Ortadoğu’nun yeni dini Alevilik

Yeni Alevi aktörler dahi oluşturdukları literatürle mekân ve zaman bağlamını koparmaya başladılar ve bunu büyük oranda başardılar. Artık yeni adıyla “Anadolu Aleviliği”, yakın zamanda “Sümer ve Hitit” dini olarak sunulmaya başlayarak Türkistan ve Horasan bağlantısını zayıflatacaktır.

TÜRKİYE, karşı karşıya kaldığı gündemini büyük bir hızla takip etmekte veya başa baş iz sürüp gitmektedir. Ülkenin iktisadi, siyasi, kültürel alanlarda sürdürdüğü ataklar ve gelişmelere paralel, yeni yüzleriyle birden fazla alanda uyumaya bırakılmış konular hayata dönmektedir. Katlanıp dolaplarla farklı bir yerden biriktirilerek gözden ve kamudan uzak tutulan hususlar, zaman içerisinde geçiştirildikleri yeni yerlerinden kendilerini göstermektedir. Doğrusu katları açılmamış bu hususlar belirsizleştirilmeye ve bir bakıma hiçleştirilerek başka döneme atılmaktadır.

Her defasında çözüme odaklanan bir irade harekete geçtiğinde giderek derinleşen bir mahiyet kazanmaktadır böylesi durumlar. Uzanan elin kavrayacağı yerin görülmesi durumunda da bu meseleler yeniden, mutlaka son ve kararlı bir şekilde uykuya, yani on sekiz bin âlemden birine gönderilir ve her nedense hadiselerin yaşandığı âlemde kalmasına izin verilmez. Önemsizleştirilmeye veya hiçleştirilmeye çalışılan ortak akıl ve hafızanın naif hale geldiği dönemlerde yeniden görücüye çıkacağı ve çıkarılacağı günleri bekler ve artık bir mesele halini alan ve çözümü de zorunlu kılan bir düzeneğe sahip olduğunda akıl ve hikmetle donanmış bir irade ve bununla seçilmiş, şekillenmiş bir ekibe ihtiyaç duyar.

Türkiye, konuştuğu konuları olabildiğince bölgesel bağlantı ve uzantılarından uzak ve bağlantısız konuşmayı yeğliyor. Bu hal, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş gerekçeleri içerisinde yer alması münasebetiyle kendisini daha güvenli bir yerde tutmaya çalışmaktadır. Doğal olarak bilinçli bir kopuş, körlük, sağırlık hali de her defasında eline dokunduğunda “göğsünde” kendisine kodlanan ile uyumlu işlemektedir. Bu durum, meseleleri bu haliyle konuşan her vicdana dokunmaktadır. Lakin üzerinde kendisinden fazla mesafe alamayacağı bir yerde de tutmaktadır. Çünkü kamu aklı, sadece ülkenin kendisine iliştirilmemiş, bilakis daha fazla aktör etrafında örülmüştür. Hâlbuki Türkiye gündeminin bir parçasını oluşturan konuların tarafları arasında temayı etraflıca konuşma hakkı elinde olmayan da yine Türkiye’dir.

Türkiye’ye hem konuşamamak, hem de meselelere nüfuz edememek gibi bir hak verilmiştir. Doğal olarak Türkiye ve etkili çevreleri, kendilerine verilen hakkı sonuna kadar kullanmakta ve bundan sonuna kadar istifade etmektedir. Netice itibariyle Türkiye meseleleri, yakın zamanda parçası olduğu bütünle ilgili fakat bütünü konuşmama, üzerinde değerlendirme yapmama hakkını kullanmakta ve bu duruma devam etmekte olduğu temel bir programın parçasıdır. Konuşma arzusu ya da başarı hikâyesi kamusal alana üretilen hologramlar ise Türkiye konusunun meşruiyetine imza atanların merkezlerinde üretilen bilgiyi paylaşmakta veya ülkenin merkezine görüntüleri yansımaktadır.

Büyük merkezlerin her geçen gün yeni bir yüzle yansıttığı hologram uzmanlar, ülke ve bölge meselelerine ilişkin yansıttıkları coğrafya programının gerçekleşmesi için bütün inandırıcılıklarıyla büyük gayret ortaya koymaktadırlar. Konularının yerleşikleri için parlak, canlı, bakımlı, kremli, detokslu hologramlar ve yüzlerindeki secde izleriyle kamuoyu önünde kendilerini paralamaktadırlar.

Türkiye gündeminin öteden beri tartıştığı konular arasında yer alan Alevilik, ülke içerisinde kendi kendine uzun uzadıya konuşulmaktadır. Konunun ülke sınırları içerisinden üretilmeye çalışılan çözümü her defasında ötelenmektedir. Diğer yandan çözüme her yaklaşıldığında müzeleştirilen Alevilik, öz kaynaklarına davetle yüz yüze kalmaktadır. Fakat bu teklif tek taraflı işlemekte ve her nedense teklifin sahipleri kendi tarihi, kültürel ve dini kodlarına yönelmemektedirler. Bunun için de Alevilik konusunun Türkiye sınırlarını aştığını, konuyu buradan konuşmanın zorunlu olduğunu görememenin sıkıntıları yaşanmaktadır.

Sorun sadece Türkiye’nin değil

Oysa bu konu Balkanlardan Ortadoğu’ya, çok geniş bir coğrafyanın her bir parçasında karşılık bulmakta ve bu bakımdan da kendi hükmünü icra etmektedir. Doğal olarak kendi ülke sınırları içerisinde tartıştığını ve çözüm ürettiğini düşündüğü bir konunun bile neticesini bir çerçeve esas etrafında oluşturamamışken -ya da tam anlamıyla oluşturduğunu düşündüğünde-, Türkiye’nin de parçası olduğu bütün harekete geçmekte veya geçirilmektedir. Böylece ülke içerisinde işletilen süreç bir anlamıyla etkisiz ve anlamsız bırakılmakta ve elde edilecek netice baştan sonuçsuz kalmaktadır.

Türkiye’nin nasıl bir bütünün parçası olduğu ve bu parçanın hangi türden esasları koruduğu konusu, kendisine yüklenen rol ve bu rolü makul kılacak mirasla ilgilidir. Çok yakın bir zamanda ülke sınırları etnik, din, iktisat ve toprak itibariyle dünyanın gözünün üzerine titrediği bu ülkeye baktığımızda ve kuruluş gerekçesindeki bütünü hatırladığımızda sorun, bütünle ilgili yeni bir dil geliştirmemektir. Doğal olarak Alevilik konusunun uzun sürece yayılan çözümü de doğrudan kurulmuş aklın çeperleriyle bağlantılı olarak oluşturulması ve buradan vazgeçmenin imkânsızlığıyla alakadardır.

Alevilik, doğrudan Selçuklu ve Osmanlı referansıyla vardır ve var olmaya devam etmektedir. Bütün varoluş gerekçelerini, bilgi kurgusu, sanat ve ahlak esaslarını her iki siyasi ve kültürel sınırda kurmuş ve günümüze taşımıştır. Bu hafızanın çağrıştırdığı birçok konu, Türkiye’nin pazarlıklar sonucunda elde ettiği haklar arasında yer alan mevzulardandır. Bu bakımdan Alevilik konusu da bu hususların en önemlileri arasında yer almaktadır.

Alevilik, Balkanlar ve Ortadoğu’da var olan Türklerin, İran’ı da aşan sınırların ötesindeki Türkistan ve Horasan’ı hatırlamakta ve bunu yine öğretinin esasları olarak sürekli anımsamaktadır. Bu hatırlatma, Alevilik üzerine hamle yapan her türlü çevre içerisinde yakın markaj sahiplerine ait dinî hafızanın bulunduğu yerde varoluşsal bir “inzar”a sahiptir. Böyle olunca, Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasının dışında kalan zihin dünyası ilk önce Aleviliğin hatırlattığı bu yeri tehdit, tehlike ve ayrıştırıcı olarak görmekte ve bu meseleyi ustaca çözümleyip yeni bir basamakla başka bir âleme atmak arzusunda olmuştur.

Yeni Alevi aktörler dahi oluşturdukları literatürle mekân ve zaman bağlamını koparmaya başladılar ve bunu büyük oranda başardılar. Artık yeni adıyla “Anadolu Aleviliği”, yakın zamanda “Sümer ve Hitit” dini olarak sunulmaya başlayarak Türkistan ve Horasan bağlantısını zayıflatacaktır. Böylece yerelleştirilerek bazı sit alanları içerisinde yeni bir müzeleştirmenin parçasına dönüşen düşünce ve program, Alevi okuryazarların marifetiyle gerçekleşmektedir.


Ortak referanslar mevcut

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş gerekçeleri arasında yer alan Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu, Türkiye’nin bir önceki devlete, yani Osmanlı mirasına sırt çevirdiği, bağlantı ve ilişkilerini kurtardığı, kopardığı anlamı taşımaktadır. İlgili kanunun adeta ülke içerisine bir hamle olduğu uzun süre ideolojik aygıtlar marifetiyle yerleştirilmiş olması, öncelikli olarak çözüm mercilerinin yakalandığı tuzağın nasıl da başarılı işlediğinin görülmesini zorlaştırmaktadır. Bunun neticesi olarak Türkiye, Balkanlar ve Ortadoğu ülkelerinde yaşayan ve Türkiye’yi öğretinin tabiî merkezi olarak gören topluluklarla bağlantılarını da koparmış olmaktadır.

Hiçbir kuvvet, Türkiye’yi yeni yerinden çıkarmaya güç yetirip de yıktığı öğreti ve merkez olma halini işletemez. Bundan dolayı Balkanlardaki Kadiri, Rufai, Halveti, Mevlevi ve Nakşi tarikat şeyh ve müritlerinin nostalji hastalığını derinleştirmenin ötesinde sağlayacağı fazla bir faydası yoktur. Bu yüzden de Türkiye kaynaklı hamleler, yüzyıllar boyu Selçuklu ve Osmanlı hâkimiyetinin en önemli ayaklarından bir olan bu hususu ya düzeltmek ya da sapıklık olmakla başlayan derin ve kuşatıcı söylevler üzerinden yürüttüğü bir dizi kamu eliyle yaptıklarıyla yetinmekte veya böyle görünmektedir. Hatta bu konuyla ilgilenmiyor gibi görünerek yine konunun bir yerden kendi asliyetine dönüşüne dair bir ipucu görülecek olursa pusuda da beklemektedir.

Bütün bunların başlangıçları, konunun kurucu iradenin haklarını kullanmakla ilişkili olduğu ve vazifesini harfiyen yerine getirdiğinin en iyi göstergelerindendir. Bu durumun kim tarafından nasıl düzeltileceği konusu da yine dikkatten uzak tutulmaktadır. Tabiî ki tek başına Türkiye bu konuları çözmede irade sahibi değildir. Çünkü Türkiye diye adlanan ülkenin beynelmilel meşruiyetini sağlayan bütün bu unsurlar tarafından da adı konulmamış bir çözüm sağlayacağı beklenmekte ve umulmaktadır.

Çözümün bir başka tarafı olarak Selçuklu ve Osmanlı hafıza ve referanslarına sahip esasa ilişkin bir cemaatin yokluğu, konunun varoluşsal alanı olarak Türkiye ve tarafları arasından geleceği ve bunun dışında bir çarenin olmadığı da yine bilinmelidir. Çünkü Suriye, Lübnan, Irak, İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Balkan ülkeleri ve Türkiye’de yaşayan Ehl-i Beyt veya Hz. Ali merkezli topluluklar üzerine bir program yapılmaktadır.

Türkiye kendi içerisinde bu topluluklara yönelik bir çözüm ürettiğinde küresel anlamda bir planın işlediğini göz ardı etmenin ötesinde bu konudan habersiz ve bilgisiz olduğu da bu programın doğal bir parçasıdır. Ehl-i Beyt merkezli toplulukların geleneksel adları Bektaşî, Kızılbaş, Nusayrî, İsmailî, Dürzî, Kakaî, Ehl-i Hakk, Yaresan, Şebek ve benzeri birçok isimle tariflenmektedir. Bunlardan bir kısmı dışarıdan verilen ve kamusal alana taşınan isimlerdir ve içerikleri de yine ismi koyanlar tarafından doldurulmuştur.

Bütün bunlara karşın ortak ve hemen herkesin malumu olan bu isimlerle adlanan toplulukların ortaklığı, Ehl-i Beyt merkezinde bir öğreti ve pratiğe sahip olmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İslam dünyası geleneksel ya da tarihsel çatışma alanlarına yöneldiğinde toplumun bütün katmanlarını yukarıdan gören ve her biri için bir programı veya hamlesi bulunan küresel güçler, adı geçen Ehl-i Beyt merkezli topluluklar için de tadından yenilmeyecek yeni bir program yapmışlardır. Adı geçen ülkelerin tamamında Ehl-i Beyt merkezli topluluklara yönelik bir programı uzun süreden beri işlettikleri görülmektedir. Çünkü bu topluluklar, bulundukları her ülkede farklı bir sürecin parçası olarak gündeme gelmekte ve ülkelerinin birinci dereceden tartışma konuları arasında yer almaktadırlar.

Suriye, Lübnan, Irak, İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Balkan ülkeleri ve Türkiye’de yaşayan Ehl-i Beyt veya Hz. Ali merkezli topluluklar üzerine bir program yapılmaktadır. 

Alevilere şart olan çözüm

İslam dünyasının farklı tarihsel tecrübeye sahip ve yine farklı adlarla isimlendirilen toplulukları “Alevilik” ortak adı etrafında şekillenmektedir. Hemen tamamı, ortak yönleri belirgin hale getirilip Alevilik diye yeniden merkezî bir öğreti etrafında biçimlendirilmektedir. Buradan itibaren dünyanın çeşitli ülkelerine taşınan sorunların çözüm mercii olarak da dünya vatandaşlığı haklarını kullanmakta ve seri bir şekilde işletmektedirler. Çevreleyen katmanlar daha naif ve korumaz hale getirilirken, Aleviliğin kendi kimlik sancılarını bedeli ne kadar ağır olursa olsun sonuca ve sona yaklaşmaktadır.

Geleneksel yaşadığı Sünni ve Şii kuşatmanın, yeni kimliğin itici gücünün sunduğu katkı ve imkânın hakkı teslim edilmelidir. Çünkü kendilerini bir şekilde güvenlikte hissetmeyen ve yaşam hakkı ellerinden alınmış bir topluluğa doğru sürüklenen Aleviler, İslam dünyasının çatışmaları ortasında sahipsiz toplulukları oluşturmaktadır. Afganistan’dan Balkanlara kadar giderek daha da büyüyen korumasızlık kalkanı yeni Alevilik için büyük bir katkı sundu ve yeni çerçevenin taraflar arasında kabulünü kolaylaştırmasına da imkân sağladı. Artık çözüm bekleyen çevrelerce varlığı tartışılmayan Aleviler, büyük bir projenin parçası olarak işlediğini sadece kendi kademlerinin bastığı yerden görmenin körlüğünün ötesinde, hâlihazırda bir öngörüye de sahip değillerdir. Bu da yine çözüm üreticilerinin payına düşen roldür ve bugüne kadar başarıyla bunu yerine getirdiler; kendi programlarının istekli, ateşli ve tutucu taraftarlarını dahi oluşturdular.

Avrupa ülkeleri arasına planlı bir şekilde Sovyet iktidarı sonrası hızlı bir şekilde taşınan Balkan ülkeleri, Türkiye’nin varlık alanını sıkıntıya sokmadan sessiz ve temiz bir şekilde halledildiler. Osmanlı sonrası teslim edilen ve büyük bir başarıyla hafıza yıkımına neden olan Sovyet Balkanlarının, teslim edenler tarafından geri alındığında hafızası çökmüştü. İlgili coğrafyanın Birinci Dünya Savaşı sınırlarına döndüğü veya buna çabaladığı bir siyasî gündemin içerisinde Türkiye giderek daha da küçülmektedir. Balkan ülkeleri bünyesinde taşıdığı Alevi-Bektaşî toplulukları, Avrupa vatandaşı statüsü kazanmışlardır.

Arnavutluk, Makedonya, Bulgaristan ve Yunanistan’da sayısal olarak azımsanamayacak bir yerleşik nüfus bulunmaktadır. Bunun dışında Ehl-i Beyt merkezli topluluklar, yaşadıkları farklı coğrafyalardan taşıma usulüyle, yani kargo ile kendi ülkelerine götürülmüşlerdir. Kargo topluluklar, üretilmiş yeni ürün olarak maliyetin düşüklüğü ve çevresel kirlenmeye duyarlı yeni üretim alanlarından programın sahiplerine döndürülmektedirler. Adı geçen topluluklarla Avrupa’da artık zihin, bilgi, literatür ve nüfus olarak bir yekun oluşturulmuştur.

Bütün bu topluluklar, ilgili kamuoyu tarafından Alevi olarak isimlendirilmekle kalmamış, aynı zamanda da giderek daha rahat bir şekilde ve gönüllülük esasına uygun olarak kendilerini Alevi diye isimlendirmişlerdir. Öyleyse yakın zamanda Türkiye örneğinde olduğu gibi, farklı adlarla anılan topluluklar, Alevi adı altında toplanmakta ve toparlanmaktadır. Oluşum süreci tamamlanıncaya kadar da ayrı bölgelerde yeni kodlarıyla tutulmaktadır.

Yeni bir biçim kazandırılan Alevilik, kamuoyunun kendi gözetiminde tartıştığı birçok konu başlığını takip etmekte ve bunu büyük bir şehvetle sürdürmektedir. Tartışmanın tarafı ve paydaşı olan kamu ise, tartışılan hususlara merkezden taraf olmaktan kaçınmadı, geri durmadı. Buna mukabil programlayıcı ve konunun kazandığı yeni biçim içinse çaresiz öteleye öteleye sorunu bir başka âleme taşıma geleneğini kıvrak ve tez elden uygun bir zemin ve zamanını da elinde tutmaktadır.

Her ne olursa olsun Alevilik, ortak bir ad olarak işlerlik kazandığına ve içerik tartışmaları da başladığına göre artık yeni seyrinin nereye varacağı hususuna ilişkin yeni bir öngörü ise, bu küresel yeni ivmenin görülmesine ihtiyaç duymaktadır. Diğer yandan da bölgesel politikalara ilişkin fikir sahipleri için, onların değerlendirmeleri ve politik öngörülerinin dişlerinin kovuğunu doldurmayacak bir mevzu olmasıdır. Bu konuda bir yandan bir örneklem ve alan olarak değerlendirmeyi tâbi tutmak ve yeni bütünün parçalarından birine yaklaşmak Türkiye’nin oynadığı rolü görmeyi de kolaylaştıracaktır.


Alevi ayrışma

Geçen bu sürecin önemli bir kısmı Alevilik ortak adı ve bu adın oluşturduğu ortak yönlerin ön plana çıkarılmasıyla geçmiştir. Bu ortak yanın ön plana çıkarılması tek taraflı işlememekte ve hem Alevi, hem de Alevilerin dışında kalan toplulukları ilgilendirmekte ve tartışmanın tarafı kılmaktadır. Doğal olarak kamuda tartışmalarla Alevi topluluklar da birbirlerine ilişkin bilgi sahibi olmakta ve ortak yanlarını da içeriden görmektedirler.

Türkiye kamuoyunun yakinen bildiği ve tanıdığı içerik tartışmalarının en önemli başlıkları arasında “İslam içi ve İslam dışı” çerçevesi yer alır. Bu başlık, giderek zengin bir içerik kazanmaktadır. Artık azımsanamayacak ve yüksek baskılarıyla okuyucusuyla buluşan literatür oluşmakta ve kitaplıktaki yerini almaktadır. Okuyucuların önemli bir kısmı Alevilerden oluşmakta ve adı geçen kitaplar büyük bir hayran kitlesi arasında hüsnü kabul görmekte, giderek daha fazla taraf bulmaya devam etmektedir. Bu kitaplar, Alevilik için yeni bir tarih, erkân ve usul üretmekte, ürettiği programı pratik etmeye başlamaktadır.

Artık Alevi topluluklar arasındaki bu kitapların yazarları yeni bir erkân önerisinde bulunurken, erkânın merkezî bir hüviyet kazandığı yerde homojenleştirmekte ve ana kaynağından uzaklaştırmaktadırlar. Ana merkezle olan ilişkinin kopuşu, Alevilik adına daha uygun hale getirmenin önemli bir aşamasıdır. Bu çaba ve gayretler, Alevi toplulukların bulunduğu bütün coğrafyada gerçekleşmektedir.

Aleviliğin bu yeni formatıyla ortak tarih ve kültür etrafında kendi bağlantı noktalarından koparılması veya belirsiz, muğlak hale getirilmesi gerçekleşmiştir. Artık Alevi olarak kendilerini adlandıran yeni kuşak, kendilerini yeni bir din mensubu olarak kısmen sunmakta ve yakın zamanda ilana da yakın durmaktadırlar. Bütün bu program azar azar, sistematik ve kontrollü yürütülürken, taraflar bu konunun gerçekleştirilmesine ellerinden gelen yardımı sağlamaktadırlar.

Dedikodu ve içi boş teorilerle konuya karşı hamle yapan “Sünni” çevreler, iktidarın ideolojik kodlarını güçlü bir şekilde tatbik etmeye çabalamaktadırlar. Yurtiçi ve yurtdışı program, giderek pilot bölge ve konular etrafında mayalanmakta ve uygun havza oluşturulmaktadır.

Alevi topluluklar, uzun zamandan beri çatışma merkezlerinde Sünni ve Şii olmaya zorlanmaktadırlar. Her ikisinden birine doğru can kaygısıyla sürüklenen topluluklar, kendileri için güvenli bir merkez olarak Batı ülkelerini görmektedirler. En azından dernek düzeyinde de olsa ölümlerin olmadığı bir coğrafyayı herkes gibi tercih etmektedirler.

Daha da karmaşık olanı ise şu: Şii olan yeni dailer, Şii coğrafya içerisinde yer alan Alevileri Şiileştirmekle kalmadılar, Sünnilerin bulunduğu topraklara da hamle yaparak Şiilerin sayısını arttırdılar. Balkanlarda dahi Alevi-Bektaşî toplulukların en korunaklı mekânlarında dahi Şii dailerin yeni cemaatlerinin faaliyetleri sonuç almaktadır. Gözlerden ırak bir yerde yaşayarak Sünni ve Şii baskıdan kaçan Alevi topluluklar, kendilerini ilgili mezheplerin referanslarından da uzaklaştırmaktadırlar.

Tereddüt

Bu yazının kapsamı dışında kalan bir başka sorunlu alan ise Sünni ve Şii yeni dünyanın aldığı biçim ve kendi bünyesinde yer alan topluluklara yönelik hamleleridir. Bu hamlelerin sahipleri, muhataplarına yaptıkları hamlenin meşru zemini olarak ilgili toplulukların İslam ile ilişkilerinin netameli oluşuna inançlarıdır.

Hâlbuki müstemleke, bütünün parçalarına yönelik aynı programı uygulamaktayken Sünni ve Şii çevreler kendilerine yeniden bu zaviyeden bakmadıkları sürece yüz yüze kaldıkları soruna çözüm bulmakta zorlanacaklar veya buldukları çözümün maliyeti ağır olacaktır. Çünkü programın tek yönlü veya tek taraflı işlemesi tabiata aykırıdır ve bundan dolayı tarafların tamamına yönelik tatbik edilmektedir. Tuhaf olan, taraflar kendilerine uygulananı görmekte yavaş, isteksiz ve inatçı dururlarken, ateşli ve arzulu bir halde muhataplarına yönelerek ne dedikleri belli olmayan bir karmaşa işaret eden dille konuşmaktadırlar. Oysa muhataba söylenen her şey, aynı zamanda kendi için de geçerlidir. Selefi gruplar, yeni bir dinin işaretlerini vermektedir ve bu örnek, “Alevilik nasıl yeni bir din olacak?” diye düşünenlere de yeterlidir. Selefiler hangi programın bir parçası olarak nerede ve nasıl yetiştiler? Ancak kısa zamanda hemen her tarafta görüldüler.

Alevilik ile ilgili her konuya doğrudan müdahil olan aktörler, bu konunun temel alanını sarsıcı bir etkiye sahip oldular. Öyle ki Alevilik “seyitler” etrafında şekillenmekteyken, yeni programda okuryazar gazeteci, solcu, örgütçü, politikacı ve benzeri meslek grupları üzerine kurulmaktadır.

Sonuç

Sonuç olarak Alevilik, yeni bir din olarak ilana uygun hale getirilmektedir. Yakın zamanda Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Alevilik, yeni bir din ilanına hazır kılınmıştır. Alevi okuryazar yeni aktörler, zayıf ve çaresiz bırakılmış dinî önderleri dedelere karşı büyük bir etkiyle yeni Alevi bireyleri yönlendirici ve kuşatıcı programın takipçileridir. Artık Alevilik konusunun her türlü tartışma iklimini bu yeni aktörler gerçekleştirmekte ve her türlü içeriğin de yılmaz savunucuları olarak içerisinde bulunmaktadırlar.

Alevilik ile ilgili her konuya doğrudan müdahil olan aktörler, bu konunun temel alanını sarsıcı bir etkiye sahip oldular. Öyle ki Alevilik “seyitler” etrafında şekillenmekteyken, yeni programda okuryazar gazeteci, solcu, örgütçü, politikacı ve benzeri meslek grupları üzerine kurulmaktadır.

Alevilik ile ilgili çözüm üretenler, evvel emirde kendi tarihi, dini ve kültürel dünyalarına yönelmeliler. Burada yeniden kendilerini inşaya ihtiyaç ve hatta zorunluluk bulunmaktadır. Bunun gerçekleştirilmemesinin önündeki engel, Türkiye’nin kuruluşuyla bağlantılı ve bu varoluşsal alanının sorgusuz sualsiz bir yere karşılık gelmesiyle doğrudan ilişkili olduğunu ilanihaye dikkatlerden kaçırmasıyla ilişkilidir. Nihayetinde Türkiye’nin kendisine verilen en büyük imkân da budur. Bundan dolayı da meselelerini bölgesel bir ilişkilendirmeye ihtiyaç duymamaktadır.

Alevilik, yeni bir din olarak inşa sürecini ve pratiklerini tamamlamaya çok yakındır.