İNSANOĞLU
yaşadığı hayat içinde nelerle, nasıl, ne ara, neyle karşılaşır bilinmez. Sabaha
güzel uyanır, gündüzün ortasında karanlığa düşersin. Gülmek için gittiğin yer
zehrin olur, “Düğünüm var” dersin de ölürsün Azîzim!
İnancın varsa ne mutlu! Rabbimden gelene “Amennâ!” demek yürek
hafifliğidir çünkü. Bilirsin ki derdi Verenin sana göstereceği dermanı da vardır;
seni özlemiştir, nefesini daha yakın hissetmek istemiştir: “Elhamdülillah…”
İşte bugünlerde hep kendimle meşgulüm ben. Rahatsızlığım
dolayısıyla dışarı çıkamıyorum. Tıbbî tedavim devam ederken, hareketsiz
kalmamak için arada bir evin bahçesindeki kedi yavrularını sevip hava almak
için iniyorum aşağıya. Geçen gün sabah serinliği içime dola dola, gözümün fazla
acımasına rağmen, gâyet mutlu şekilde yine bahçeye indim. Bahçe kapısında yaşlı
bir teyze “Günaydın!” dedi. Gülümsedim. Yakın zamanda geçirdiğim yüz felci sebebiyle
yamulmuş ağzımı unutup, “Günaydınlar, selamünaleyküm!” dedim. (İnsanlar artık
sokakta kör gibi yürüyüp, hep kendileriyle hemhâller. Bizim en husûsiyetli davranışlarımız
unutulmuş olduğu için, gerçek anlamda içim sıcacık oldu teyzenin selamıyla.)
Teyze yüzüme baktı, “Ne yaptın da Allah çarptı seni?” dedi. Titredim. İçim alevlendi,
acıyla tebessüm ettim. “Ben Rabbimin ikramı olarak düşünüyorum, sabır sınavımı
yeniliyordur inşallah!” dedim. Anlayıp anlamadığını bilmiyorum, “O da bir
avuntu!” dedi, yürüyüp gitti.
Kedi yavrularını, niçin bahçeye indiğimi unutmuş, indiğim
merdivenlere yönelerek eve çıkmıştım. Şaşkınlığım,
akan gözyaşım, yediğim hatır sorma tokadının acısıyla “Sağ ol be teyzem, iyi ki Rabbim var, iyi ki adâleti var,
Mahkeme-i Kübrâ’sı var! Elhamdülillah!” diyebildim sadece. Evet, sadece
şükredebildim Azîzim!
Ama gün boyu elimi hangi işe
atsam, içimden bir şey yapmak gelmiyor, “Takılmadım” desem de aklım medcezire karışıyordu.
“Rabbim, Sen kalbime huzur ve afiyetini ver, aklımı muhafaza buyur!” diyerek ve
bildiğim ne kadar duâ varsa okuyarak Rabbe sığınıyordum.
Tam böyle bir hâlet-i rûhiye
içinde kendimi zorlayıp okumaya çalışıyorum ki, bu nasıl bir tevafuktur,
okuduğum Kitap’ın satırları arasında yer alan bir âyet beni gülümsetti be
Âzizim!
“Eğer Allah
insanları kazandıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yerkürenin
sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar
erteliyor. Nihâyet süreleri gelince (gerekeni yapar). Çünkü Allah kullarını
hakkıyla görmektedir.” (Fatır, 45)
“Rabbim! Kudret ve celâlini biliyorum, sonsuz… Sen günahlarımızdan,
bilerek veya bilmeden yaptığımız her yanlış hareketten, eksik hâl ve edvardan
bizleri muhafaza eyle! İnsanların yüreğimizi yaralamaları çok da önemli değil,
Sen bizi gözet, sabrımızı yücelt!” diyerek duâya durdum.
Gözünü kırpmadan karşısındakileri daha çok etkilemek amacıyla
seslerini yükselten insanları seyrederken onların sahip oldukları özgüvene
hayran (!) oluyorum. Cennet’i parsellemiş, orayı kazanmış gibi bir edâ var hâllerinde.
Peki, Allah’ını bilenin kendini bilmesi gerekmez mi be Azîzim?
Çok şükür ki okuyoruz, az çok ömrümüzün sonuna kadar bir şeyler
öğrenmemiz gerektiğini biliyoruz. İyi ki böyle yapıyoruz! Rabbim müjdelerini,
ilhamlarını, güzelliklerini ikram ediyor biz kemter kullarına. Yoksa bu zamanda
hem kendimizi, hem aklımızı kaybetmemek adına sosyal hayat içine çıkmaktan
korktuğu için kendi içine, evine kapanıp kalır insan Azîzim.
Çoğu zaman korkuyorum bizden sonraki yavrular için. Nasıl bir
savaşın içinde olduklarını gördükçe tüylerim ürperiyor. O küçücük yürekler,
tazecik beyinler nasıl muhafaza edilir, nasıl temiz kalır onların pak gönülleri
bu çirkinlik kaynağı haline gelmiş dünyada? Yıpranırlar, parçalanırlar! Sevgiyi
hissetmek, hissettirmek, güzellikleri yaşamak yerine, robotlaşıp
duygusuzlaşacaklarından korkuyorum. Yozlaşmanın canavarlığından yavrularımızı
nasıl koruyacağımızı düşünürken öyle içim acıyor ki...
Elbette yapılacak çok şey var, yapılmalı da Azîzim! Ben böyle
durumlarda hep duâmı yüksek tutarım. Bir hasret var bende Rabbime dair. Cümlelerime
sığmayan, elimde kalem, yüreğimde özlem, O’na akıyorum gözyaşlarımla. Kelimeleri
kanatmak istiyorum ifâde edemediklerim için. Yüzümdeki her çizgi, yılları
yansıtan ayrı bir değerin, bilginin, deneyimin, hesaplaşmanın, ders almanın,
sükût edebilmeyi öğrenmenin, sabırlı olurken ruhumu ve yüreğimi insanların hâl
ve edvarının tazyikinden koruyup gönlümün erezyona uğramaması için çırpınışlarımın
özeti
aslında. Hayatın, yaşamın, acının, sevginin en büyük ispatı...
“Rabbim!
Gözlerin ve gönüllerin Sana döneceği günde bu âciz kulunu mahcup etme!” diyorum,
“Allah'ım! Yaratılmışlar içindeki mahcubiyetimin sadece nefsimin aldatması
olduğunu biliyorum. Allah’ım, beni ve sevdiklerimi sadece Sana karşı mahcup
eyleme! Sana karşı mahcup olmayan bir kulu, Sen zaten yaratılmışlara mahcup
etmezsin. Rabbim, o büyük günde, ne olur sıkıntılar içinde kıvrana kıvrana
huzuruna getirme bizleri! Bu dünya yüzünde yaşatırken, âyetlerinle sınırlarını
belirlediğin, Senin isteklerini yaşayan bir kul eyle!”.
Ey
yakarışları karşılıksız bırakmayan, Mutlak Dost olan Allah’ım! Boş olan her
şeyden yüz çevirmemi sağla, riyâdan, tenâkuzdan, nifaktan, gösterişten ve
ikiyüzlülükten beni uzak eyle! Allah'ım, Sen bunları benden uzak etmezsen, nefsin
şişirmesiyle helâka uğrayan kullardan olurum, muhafaza buyur!
Ey
Rabbimiz! Bizler unutkan ve hatalı kullarız, eğer bizim bu hastalıklarımızı
tedavi etmezsen, bizler perişan oluruz, Senin karşına çıkacak yüzümüz olmaz! Ey
mü’min kullarına merhameti bol olan Allah'ım! Mü’min kardeşlerimizin acılarına
ortak olurken onlara acıyarak değil, bizim kurtuluşumuzun Senin yolunda
canlarımız ve mallarımızla mücadele etmekten geçtiğini bilerek yardımcı
olmamızı sağla!
Allah'ım,
geçmiş hatalarımızın affını diliyorum! Hatalarımız için tövbe ettikten sonra
bizleri yeniden aynı hataları yapmaktan uzak eyle, adımlarımızı sabit kıl ve
bizleri sebat eden hakîkî dostlarından eyle!
Ey
Merhametlilerin En Merhametlisi! Bizleri îmandan sonra yeniden küfre döndürme, topuklarımız
üzerine dönüp câhiliyeyi arzulayan nefislerimizi mutmain eyle!
Allah'ım,
kalplerimizi birleştir, bizleri bir elin parmakları gibi bir araya getir ve
sadece Sana kullukta azmimizi arttır, dünya ve içindekilere karşı kayıtsız
yaşamayı bize öğret! Senin vaadin var Allah'ım, günahlardan korunan ve hakkı
ile senden ittikâ eden kullara doğru ile yanlışı birbirinden ayıracak Furkan’ı
vereceğine dair, bizleri o kullarından eyle! Bizleri, yüreğimizi, canımızı,
bütün benliğimizi (bize emânet ettiğin) yavrularımıza adıyoruz, Sen onları da
muhafaza buyur ve bu dünya cehenneminde koru Rabbim!
Ve
en büyük duâmdır ki, bizleri evlâtlarımızla terbiye etme Rabbim! “Bilin ki,
mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur). Allah
yanında ise büyük bir mükâfat vardır” (Enfal, 28) ve “Doğrusu mallarınız ve
çocuklarınız, sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır”
(Tegabun, 15) âyetlerindeki hakîkate erdir bizleri!
Rabbim, evlâtlarımızın yollarını maddî mânevî açık et! Bize ve yavrularımıza
îman selâmeti, Resûl-ü Ekrem (sav) ahlâkı, Kur’ân-ı Kerîm rehberliğinde
yürüdükleri bir yol nasip et! Kendine kul, Habîb'ine ümmet, Cennet’ine gül eyle!
Yâ
Müfettiha'l-Ebvab olan Rabbim, kalbimizin, gönlümüzün, gözümüzün kapılarını
sadece Senin rızân için aç! (Âmin!)