“HER şeyin bir baharı
vardır; kalplerin baharı Kur'ân, Kur'ân'ın baharı ise, nâzil olduğu ay olan
şehr-i Ramazân'dır.” Hazreti Ali’ye (kv) ait bu veciz söz, bize bir müjde
vermektedir.
O
öyle bir ay ki, rahmetin sağanak sağanak yağdığı, nefislerin hizâya çekildiği,
kulun kendine geldiği, yaptığı ibadetlerle sevaplarının kat kat yazıldığı
inancıyla kutlu, fazîletli ve şerefine nâil olduğumuz mübarek bir aydır. Gecesi
ve gündüzüyle mâneviyatı âdetâ zirveye taşıyarak ibadetlerin daha da
yoğunlaştığı, hayır ve hasenatın arttığı, arınmanın, yenilenmenin bilincinde
huzurun yaşandığı bu mübarek ayda kendimize çekidüzen vermenin onuruna
erişiyoruz. Özellikle de sabrı öğreniyoruz.
Açlıkla
terbiye ettiğimiz sadece bedenimiz değil, ruhumuz da aynı zamanda. Ayrıca
açlık, mânevî dünyamıza açılan bir sır
kapısı gibidir. Ramazan ayının sırrına ermek için açlıkla nefsimizi terbiye
ederiz. Kötü söz ve hâllerden, şehevânî duygulardan uzak kalarak kibirden
arınıp kalplerimizin yumuşamasına ve huzura varmasına yol açmış oluruz. Ki bu
aylarda yapılan hiçbir ibadette riya yoktur, içten ve samîmidir.
Ramazân
ne güzel bir aydır ki, tuttuğunuz oruçla, okuduğunuz Kur'ân'la, kıldığınız
namazla, verdiğiniz fitre, sadaka, zekâtla dilinizi kötü sözden sakındırır, hâl
ve hareketlerinizde ölçülü olmayı hatırlatır. Hem kendini, hem de etrafınızdakileri
böylece yücelterek onurlandırırsınız.
“Ramazân,
bereketiyle gelir” der büyüklerimiz. İftarda ve sahurda nîmetler azdan çoğa
çevrilir. Verilen iftar yemeklerinde hem sofralar, hem de gönüller şenlenir.
Açlık çeken insanların hâllerini belirli saatlerde tuttuğumuz oruçla daha iyi
anlamaktayız. Böylelikle nefsimizin bizden istediği aşırı hâllerden, günahtan
kaçınmamıza ve sabırla ibadetlerimizi yerine getirme gayreti içinde olmamıza
vesîle olmaktadır. Her şeye daha hoşgörülü ve inanç doğrultusunda bakmamız,
daha duyarlı olmamız, davranışlarımızda da ölçülü olmamız konusunda
eğitmektedir bizi Ramazaân. Bu vesîle ile hem bedenimizi, hem kalbimizi, hem de
ruhumuzu terbiye etmekteyiz. Bir hadîs-i şerifte, "Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz"
(Et-Tergip ve Terhib 2;83) buyurulmaktadır. Böylelikle yaptığımız ibadetler
doğrultusunda günahlarımızın yandığı idrâkiyle daha da vecd ile sarılırız bütün
hayırlı duruşlara.
Ramazân’ın
27. gecesi “Kadir Gecesi” olarak bilinse de, Kur'ân'la şereflenen sayılı (son
on gün) günler içinde aranması, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz
tarafından bize bildirilmiştir. Bu yüzden o sayılı günlerde her geceyi Kadir
Gecesi’ymiş gibi değerlendirip bu bilinçle yapılan tüm ibadetlerimizin Allah
katında makbul ve kabul olacağı inancını taşırız. Rabbim tüm ibadetlerimizi
kabul etsin inşallah! (Âmin.)
Kadir
suresinde de belirtildiği gibi, “Biz onu (Kur'ân’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik.
Kadir Gecesi’nin ne olduğunu Sen nereden bileceksin? Kadir Gecesi, bin aydan
daha hayırlıdır. O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir”.
Ramazân
öyle bir ay ki, insanlığa sunulmuş âdetâ bir muştu, bir kurtuluş ve bunun
devamında gelecek yaşama dair hayırlı ameller oluşturmak için bize bahşedilmiş
bir fırsat zamanıdır. Apaçık âyetlerle bizlere sunulmuş Kur'ân'la birlikte,
kulluğumuzun bilincinde hak ile bâtılı ayırmamıza vesîle kılınan bir fırsat ayıdır.
Dinî
yaşantımızda belirli ölçü ve kurallar olsa da Allah (cc), açıkladığı âyetler ve
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) hadîsleriyle ibadetlerimiz
kolaylaştırılmıştır. Âyet ve hadîsler doğrultusunda ibadetlerimizi her vakit ve
her alanda rahatlıkla yerine getirebilme gayretimiz de artmaktadır. Dinde
zorluk yoktur. Bu ölçüler dikkate alındığında kulluk görevimizin bizlere bir
yük getirmediğini, aksine birçok şeyin bizim faydamıza olduğunu görmekteyiz.
Hadîslerde belirtilmiş olarak Peygamber Efendimiz’in (sav) Ramazân ayıyla
ilgili gördüğü bir rüyâ, bu konuya dair bir fener hükmündedir.
“Rüyâmda
acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı
abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu
sıkıyordu. Kıldığı namazlar gelip onu kabir azabından kurtardı. Birine
şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip şeytandan onu kurtardı.
Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazân orucu gelip susuzluğunu
giderdi. Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine
ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip ölümüne engel oldu,
geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip ona
şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel
oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen
birine sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebânîler alıp Cehennem’e
götürürken, yaptığı emr-i mâruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem
ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı. Birine
amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip defterini sağa aldı.
Sevapları hafif gelen birinin, kendinden önce ölen çocukları gelip sevabını
ağırlaştırdı. Cehennem’in kenarında korkudan titreyen birine Allah-u Teâlâ’ya
olan hüsnüzannı gelince titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri Cennet’e
geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i Şehadeti gelip onu Cennet’e koydu.”
(Taberani, Hakîm-i Tirmizî)
Bu
duygular içinde yapacağımız ibadetlerin ne kadar hayırlı ve kutsal olduğunu
idrâk etmekteyiz. Ramazân ayını da bu vesîleyle bizlere sunulmuş ayların içinde
en hayırlı ay olarak ne kadar kutsî bir süreç olduğunun kanaatine varıyoruz.