Kelaynak milletler

Kadınımızın asıl süsü, ziyneti, elması, pırlantası çocuğudur, çocuklarıdır. Allah aşkına, kadınlarımızı süslerinden mahrum etmeyelim ve bırakalım süslensinler! Bir, iki, üç, hatta dört beş takı… O bile yetmez bazılarına, yeter ki imkân yaratsın devletimiz, yardım etsin, yanlarında olsun! Nedir ki onların istediği? Bebekken bez, askerken üniforma, olgunlaşınca da ekmek parasını kazanacağı güvenli bir iş… Hepsi bu kadar! Bir de gidip Alman annesine sorun “Ne istiyorsun evlâdın için?” diye, o zaman göreceksiniz doyumsuzluğu...

İNSANLARI yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur, kadının namuslu olması… Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet daha vardır: Îcâbında, tereddütsüz canını fedâ edebilecek kadar vatanına bağlı olmak…

İşte Türkler, bu meziyetlere ve fazîlete sahip kahramanlardır! Bundan dolayıdır ki, “Türkler öldürülebilir, lâkin mağlup edilemezler!” diyor Napoleon Bonaparte. 

“Hanımların askerlik görevi, bu millete ve vatana hayırlı bireyler yetiştirmektir, yani anneliktir” diyerek girelim yazımıza. Bir kısım feminist ve dar görüşlü insandan müteşekkil, iki yüz bin civarında takipçisi olan bir siber âlem noktasından söz edeceğim size. Adı önemli değil. Söz konusu noktanın sâbit kafalıları, bu ülkedeki 45 milyon vatandaşımızın iradesi ile Cumhurbaşkanı olmuş bir şahsın ardından atıp tutarak, onu bir kadın düşmanı olmakla itham ediyorlar. Tabiî ki bu yafta çok saçma ve hatalı bir tespit barındırıyor içinde.

Bilge büyüklerimizden işitmediniz mi, bir neslin devamı için iki evlât şarttır, ancak ilk iki çocuk, anne ve babayı temsil ederken, üçüncüsüyse bayrak ve vatan içindir. O, gerekirse millî uğurda canını seve seve fedâ edebilecek insandır. Bundan gayrı dördüncü evlât garantördür. Olmazsa olmaz! Artık beşinci için de ne derseniz deyin! Meselâ anne babanın yaklaşan âhir ömürlerinde sevebilecekleri, yaşlılıklarında da sorunlarını çözerek oyalanacakları son ciğer pâre…

Bir süre önce, birçoğu polis emeklisi ve aralarında âkil insanların olduğu büyüklerimle sohbetteydik. Sohbetin bir yerinde, deniz mevzuu açıldı. Malûm sıcaklar artmaya başlıyor, deniz mevsimi yaklaştı; sohbete dâhil olanlardan biri, defalarca Akdeniz'e indiğini ve her seferinde aynı güzergâhtan geçtiğini söyledi. Bu yol Kapadokya'nın yakınından geçtiği hâlde de hiç gitmediğini ekledi sözlerinin sonuna.

Dedim ki ona, “Deniz kenarında doğup İç Anadolu'ya göç etmiş bizler o güzelim denizlerimizin sesi ve hasretiyle yanıp tutuşurken, orada yaşayan halk, her dâim elinin altında olduğu için ‘Yarın giderim’, ‘İki ay sonra giderim’ diye diye güzelliğin tadına varamıyor ve erteliyor, ne hazin! Bu, İstanbul'da yaşayan ve oradaki tarihî ve turistik yerleri ‘Bir ara gezerim’ diye diye ömrü hebâ edene benzer. O kimsenin yaşayacağı, belki de hiç olacak! Yurdun dört bir tarafında yaşamaktayken, yanı başındaki hazîneleri gezip göremeden fânî dünyadan göçüp giden vatandaşlarımız az değil. Sizinki de o hesap! Kapadokya defînesi bir adım ötenizde, tatil yolculuğunda bir adım ötesinden geçmektesiniz, lâkin uğramayı düşünmüyorsunuz”. Düşünüyormuş da… Düşün düşün bey baba, daha vaktin var!

Kıssadan hisse, hiçbir insan evlâdının bir saat sonrası garanti değil. Her günümüzü son günümüz gibi yaşamamız gerektiği de su götürmez bir gerçek.

Allah (cc) göstermesin, her an deprem olabilir; kazalar bir soluk ötemizde bizi beklemekte… Etrafımıza bakalım; bir elinde telefon, diğer elinde direksiyon tutan birçok trafik canavarı mevcut… Kısacası, Kastamonulu yol erbâbı kardeşlerin dediği gibi, “Daş düşebülü, ayu çıkabülü!”…

Kadınımızın ziyneti

Malûm noktanın aklıevvelleri, Sayın Cumhurbaşkanımızın sık sık gündeme getirdiği “üç çocuk” (şimdilerde “beş çocuk”) jargonunun kısır ve tedavisi imkânsız olan hastalıklara dûçâr insanlarımızı rencide edebilecek bir cümle olduğunu söylüyorlar. Onun bu hususta tek kelime kullandığını dahi düşünmüyorum. Söz açık ve net: “Anneliği reddeden bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir, yarımdır!” Bu sözü söyleyen adamı, yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden dolayı kesinlikle haklı buluyorum!

Hemen ekleyelim: Elbette aynı durum erkekler için de geçerlidir. Bu nedenle cümlede art niyet aranmaması gerektiğine inandığımı ve böylelerinin kelimeler içinden lâf ayıklamakta kullandıkları cımbızlarını daha hayırlı işler için kullanmalarını dilerim.

Hem kötü mü oluyor dünyanın sürekli gündemde tuttuğu bir “ülkenin başı”nın bu tartışmaları harlayarak bayan hakları mevzuunu gündeme taşıması ve bu konuda onların sorunlarını tekrar tekrar dile getirmelerine yol açması? “Bu kabil ifâdelerle Sayın Cumhurbaşkanımızın ülke ve insan sorunlarının çözümüne katkısı bulunduğunu da göz ardı etmesek” diyorum, “Konuyu rencide eder!” bağlamında döndürüp dolaştırarak…

Neden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımızın çalışan ve çocuklu kadınlar hakkındaki iyileştirme yasalarını olumlu ve kazanılmış haklar olarak görmezsiniz? Meseleyi küçük puntolu, köşecik yazılar ile önemsizleştirip o şahsı kadın düşmanı ilân etmek hangi akla sığar? Üzüyorsunuz bizi! 

“Tüm Türk hanımları, kıymet bilen dost bir insanın yanında seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırmak, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek, tabiatı da inciten bir gaflet olur” der dururuz ya hani her başarılı erkeğin yanında onlar vardır diye, bizim kadınlarımızın en büyük süsü, Müslüman Türk oluşlarıdır. Bakın, onlar hâddizâtında süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar. Kesinlikle üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını, canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.

Lâkin kadınımızın asıl süsü, ziyneti, elması, pırlantası çocuğudur, çocuklarıdır. Allah aşkına, kadınlarımızı süslerinden mahrum etmeyelim ve bırakalım süslensinler! Bir, iki, üç, hatta dört beş takı… O bile yetmez bazılarına, yeter ki imkân yaratsın devletimiz, yardım etsin, yanlarında olsun! Nedir ki onların istediği? Bebekken bez, askerken üniforma, olgunlaşınca da ekmek parasını kazanacağı güvenli bir iş… Hepsi bu kadar! Bir de gidip Alman annesine sorun “Ne istiyorsun evlâdın için?” diye, o zaman göreceksiniz doyumsuzluğu.

Ancak buna rağmen Alman, Amerikan, İngiliz, İsveç, Norveç, Finlandiya ve benzeri devletleri, hatta Yunanistan “Gak!” deyince et, “Guk!” deyince süt vermeye çoktan râzı da, ortada evlât yok. Dolayısıyla o milletler için istikbâl de yok! Hepsi kelaynak misâli… Birçoğu yok olmak ve nesli tükenmiş milletler atlasında yerlerini almak için gün saymada.

Allah bizi “kelaynak” etmesin!