Setter Ali

Köye bahar gelmişti. Her yer cıvıl cıvıldı. Duran Ali’nin kızı Hürü, Setter Ali’yi ötâçede yanında bir kızla ırmağı geçerken gördü. O kız, Iraz’dan başkası değildi. Çünkü köyde Iraz’dan başka kırmızı yazmalı kız yoktu…

SÂLİK, pınar tarafındaki cılgadan eve doğru “Ana çerçi geldi, çerçi geldi!” diyerek hızlı adımlarla yürüyordu. Eve nefes nefese geldi ve annesine “Ana çerçi geldi, bana para ver!” dedi. Annesi, sofada bir kütüğün üzerine oturmuş kirmenle yün eğiriyordu. İstifini bile bozmadı, önce çocuğu duymazlıktan geldi, sonra “Bre soyka, niye seyirtiyon? Geldiyse Kâbe’den gelmedi ya! Bak solugun daşmış” dedi.

Sâlik kararlılıkla ikinci kez, “Ana çerçi geldi diyom, bana para ver, sakız alacam” dedi. Boz Fadıma, “Dur hele çocuk dur, hani çerçi nirde, gelsin bakıym. Para pul yok. Guyudaki sülükleri satak, beş on guruş eder ellehem, onunla al ne alacaksan” diyerek karşılık verdi.

Köyde kadınlarda para olmazdı. Erkeklerde ise ya bir hayvan satılır, ya ormanda kesim yapılır ya da madene gidilirse o zaman para olurdu. Bir de baharla birlikte kadın ve çocuklar sülük (salyangoz) toplarlardı. Onları satınca beş on kuruş paraları olurdu. O parayı köye bir çerçi gelmezse hiç harcayamazlardı. Topladıkları salyangozları çerçi gelene kadar toprağa açtıkları bir kuyuda biriktirilirdi. Salyangozlar köydeki kadın ve çocukların sanki gelir kapısıydı.

Göksu ırmağı köyleri ikiye ayırmıştı. Irmağın karşı yakasına köylüler “ötâçe” (öteki geçe) derlerdi. Çerçi, köylere ötâçeden gelirdi. Bazen elinde bir bavulla, bazen de merkebi ile satışa çıkardı Setter Ali. Bavulla çıktığı zaman tülbent boncuğu, mendil, ayna, yazma, tarak, ciklet ve çorap gibi fazla ağırlığı olmayan nesneler satardı. Satışa o gün de bavuluyla çıkmıştı. Ter, şakaklarından boncuk gibi akıyordu. Eve yaklaştığında “Kimse yok mu? Çerçi! Çerçi geldi!” diye seslendi. O arada Sâlik evin önüne çıkmıştı. Çocuğu görünce doğru eve yöneldi. Boz Fadıma, Setter Ali’nin geldiğini görünce yerinden kalktı ve çardağın merdivenine bir minder koydu ve “Buyurun, hoş geldiniz” dedi. Setter Ali, “İşiniz onsun” diyerek selamladı Boz Fadıma’yı. Oturur oturmaz ilk cümlesi, “Suyunuz var mı? Ceddinize rahmet, bir tas su verseniz, çok susadım” oldu.

Sâlik, annesinin gözlerine bakıyordu. Bu arada annesi de su getirmesi için Sâlik’e işaret etti. Sâlik hemen kaplıktaki su helkesine yöneldi. Fakat Boz Fadıma, “Ondan verme, su gabaandan ver, onun suyu soğuktur” diyerek çocuğu uyardı. Çocuk, su kabağından tası doldurarak getirdi. Suyu içtikten sonra içten söylediği “Elhamdülillah” sözünün peşinden, “Geçmişlerinizin uruhuna deasin” diyerek minnettarlığını bildirdi.

Sâlik’in gözleri hep annesinin gözlerindeydi. Çünkü bir hafta önce “gadincik” toplamak için annesinden izin istemiş, o da “Çerçi gelince ben sana sakız alırım” demişti. Sâlik, beş altı yaşlarında, mavi gözlü, sarışın, beyaz benizli sevimli bir çocuktu. Annesi onun dağlara yalnız başına giderek gadincik toplamasına izin vermemişti. Köyde gençler zaman zaman ormana giderek sedir ağaçlarının gövdesinde kurşun büyüklüğünde oluşan altın sarısı reçineleri toplar, sonra onu ağızlarında çiğnerlerdi. O bembeyaz rayihası hoş bir sakız haline gelirdi. Sâlik daha küçük olduğu için annesi güvenememişti. Boz Fadıma, Sâlik’in bakışlarından ne kadar ısrarcı olduğunu anladı fakat cebinde beş kuruşu yoktu. O, oğluna çerçiden sakız alırım derken “Salyangozları satar, onun parasıyla hem sakız, hem de cıncık boncuk bir şeyler alırım” diye düşünmüştü ki Setter Ali’ye “Sülük alıyon mu?” diye sordu. Setter Ali, “Valla abla bu gelişimde gördüğün gibi bavulla çıktım, merkep olmayınca ağırlık taşıyamıyom. Bu elimdekiler bile bir süre sonra taşınmaz oluyor” dedi.

Setter Ali satışa merkeple çıktığı zaman bir taraftan tavuk, yumurta, sülük (salyangoz), galle (sincap), tavşan, tilki ve sansar derisi alır, diğer taraftan da çit (kumaş), patiska (bitli bez), lokum ve çeyiz malzemeleri satardı. Bazen parası olmayanlara mal verir, karşılığında tavuk ve yumurta gibi nesneler alırdı. Eskiden ayda bir dolaşan Setter, birkaç aydır on beş günde, hatta haftada bir köyleri dolaşıyordu.

Bir gün Toğşur Köyü’ne geldiğinde, köyün kadınları Süllü Ahmed’in evinde toplanmış ekmek yapıyorlardı. Setter Ali kalabalığı görünce bir şeyler satabilme ümidiyle o tarafa doğru yöneldi. Merkebini dut ağacının dibine bağladı. Sandıklardan birini alarak kadınların yanına gitti. Kadınları “Kolay gelsin, bereketli olsun” diyerek selamladıktan sonra “Boncuk, çorap, mendil, ayna, bitli bez, yemeni var” diyerek getirdiği malları saymaya başladı. Süllü Ahmed’in karısı Sürmeli Hürü, oturması için Setter Ali’ye yer gösterdi.

Köyde ekmek yapılan bir eve gelen olursa, mutlaka çevirme yapılır ve ikram edilirdi. Sürmeli Hürü, “Kızım! Iraz! Bir çevirme yapıver” dedi. Bu arada Setter Ali, bavulundan renk renk boncukları çıkartıp diziyor, yalnız bir taraftan da gözünün ucuyla Iraz’ı süzüyordu. Çünkü daha önce geldiğinde sattığı kırmızı yazma Iraz’ın başına o kadar yakışmıştı ki gözünü ondan alamıyordu.

Iraz, kısa boylu, buğday benizli, badem gözlü, kalem kaşlı ve sağ yanağında saçma büyüklüğünde bir beni olan zarif bir kızdı. Yanağındaki ben ona ayrı bir güzellik katıyordu. Köyde üstüne başına onun kadar dikkat eden bir kız yoktu. Gerçi köyün diğer kızları daha küçüktüler. Iraz, yazmasını bazen yan bağlar, bazen saçlarını toplayarak yine yazmasını boynuna koyar, bazen de saçlarını topuz yaparak yine yazmayla bağlardı.

Yazma mı, yoksa yazmanın altındaki güzel yüz mü Setter Ali’yi cezbediyordu? Aklı karıştı. Setter Ali aklını başına toplayana kadar çevirme yapılmış, içine kavrulmuş patates konmuş ve bir dürüm yapılarak kendisine “Buyur!” denilerek bir tas da ayran ikram edilmişti. Dürümünü yerken, Setter Ali hâlâ kaçamak kaçamak Iraz’a bakıyor, gözlerini bir türlü ondan ayıramıyordu. Aslında Setter Ali’yi sarhoş eden, Iraz’ın bir tek bakışıydı. O baktığı zaman, Setter Ali’nin aklı karışıyor, nefesi kesiliyor, cümleleri yarım kalıyordu. Meğer Setter Ali, satış bir tarafa, ekmek yapanların içinde Iraz’ı görmüş ve onun için uğramıştı. Çünkü birkaç ay önce köye yine satış yapmak için geldiğinde, Iraz, tülbent oyalamak için bir miktar boncuk almış, fakat seçtiği aynayı almak için parası yetişmemişti. Setter Ali ise o aynayı Iraz’a hediye etmişti.

Iraz ise Setter Ali’yi zaten beğeniyor, fakat bir şey söyleyemiyordu. İçindeki ateşin alevlenmesine de hediye ayna kıvılcım olmuştu. O günden sonra Setter Ali’ye karşı Iraz’ın duyguları değişmiş ve onu her gördüğünde kalbi çarpmaya başlamıştı.

Setter Ali, kısa boylu, esmer, ince yüzlü ve zayıf bir delikanlıydı. Babasının yaptığı çerçilik mesleğini yürütüyordu. Iraz’a çoktan abayı yakmıştı. Onun için köylere geliş gidişi sıklaşmıştı. Artık haftada bir muhakkak bu köye uğruyordu. İkisi de farkındaydı kalp çarpıntılarının. Hatta ötâçeden gelirken ırmağın yukarı yakasında olan Iraz’ların evine doğru ayna şavkını tutuyor, Iraz da bu işaretle Setter Ali’nin gelmekte olduğunu hemen anlıyordu.

Hiç konuşmuyor, sadece bakışıyorlardı. Bu bakışmalar bir yıl kadar devam etti. O sene şeftaliler çiçekleriyle bahçeleri pembe gelinlik giymiş kızlar gibi süslemişti. Köye bahar gelmişti. Her yer cıvıl cıvıldı. Duran Ali’nin kızı Hürü, Setter Ali’yi ötâçede yanında bir kızla ırmağı geçerken gördü. O kız, Iraz’dan başkası değildi. Çünkü köyde Iraz’dan başka kırmızı yazmalı kız yoktu…