ŞEHİR tarihi üzerine
okuyanlar bilir, her şehrin bir sevdalısı vardır. Onlar, yaşadıkları şehirle
yatıp yaşadıkları şehirle kalkarlar. Bunlar hakkında bazısı “şehrin delisi” de der;
daha doğrusu, âşıklığın vardığı son nokta olan mecnunluk halidir bu. Adnan
Muftareviç’in Bosna’yı ve buradaki Osmanlı izini sürmesini Türkiye’deyken
işitiyordum. Muftareviç, bir arkeolog olarak -şehir tarihçileri gibi yalnızca
bulunduğu şehri değil- ülkesinin yer altında kalmış eserlerini gün yüzüne
çıkarıp tarihini yazıyor.
O,
bir Osmanlı sevdalısı olarak bunu sözde değil, özde ortaya koymuş bir idealist.
Genellikle Roma ve Bizans üzerine yoğunlaşan arkeologların görmezden geldiği Osmanlı
arkeolojisini literatüre kazandırmış, buna “Ottoman Arkeoloji” deniyor.
Saraybosna’da Mirsad Adviç ile birlikte Osmanlı Arkeoloji Derneği’ni kurmuş. Şu
an Saraybosna Müzesi’nde görev yapan Adnan Muftareviç kazılarına da devam
ediyor.
Bir
arkeolog olmasına karşın, sahip olduğu kültürel derinliği konuşmalarından
anlıyoruz. Örneğin Osmanlı’nın Balkanlardan kopuşunu, Avusturya-Macaristan
Krallığı ve komünist rejimin buradaki Osmanlı eserleri üzerinde yaptığı
tahribatları anlatıyor. Krallık döneminde Orens Evgen’in 10 bin Boşnak erkek ve
kadını buradan alıp götürdüğünü, altın ve gümüşlere el koyduğunu, sonra şehri yakıp yıktığını anlatıyor. Sözü
Osmanlı-Alman ittifakına getiriyor ve “Ne zaman Almanlarla ittifak yaptık, o
zaman hep kaybettik” diyor. Ardından yaşanan savaş ve göçlere rağmen Osmanlı’yı
Saraybosna’da kendilerinin devam ettirdiğini, örneğin Türk kahvesini
Boşnakların koruduğunu, kahve içme alışkanlığını halen sürdürdüklerini
anlatıyor. Osmanlı’yı anlatırken, kendisiyle buluştuğumuzda bize önce müzeleri
gezdiriyor.
Sarajeva
Svrzina Kuca Konağı
Saraybosna’daki
bir Osmanlı evinden başlıyoruz gezmeye. Aslında büyük bir zengin konağı; ev
müzeye dönüştürülmüş. İki katlı, ahşap, geniş avlulu, hayatı ve çardağıyla
geleneksel bir Osmanlı konağı. Haremlik-selamlık bölümlerden oluşuyor.
Urfa’daki bir taş ev, İstanbul’daki bir ahşap konak neyse, bu konak da aynı dinî
ve kültürel hassasiyetle inşa edilmiş. Hatta Adnan Muftareviç, evin bölümlerini
anlatırken Anadolu’da kullanılan “divanhane”, “abdesthane”, “kahve ocağı”,
“minder”, “sedir”, “hayat” ve “çardak” sözcüklerini kullanıyor ki bu da hayli
ilgimi çekiyor. Urfa’da “eyvan” dediğimiz bölüme o “çardak” diyor.
Saraybosna’daki
en güzel Osmanlı mimarisi olarak tanımlanıyor Sarajeva Svrzina Kuca Konağı. Osmanlı
dönemini yansıtan yaşam tarzını, evdeki günlük hayatı sembolize eden bütün
eserler orijinal şekilde yer alıyor. Ev, tipik Şark odası şeklinde düzenlenmiş.
Evi aydınlatan lambalar el yapımı ve sanatkârane. Lambaları anlatırken Muftareviç,
“Dünyada elektrikle ilk aydınlatılan cami, Gazi Hüsrev Bey Camii’dir” diyor.
Her
odada mutlaka banyo var. Banyoyu anlatırken, “14. Lui, hayatında üç defa
yıkanmış” diyor. 18. yüzyıldan kalma bu evi devlet alıp müze yapmış.
Bakır
Baba Camii ve Kazı Alanı
Adnan
Muftareviç, Saraybosna Müzesi’ni gezdirdikten sonra bizi alıp kazı çalışmasını
yürüttüğü Bakır Baba Camii’ne götürüyor. Yeni inşa edilmiş bir cami ile
karşılaşıyoruz. Camiyi Bursa Büyükşehir Belediyesi yaptırmış, avlusunda mermer
bir kabir bulunuyor: Hacı Hafız Mesnevihan (Halid Efendiya Hacı Muliç)…
Caminin
hemen solunda genişçe bir kazı alanı… Temel taşları ortaya çıkmış eski cami ve
haziresinden çıkan mezar taşları, onların üzerinde Osmanlıca yazılar ve ayrıca
üzeri örtülü bir kuyu veya sarnıç… Eskiden burası at meydanı imiş, sonra Park
yapılmış.
Milyaçka
ırmağı üzerinde yapılacak olan köprünün yolu caminin avlusundan geçirilmek
isteniyor ama Hacı Halid Efendi karşı çıkınca köprünün yolu değiştiriliyor.
Burada büyük bir külliye olduğu, yapılan kazılardan sonra anlaşılıyor. Cami ile
ilgili ellerinde bir bilgi yok. Yalnız çok uzaktan çekilmiş bir fotoğrafı bulunuyor,
o da camiyi birebir yeniden inşa etmek için yeterli değil. Avusturya-Macaristan
Krallığı ve komünist Yugoslavya döneminde buradaki Osmanlı eserlerinin yok
edilişini Muftareviç şöyle açıklıyor: “Gerek Krallık, gerek sonraki rejimler,
bir Osmanlı eserini yok etmeyi göze aldıklarında önce orayı cephanelik yapar,
sonra da patlatarak izini yok ederlerdi. Bu, onların alışılagelmiş yok etme
metotlarından biriydi.”
Muftareviç,
bu caminin de aynı kaderi yaşadığını ve 19. yüzyılda, Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu döneminde ibadete kapatıldığını, silah deposu olarak
kullanıldığını, sonraki yıllarda ise çıkan yangında caminin tamamen yok
olduğunu söylüyor. Yaptığı kazıdan hareketle, caminin hemen yanı başında bir
medrese, kütüphane ve mezarlık bulunduğunu ve üzerinin 1939 yılında toprakla
kapatıldığını aktarırken, çalışmaları sonucu bu yeni caminin yapıldığını,
mezarlık ve kütüphanenin temellerine de böylece ulaşıldığını belirtiyor.
“Osmanlı
arkeolojisi anlamında Türkiye’nin ilgisini ne yazık ki görmedik”
·
Osmanlı
arkeolojisi hakkında bilgi verir misiniz?
Bizden
önce “Osmanlı Arkeolojisi” ismini kullanan kimse yokmuş, biz bunu resmî bilime
soktuk ve dünya arkeoloji literatürüne kazandırdık. Şimdi ikinci aşamadayız, zira
bunu eğitime koymamız gerekir. Türkiye’deki arkeologlar henüz bunun farkında
değiller.
Arkeolojide şöyle bir problem var: Bildiğiniz gibi arkeologlar seküler kişilerdir; oysa bizim yaptığımız kazılarda cami, vakıf külliyeleri, han, hamam ve sair şeyler var. Artık Osmanlı arkeolojisini Avrupa da yavaş yavaş kabul ediyor. Biz artık bu konuda Hırvatlara destek veriyoruz. Bizden önce yapılan araştırmalar ya Ortaçağ ya da Eski Çağ…
·
Osmanlı arkeolojisine
neden girdiniz?
Biz
buna neden girdik? Bu, bizim manevî borcumuzdu. Zira Balkanlarda Osmanlı
eserleri büyük zarar görmüş, yakılmış, yıkılmış, üzeri örtülmeye çalışılmış.
Bunların kimi kaybolmuş, kimi kaybolmaya yüz tutmuş. Şimdiye kadar yaptığımız
araştırmalar/kazılar, özellikle kale, cami, hamam, han, mezarlık, cephanelik ve
tabyalar üzerine…
·
Kazıların
yapılabilmesi için büyük bir bütçe gerekiyor. Siz bu bütçeyi nereden
karşılıyorsunuz?
Biz
sadece Bosna-Hersek’te kazı yapmıyoruz, Bosna’nın dışına da çıkıyoruz. Biz bu
kazıları yalnızca müze olarak yapamazdık, çünkü imkânlarımız oldukça kısıtlı. Bu
yüzden “Arkeologlar Birliği 1894” adlı bir dernek kurduk. 1894 yılında,
bildiğiniz gibi ilk defa “Dünya Antropologlar ve Arkeologlar Kongresi” yapılmış,
bu yüzden bu tarihi koyduk derneğimize.
·
Osmanlı çok yakın
bir tarihi belirtiyor, bu yüzden mi mesafeli yaklaşılıyor, kabul etmekte
zorlanılıyor?
Biz Osmanlı arkeolojisi konusunda bilimsel makaleler yayınladık, konuyu anlattık. Bu saatten sonra bunu inkâr etmeleri artık çok zor… Batı’da artık sanayi müzeleri var; Avrupa’ya gelen muhacirlerin arkeolojisi yapılıyor ki bunların geçmişi 100-150 yılken, Balkanlarda 400-500 yıl hüküm sürmüş Osmanlı’nın arkeolojisi neden olmasın? Biz dört beş yüzyıl önce toprak altında kalmış eserleri gün yüzüne çıkarıyoruz. Bu çıkardığımız eserler neden arkeolojinin alanına girmesin? Şu an Facebook’ta “Ottoman Arkeoloji” sitesi dahi açtık.
“Türkiye’de Evliya Çelebi’yi hayalci olarak tanımlarlar, onun yazdıklarını uzun süre ciddiye almamışlardır; oysa Evliya Çelebi’nin bu Beyaz Tabya ile ilgili yazıları var.”
·
Osmanlı arkeolojisinin
Türkiye’de değil de Bosna-Hersek’te literatüre kazandırılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Ben
arkeolojiyi Türkiye’de okudum, fakat Türkiye’deki arkeologlar henüz bu konuya
mesafeli. Ayrıca makalelerimizi İngilizce sunduk. Türkler İngilizceye uzak ama
biz yakınız, bu yüzden küresel anlamda ilk biz seslendirmiş olduk. Yirminin
üzerinde kazı yaptık. Balkanlarda Osmanlı eserleri oldukça zarar görmüş, biz bunların
kalıntılarını gün yüzüne çıkarıyoruz. Örneğin Beyaz Tabya kazısında iki üç ton
Osmanlı silahı, gülle ve mermi kalıntıları çıkardık.
Türkiye’de
Evliya Çelebi’yi hayalci olarak tanımlarlar, onun yazdıklarını uzun süre
ciddiye almamışlardır; oysa Evliya Çelebi’nin bu Beyaz Tabya ile ilgili
yazıları var. Örneğin Seyahatname’sinde Ebu Fetih Muhammed Han Camii’nden
bahsediyor, kimse inanmıyordu. Biz bu caminin temellerini bulup çıkardık.
Osmanlı
arkeolojisi anlamında Türkiye’nin ilgisini ne yazık ki görmedik. Literatüre
soktuğumuz bu arkeolojiyi Türkiye’ye de sokmak istiyoruz. Hatta ben bunu
kendime verilmiş bir vazife addediyorum.
·
Bosna’daki kazı
alanlarından bahseder misiniz?
Bosna’da
yapılacak daha çok kazı var. Bu alanda problemlerimiz bulunuyor. Örneğin
kazılardan çıkardığımız eserleri sergileyeceğimiz müzelerimiz yok. Kafamda
Osmanlı Arkeoloji Müzesi kurma fikri dolaşıyor. Toprağın altından çıkardığımız
Osmanlı eserlerini sergilemek istiyorum. Hersek bölgesinde, kaynaklarda geçen
Kanuni Sultan Süleyman’a ait bir camiden bahsediliyor, onu bulmaya çalışacağım.
Şehir merkezinde dört caminin temeline rastladık, bunlardan yalnız birini ayağa
kaldırabildik. Eğer bir eser hakkında ayrıntılı bilgileriniz yoksa onu “millî
tescilli eser” yapamazsınız.