

Bu yönüyle baktığımızda, imam-hatiplerle ilgili tartışmaları “devletin dindarlığa bakışındaki sorunların alt başlıklarından biri” olarak tasnif etmek mümkündür. “Bir kısmının” yerine “halkın” diye genelleştirilmesi de söz kolaylığı ve kemiyetle ilgilidir.

Bu izahtan sonra imam-hatiplerin “halkın okulları” olmasının iki yönüne değineceğim.

İmam-hatiplerin memleket meselesi olarak görülmesi: Devlet, vatandaşlık tanımı üzerinden dindarlara yönelik oluşturduğu büyük ayrımcılığı biraz tamir etmek ve sorunun sistem krizine dönüşmesini engellemek için imam-hatip okullarını açtı. İmam-hatipler bu yönüyle resmî amacı olan devlet okullarıydı. Halk, “devlet okulu olan imam-hatipleri” büyük bir coşku ile sahiplenerek binalarını yapmaya, okulların çevresine yurtlar inşa etmeye, okullara öğrenci bulmaya, fakir öğrencilere burs vermeye, okulların odun/yakıt ve iaşesini temin etmeye başladı. İşte imam-hatiplerin “devlet okulu” olmayı aşarak “halkın okulu” olması, böyle bir sahiplenmenin eseridir. Onun için sistem ne zaman imam-hatiplerin önünü kesse, hayırseverler, mezun dernekleri, sivil toplum kuruluşları, veliler, cami cemaati el ele vererek bu okulları sahiplenmişlerdir. Dindar halk, imam-hatip meselesini bir memleket meselesi, din-diyanet davası olarak gördü.

İmam-hatiplerin çevreden merkeze geçişi sağlaması: Halifeliğin kaldırılması, Harf Devrimi, medreselerin kapatılması, Şapka Kanunu, kılık kıyafet yasakları, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Şeriyye Mahkemeleri’nin kapatılması gibi uygulamalarla dindarlar ve muhafazakârların çoğunluğu sistem dışına itilerek ikinci sınıf vatandaş muamelesine tâbi tutuldular. Sonraki dönemde dindarlar ve muhafazakârların çoğunluğu için imam-hatipler, eğitim hakkını kullanmanın yanı sıra bürokrasi, siyaset ve üniversite ile sosyal-kültürel hayatta var olmanın aracı oldu.

Türkiye’nin son 20-30 yıllık döneminde imam-hatip mezunlarının akademi, siyaset, bürokrasi, sanat ve spor alanında varlık göstermesini, çevrenin merkeze doğru yaptığı atılımın büyük ölçüde başarıldığını ortaya koymaktadır. İki açıklamayı da göz önüne alarak “İmam-hatipler halkın okullarıdır” cümlesinin sağlam bir sosyolojik zemini olduğunu söyleyebiliriz.

“Devlet okulu” olarak kurulan imam-hatipler, ilk zamanlarda devletin/sistemin merkezinden halkın merkezine doğru kendini atarak sivilleşmiş, sonraki zamanlarda da halkı devletin merkezine doğru çekmiştir. Bundan sonraki süreçte de “halkın okulları” nitelemesinin imam-hatipler tarafından önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. “Bu nasıl olacak?” konusu üzerinde çalışmalıyız.


İmam-hatipler niçin başarılıydı?

İmam-hatiplerin başarılı olmasının gerekçeleri ile yerleşik siyasî düzen tarafından dışlanan dindarlar ve muhafazakâr çoğunluğun siyaset, ekonomi ve bürokraside ilerlemelerinin gerekçeleri hemen hemen aynıdır. Rejim/sistem tarafından dışlanan dindarlar ve muhafazakâr çoğunluk, ötekileştirmeyi kabul ederek içine çekilseydi ya da şiddete başvurarak çatışmayı seçseydi başarı sağlayamayacak, belki de statüko daha da keskinleşecekti. Dindarlar ve muhafazakâr çoğunluk her türlü siyasî, askerî, sosyal ve kültürel baskıya “Bu vatan benim!” psikolojisiyle direnerek kötü günlerin geçeceğine inandı. Onun için çatışma yerine sabrı, içine çekilme yerine başarı için yol aramayı seçti.

Dindarlar ve muhafazakâr çoğunluğun sosyal-siyasî hayattaki bu yöntemi, imam-hatip liselerinin de yolu oldu. Dışlanmışlığın oluşturduğu zafiyetler, hayırseverler, idealist öğretmenler ve destekleyici sivil toplum örgütlerinin çalışmalarıyla azaltıldı. Okullardaki ağabey-kardeş ilişkileri, cami cemaatinin koruyucu davranışları, gençlik hareketlerinin fikrî motivasyonları ile imam-hatipli gençler her alanda başarılı olmaya başladılar. Güreş ve atletizm müsabakaları, münazara, kompozisyon ve şiir okuma yarışmaları, hat ve ebru gibi geleneksel sanatlar, üniversite sınavlarında dereceler, imam-hatipli gençlerin “Biz her şeye rağmen yarıştan kopmadık, başarıyoruz!” diye haykırmaları anlamına geliyordu. İmam-hatip liselerindeki başarının temelinde işte bu iklim vardı!

İmam-hatip okulları hâlâ önemli mi?

Devlet ile dindar halk arasındaki sistem krizleri şimdilik büyük ölçüde sona ermiş olmasına rağmen, imam-hatiplerin hâlâ önemli olduğunu düşünüyorum.

Bir başkasının rehberliğine ihtiyaç duymaksızın İslam’ı yaşama ve anlatmada yetkin olan az sayıda insan dışındaki geniş halk kitlelerinin inancının şekillenmesinde ve gündelik konularla ilgili dinî hassasiyetinin oluşmasında imam-hatip liselilerin payı büyük. İmam-hatip lisesi mezunu biri, yakın çevresinde dinî konularda görüşüne başvurulabilir ilk kişi kabul edilmektedir. Meslek, sektör, mahalle, arkadaş buluşmalarında veya aile ortamlarında dinî bir mesele söz konusu olduğunda, bakışlar ve sorular orada bulunan imam-hatipliye yöneltilmektedir.

Rahatlıkla şunu ifade edebiliriz: Geçmiş dönemde olduğu gibi, bundan sonra da ülkemiz dindarlığının alacağı merhalelerde imam-hatiplilerin etkinliği sürecektir. Bu durumda imam-hatiplilerin dinî konulara vukûfiyeti, İslam’ı yaşamada sergileyecekleri örneklik ve tebliğdeki başarı için okullardaki nitelik-keyfiyet önem arz etmektedir. Herkesin dinini imam-hatiplerden öğrendiğini iddia ettiğim zannedilmesin, ama “halk dindarlığı”nın şekillenmesinde önemli aktörlerin başında imam-hatipler gelmektedir. Dolayısıyla “imam-hatipler”, bundan sonra da devletin, milletin ve siyasetin ilgi alanında olacaktır.



[i] Erol Erdoğan, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laik-Dindar Gerilimlerini Nasıl Çözeceğiz?, 14 Mart 2015, www.erolerdogan.com.tr

[ii] Erol Erdoğan, İmam-Hatipler İçin Yeni Hedef: Nitelik ve Başarı, 22 Ocak 2014, www.erol erdogan.com.tr