Nimet ve afet salınımında kar ve kış

Mevsimleri doyasıya yaşamak, iklimlere her türlü farklılıklarıyla şahit olmak, rüzgâr, yağmur ve kar gibi nimetlerden nasiplenmek, hayatın fıtrat üzere devam ettiğinin işaretidir. Nimetlerde, iklimlerde, mevsimlerde “eksilme” var ise, işte o zaman endişe etmeli, korkmalıyız. Ra’d Suresi’nde yer alan “Görmüyorlar mı ki Biz, yeryüzünü etrafından gitgide eksiltmekteyiz” ayetini bu korkuyla okurum ben.

“KIŞSIZLIK Hali” adlı şiirimi yıllar önce bir kış günü yazmıştım. Şiirin başlık altındaki ithaf cümlesi, “Her kar yağışını afet diye veren habercilere” şeklindeydi.

Memlekete karın az yağdığı günlerdi. Erzurum gibi bazı şehirlerin sokaklarında vardı, bir de Uludağ ve Erciyes gibi yüksek mevkilerde toprağa tutunabilmişti kar. Nadiren de olsa bazı şehirlere serpiştirip gidiyordu. İstanbul ise uzun süredir görmemişti. Onun için az da olsa karın sokaklara düştüğü günlerde, televizyon haber bültenleri ve zaman zaman gazete sayfaları yağışlara “bir şekilde” yer veriyordu.

Hâlbuki İstanbul, kışı doyasıya yaşayan bir şehirdir. 1980’li yıllarda, lise dönemimde defalarca okullarımız kar sebebiyle tatil edilmişti. Kaldığım öğrenci yurdundan birkaç gün sokağa çıkamadığımız olurdu. 2000’li yıllarda da zaman zaman çetin kış günleri yaşamıştı İstanbul. 2003 veya 2004 yılıydı sanırım, öğleden sonra başlayan kar yağışı üç dört saat içinde İstanbul’u pamuklar gibi bembeyaz hale getirmişti; insanlar evlerine zar zor ulaşabilmişler, pek çok araç yollarda kalmıştı. O dönem birlikte çalıştığımız Ekrem Özkaya, Fatih’ten Kartal Uğur Mumcu’daki evine sanırım yedi saatte gidebilmişti.

İstanbul Boğazı’nın buz tuttuğu da kayıtlara geçmiştir. Genç Osman zamanında, 24 Ocak 1621'den 8 Şubat 1621'e kadar hiç durmadan kar yağdığı ve kışın şiddetinden İstanbul Boğazı'nda denizin buz tuttuğu bilinmektedir. 1929 Şubat’ında da benzer bir durumdan bahsedilmektedir. O dönemde sıcaklığın eksi 12 dereceye kadar düştüğü, Haliç’in donduğu, Kâğıthane deresi, Göksu, Kurbağalıdere ve Terkos gölünün de tamamen buz tuttuğu belirtilmektedir. Benzer hallerin 1954 ve 1969 yıllarında da yaşandığı anlatılmaktadır.

“Beyaz afet” iğretisi

“Kışsızlık Şiiri”nin yazıldığı yıla gelelim yeniden. Son 15-20 yıldır habercilerin diline ufak ufak yapışmaya başlayan bir tanım, o kış benim için daha iğreti gelmeye başlamıştı. Yaşadığımız, bir kışsızlık mevsimi idi adeta. Ne kar yağıyordu, ne de gerçek bir kış vardı şehirde. Küresel ısınma haberleri yoğunluklu şekilde yapılmaya başlanmıştı. Buna rağmen İstanbul ve diğer büyük şehirlere azıcık kar düşse, özellikle televizyon spikerleri bunu “beyaz afet” anonsuyla haberleştiriyorlardı. “Filan şehirde beyaz afet” veya “İstanbul’da beyaz afet” şeklinde haber yapmayan ne televizyon, ne gazete, ne de haber sitesi kalmıştı.

Yıllar geçtikçe bu iğreti tanım daha da yaygınlaştı. Kar yağışının “beyaz afet” olarak tanımlanması, medyamız için artık “rutin” bir iş. Pek çok haberci kar ve kış kelimelerini “beyaz afet” tamlaması olmadan yazamaz hale geldi. İçinde “afet” kelimesi yer almayan “kar-kış haberi” gittikçe azalıyor. “Bu tabiri ilk defa kim uydurdu, kim kullandı, başka bir dilden mi geçti?” sorularının cevaplarını bilmiyorum, ama o kişinin kar ve kışın yeterince hakkına girdiğini düşünüyorum. Elbette kar-kış, bu hakkını zamanı gelince o iftiracıdan alacaktır.

Eğer kar-kış ikliminde olduğu halde bir şehre kar yağmıyorsa o zaman “Bu bir afet mi?” diye düşünebiliriz, kar yağdığı zaman değil. Bir şey olması gerektiği gibi olduğu zaman sevinmeliyiz, çünkü bu durum hayatın gereğidir. Sünnetullah dediğimiz, tabiatın kuralı/alışkanlığı dediğimiz de budur. Denge, vüsta, adalet de budur. Kar nimettir, karsızlık/kışsızlık hali ise nimetsizliktir, nimetten ve doğallıktan eksilmedir.

İlahî “eksiltme”

Mevsimleri doyasıya yaşamak, iklimlere her türlü farklılıklarıyla şahit olmak, rüzgâr, yağmur ve kar gibi nimetlerden nasiplenmek, hayatın fıtrat üzere devam ettiğinin işaretidir. Nimetlerde, iklimlerde, mevsimlerde “eksilme” var ise, işte o zaman endişe etmeli, korkmalıyız. Ra’d Suresi’nde yer alan “Görmüyorlar mı ki Biz, yeryüzünü etrafından gitgide eksiltmekteyiz” ayetini bu korkuyla okurum ben. Enbiya Suresi’ndeki bir ayet de benzer bir muhtevaya sahip. Şöyle deniliyor: “Doğrusu Biz, onları ve atalarını yaşattık, hatta o ömür onlara uzun geldi. Fakat şimdi görmüyorlar mı ki yeryüzünü etrafından eksiltip duruyoruz” Çünkü “Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz” diyen Allah’tır.

Kar yağışına “beyaz afet” denilmesine dair bu “kötü yaklaşımı” her ne kadar medya mensupları üzerinden yazıyor olsam da bu habis yaklaşımın toplumun genelini kuşatan bir alışkanlığa dönüştüğünün de farkındayım. Kar yağışını “afet” olarak tanımlayan bir gazeteci, bir belediyeci, bir siyasetçi, bir akademisyen ya da herhangi bir kişi, bir yağış türü olan “kar” ile bir mevsim türü olan “kış”ın insan, toprak, şehir, canlılar ve hatta cansızlar için ne anlama geldiğini ya bilmiyordur ya da popüler yoz dilin kurbanıdır. Her iki halden de insanın kendini kurtarması gerekir.

İnsanlık tarihinde yağmur, kar ve rüzgâr gibi nimetlerin gerçekten “afet” olarak üzerimize gönderildiği zamanlar olmuştur. Benzeri hallerden bizi ve tüm insanları Allah korusun. Ancak her kar yağışını “afet” olarak tanımlamak, kötü bir ruh halinin veya cahilliğin eseri olabilir. Kar yağdığında birtakım sıkıntılar yaşanıyorsa, bu durum kar ve kışın afet oluşundan değil, başka sebeplerdendir.

Sözgelimi, birkaç santim kar yağdığı zaman şehirde tüm ulaşım alt üst oluyorsa, sorunun kaynağı ve sorumluları bellidir. Böyle bir listede kar ve kış olamaz. Kar ve kışa övgüler yapmak, sadece şairlerin değil, feraseti ve bilgisi olan her insanın görevidir. Kar yağdığı zaman sadece kartopu oynayacak olan çocuklar ile tarımla uğraşan çiftçiler değil, hepimiz sevinmeliyiz. Kar bizim için, toprak için, köyler ve şehirler için, çocuklar ve yaşlılar için yağıyor. Kar insan için süzülüp yere konuyor.

Kar tanelerinin o muhteşem şekillerine hayranlık duymaya devam edelim. Kartopu oynamaya, kardan adam yapmaya ve kar yağdığı zaman “Rabbim! Sana şükürler olsun” demeye devam edelim.

Bu kış “beyaz afet” şeklinde haber yapan hiçbir gazetecinin olmamasını diliyorum.