“KIŞSIZLIK Hali” adlı şiirimi
yıllar önce bir kış günü yazmıştım. Şiirin başlık altındaki ithaf cümlesi, “Her kar
yağışını afet diye veren habercilere” şeklindeydi.
Memlekete
karın az yağdığı günlerdi. Erzurum gibi bazı şehirlerin sokaklarında vardı, bir
de Uludağ ve Erciyes gibi yüksek mevkilerde toprağa tutunabilmişti kar. Nadiren
de olsa bazı şehirlere serpiştirip gidiyordu. İstanbul ise uzun süredir
görmemişti. Onun için az da olsa karın sokaklara düştüğü günlerde, televizyon
haber bültenleri ve zaman zaman gazete sayfaları yağışlara “bir şekilde” yer
veriyordu.
Hâlbuki
İstanbul, kışı doyasıya yaşayan bir şehirdir. 1980’li yıllarda, lise dönemimde
defalarca okullarımız kar sebebiyle tatil edilmişti. Kaldığım öğrenci yurdundan
birkaç gün sokağa çıkamadığımız olurdu. 2000’li yıllarda da zaman zaman çetin
kış günleri yaşamıştı İstanbul. 2003 veya 2004 yılıydı sanırım, öğleden sonra
başlayan kar yağışı üç dört saat içinde İstanbul’u pamuklar gibi bembeyaz hale
getirmişti; insanlar evlerine zar zor ulaşabilmişler, pek çok araç yollarda
kalmıştı. O dönem birlikte çalıştığımız Ekrem Özkaya, Fatih’ten Kartal Uğur
Mumcu’daki evine sanırım yedi saatte gidebilmişti.
İstanbul Boğazı’nın buz tuttuğu da kayıtlara geçmiştir. Genç Osman zamanında, 24 Ocak 1621'den 8 Şubat 1621'e kadar hiç durmadan kar yağdığı ve kışın şiddetinden İstanbul Boğazı'nda denizin buz tuttuğu bilinmektedir. 1929 Şubat’ında da benzer bir durumdan bahsedilmektedir. O dönemde sıcaklığın eksi 12 dereceye kadar düştüğü, Haliç’in donduğu, Kâğıthane deresi, Göksu, Kurbağalıdere ve Terkos gölünün de tamamen buz tuttuğu belirtilmektedir. Benzer hallerin 1954 ve 1969 yıllarında da yaşandığı anlatılmaktadır.
“Beyaz
afet” iğretisi
“Kışsızlık
Şiiri”nin yazıldığı yıla gelelim yeniden. Son 15-20 yıldır habercilerin diline
ufak ufak yapışmaya başlayan bir tanım, o kış benim için daha iğreti gelmeye
başlamıştı. Yaşadığımız, bir kışsızlık mevsimi idi adeta. Ne kar yağıyordu, ne
de gerçek bir kış vardı şehirde. Küresel ısınma haberleri yoğunluklu şekilde
yapılmaya başlanmıştı. Buna rağmen İstanbul ve diğer büyük şehirlere azıcık kar
düşse, özellikle televizyon spikerleri bunu “beyaz afet” anonsuyla
haberleştiriyorlardı. “Filan şehirde beyaz afet” veya “İstanbul’da beyaz afet”
şeklinde haber yapmayan ne televizyon, ne gazete, ne de haber sitesi kalmıştı.
Yıllar
geçtikçe bu iğreti tanım daha da yaygınlaştı. Kar yağışının “beyaz afet” olarak
tanımlanması, medyamız için artık “rutin” bir iş. Pek çok haberci kar ve kış
kelimelerini “beyaz afet” tamlaması olmadan yazamaz hale geldi. İçinde “afet”
kelimesi yer almayan “kar-kış haberi” gittikçe azalıyor. “Bu tabiri ilk defa
kim uydurdu, kim kullandı, başka bir dilden mi geçti?” sorularının cevaplarını bilmiyorum,
ama o kişinin kar ve kışın yeterince hakkına girdiğini düşünüyorum. Elbette
kar-kış, bu hakkını zamanı gelince o iftiracıdan alacaktır.
Eğer
kar-kış ikliminde olduğu halde bir şehre kar yağmıyorsa o zaman “Bu bir afet mi?”
diye düşünebiliriz, kar yağdığı zaman değil. Bir şey olması gerektiği gibi
olduğu zaman sevinmeliyiz, çünkü bu durum hayatın gereğidir. Sünnetullah
dediğimiz, tabiatın kuralı/alışkanlığı dediğimiz de budur. Denge, vüsta, adalet
de budur. Kar nimettir, karsızlık/kışsızlık hali ise nimetsizliktir, nimetten
ve doğallıktan eksilmedir.
İlahî
“eksiltme”
Mevsimleri
doyasıya yaşamak, iklimlere her türlü farklılıklarıyla şahit olmak, rüzgâr,
yağmur ve kar gibi nimetlerden nasiplenmek, hayatın fıtrat üzere devam
ettiğinin işaretidir. Nimetlerde, iklimlerde, mevsimlerde “eksilme” var ise, işte
o zaman endişe etmeli, korkmalıyız. Ra’d Suresi’nde yer alan “Görmüyorlar mı ki Biz, yeryüzünü etrafından
gitgide eksiltmekteyiz” ayetini bu korkuyla okurum ben. Enbiya Suresi’ndeki
bir ayet de benzer bir muhtevaya sahip. Şöyle deniliyor: “Doğrusu Biz, onları ve atalarını yaşattık, hatta o ömür onlara uzun
geldi. Fakat şimdi görmüyorlar mı ki yeryüzünü etrafından eksiltip duruyoruz”
Çünkü “Biz gökten belli bir miktarda su
indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme
gücüne de sahibiz” diyen Allah’tır.
Kar
yağışına “beyaz afet” denilmesine dair bu “kötü yaklaşımı” her ne kadar medya
mensupları üzerinden yazıyor olsam da bu habis yaklaşımın toplumun genelini
kuşatan bir alışkanlığa dönüştüğünün de farkındayım. Kar yağışını “afet” olarak
tanımlayan bir gazeteci, bir belediyeci, bir siyasetçi, bir akademisyen ya da
herhangi bir kişi, bir yağış türü olan “kar” ile bir mevsim türü olan “kış”ın
insan, toprak, şehir, canlılar ve hatta cansızlar için ne anlama geldiğini ya bilmiyordur
ya da popüler yoz dilin kurbanıdır. Her iki halden de insanın kendini
kurtarması gerekir.
İnsanlık
tarihinde yağmur, kar ve rüzgâr gibi nimetlerin gerçekten “afet” olarak
üzerimize gönderildiği zamanlar olmuştur. Benzeri hallerden bizi ve tüm
insanları Allah korusun. Ancak her kar yağışını “afet” olarak tanımlamak, kötü
bir ruh halinin veya cahilliğin eseri olabilir. Kar yağdığında birtakım
sıkıntılar yaşanıyorsa, bu durum kar ve kışın afet oluşundan değil, başka
sebeplerdendir.
Sözgelimi,
birkaç santim kar yağdığı zaman şehirde tüm ulaşım alt üst oluyorsa, sorunun
kaynağı ve sorumluları bellidir. Böyle bir listede kar ve kış olamaz. Kar ve
kışa övgüler yapmak, sadece şairlerin değil, feraseti ve bilgisi olan her insanın
görevidir. Kar yağdığı zaman sadece kartopu oynayacak olan çocuklar ile tarımla
uğraşan çiftçiler değil, hepimiz sevinmeliyiz. Kar bizim için, toprak için, köyler
ve şehirler için, çocuklar ve yaşlılar için yağıyor. Kar insan için süzülüp
yere konuyor.
Kar
tanelerinin o muhteşem şekillerine hayranlık duymaya devam edelim. Kartopu
oynamaya, kardan adam yapmaya ve kar yağdığı zaman “Rabbim! Sana şükürler olsun”
demeye devam edelim.
Bu
kış “beyaz afet” şeklinde haber yapan hiçbir gazetecinin olmamasını diliyorum.