Kartal kanatlı yiğitler: Akıncılar

Akıncılar Türk ırkındandı. Devşirmeler yani Arnavut ve Boşnak gibi diğer Müslüman kavimler Akıncı ocağına alınmazlardı. Akıncı olmak için Osmanlı Türk’ü olmak şarttı! İlk zamanlar Akıncı beylerinin çoğunluğu Osman Gazi’nin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beyleri istediklerini ocağa alır, istediklerini çıkarırlardı. Dîvan-ı Hümayun bu işe hiç karışmazdı.

OSMANLI Devlet Teşkilâtı içinde sınır bölgelerinde düşman memleketlerine ânî baskınlar tertipleyerek yıpratma harekâtında bulunan hafif süvari gruplarına verilen isimdir “Akıncı”.

Akıncılar, bazılarının zannettikleri gibi yağma gâyesiyle düşman içine giren ve talanla hayatlarını geçiren serseriler topluluğu değildi. Pek çoğu Avrupa ve Balkan dillerini bilen akıncılar, akın yapmakla kalmayıp, aynı zamanda düşmanın durumunu, yolları ve kuvveti hakkında bilgi toplamak gibi istihbarat görevini de yerine getirirlerdi. Bu görevlerini esasa bağlayan kanunları vardı.

Akıncılar Türk ırkındandı. Devşirmeler yani Arnavut ve Boşnak gibi diğer Müslüman kavimler Akıncı ocağına alınmazlardı. Akıncı olmak için Osmanlı Türk’ü olmak şarttı! İlk zamanlar akıncı beylerinin çoğunluğu Osman Gazi’nin yoldaşları olan kumandanların çocuklarıydı. Akıncı beyleri istediklerini ocağa alır, istediklerini çıkarırlardı. Dîvan-ı Hümayun bu işe hiç karışmazdı.

Akıncı beyleri geniş yetkilere sahip olup doğrudan doğruya sultandan emir alırlardı. Rütbeleri sancak beyi derecesindeydi. Akıncı eri, canını yüzlerce defa çekinmeden ortaya koyduğu için, diğer birçok ocağın subayından imtiyazlıydı. Onun için akıncılara “fedâi, dalkılıç, serdengeçti ve deli” gibi isimler verilirdi.

Akıncılığa kabul edilmek çok zordu. Doğrudan doğruya Akıncı beyinin rızâsı gerekliydi. Zira kötü bir akıncı, birliğin mahvına sebep olabilirdi. Çok süratli intikal, seri hareket, harikulâde süvarilik, fevkalâde silahşor vasıfları olmayan, Akıncı ocağına kabul edilmezdi. Şimdiki askerî teşkilâttaki komando birliklerine benzeyen akıncılık, ekseriyetle babadan oğula geçerdi.

Akıncılar düşman arazisini dolaşıp orduya yol açar, kurulması muhtemel pusuları ânî ve süratli hareketlerle bozarlardı. Düşman topraklarına girecekleri zaman, arka arkaya kademe hâlinde birkaç bölüme ayrılırlardı. İlk kuvvetin karşısına mukavemet eden bir düşman kuvveti çıkarsa, arkadaki kuvvet yetişerek ona yardım ederdi. Hücûmları pek, ânî ve sert olduğundan, hemen her zaman düşman kuvvetlerini sarsıp dağıtırlardı. Ayrıca ordunun yolu üzerindeki hububatın muhafazası, yerli halktan aldıkları esirler vâsıtasıyla düşman hakkında haber toplamak ve köprü/geçit gibi yerleri emniyet altında tutmak da esas vazîfeleri arasında idi.

Akıncılar genellikle ordudan dört beş günlük mesafede önden gider ve vazîfelerini yerine getirirlerdi. Bindikleri atlar da akıncıların bu hızlı hayatlarına uygun, dayanıklı ve süratli olanlardan seçilirdi. Sefere çıkarken yedekte dört beş at götürür ve yorulan atları konak yerlerinde bırakrarak dönüşte bu atlara ganimetlerini yüklerlerdi.

Akıncı birliklerinde on akıncıya onbaşı, yüz akıncıya subaşı, bin akıncıya da binbaşı kumanda ederdi. Bu kumanda zincirini, bütün kuvvetlerin başında olan akıncı beyi tamamlardı. Bir harekâtın “akın” ismini alabilmesi için, o sefere Akıncı beyinin katılması gerekirdi. Aksi takdirde bu harekâta “akın” denmezdi.

Akıncılar merkezî bir tarzda idare olunmayıp sınır boylarında ocaklar hâlinde teşkilatlanırlardı. Her mıntıkanın kumandanı ayrı olup, mensubu oldukları kumandanların sülâle ismiyle anılırlardı. Bunların en meşhurları, “Malkoçoğlu akıncıları, Turhanlı akıncıları, Mihalli akıncıları” idi. Malkoçoğlu akıncıları Silistre’de, Turhanoğlu akıncıları Mora’da, Mihaloğlu Akıncıları ise Sofya ve Semendire bölgelerinde bulunurdu. Osmanlı Devleti’nde ilk Akıncı Beyi, Evranos Bey’dir. Zikredilen akıncı aileleri ise sonraki akınlarda meşhur olmuşlardır.

Serdengeçen dalkılıçlar

Akıncıların en önemlileri, “dalkılıç” ve “serdengeçti” adı ile anılırdı. Bu iki grup, akıncıların fedâi kısmıydı. Bunların düşman içine dalmak ve mahsur bulunan bir kaleye girmek gibi çok zor görevleri vardı ve geri dönme ihtimâlleri çok azdı. Onları bu işi yapmaya sevk eden, Allah yolunda cihat yapma arzusu idi. Bir düşman ordusuna dalmak gerektiği zaman bu vazîfeyi yapanlar ordudan ayrılır, düşmanı sağ, sol ve arka cihetinden vurmak üzere icap eden yere kadar gider ve şiddetli şekilde düşman saflarına girerlerdi. Düşman bu durumda şaşkınlıktan bozguna uğrar, mâneviyatı bozulurdu. Meşhur Napolyon bu konu hakkında şöyle demektedir: “Osmanlı askerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar sıkıştırmak elvermez. Bir kere dalkılıç olmayı göze almış birkaç yüz adam meydana çıkarsa, mağlûp olmamak mümkün değildir.”

Kalelere girmek gerektiği zaman bunlar gece vakti merdiven kurarak kaleye girer ve bu sayede fethine muvaffak olunmayan bir kalenin ele geçirilmesini sağlarlardı.

Düşmanın iktisâdî ve mânevî yapısını altüst ederek savaşın kazanılmasında önemli rol oynayan akıncıların akın tekniği şöyle idi: Akıncı ordusu belirli bölümlere ayrılır, onlar da yine belirli yerlerde daha küçük birliklere bölünerek yollarına devam ederlerdi. Her birliğin ele geçireceği şehir ve kasabalar önceden kararlaştırılırdı. Dönüşte birlikler yine belirli yerlerde fakat daha önce ayrıldıkları mevkilerde olmamak üzere birleşir ve tekrar tek bir ordu hâline gelip Türk topraklarına dönerlerdi. Bu durum, düşman ülkesini korku içinde bırakırdı. Yıldırımlar ve kasırgalar gibi esip geçen Akıncıların nerede ve ne zaman bulundukları ve bulunacakları hakkında yüzlerce söylenti çıkardı.

Devlet tarafından akıncıların isimleri, eşkâlleri ve içlerinde tımara sahip olanların listelerine ait defterler tutulurdu. Defterler iki nüsha olarak tanzim edilir, biri merkezdeki Defterhane’de, diğeri akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında muhafaza edilir, böylece herhangi bir yolsuzluğa meydan verilmezdi. Her akın sonunda şehit ve malûl olanların yerine çevik, iyi süvari ve kuvvetli gençler akıncı kaydedilirdi.

Akıncılara tahsis edilen belirli bir maaş yoktu. Elde ettikleri ganimetin beşte birini devlete pençik resmi olarak verdikten sonra kalanla geçimlerini temin ederlerdi. Bazılarının ise tımarları vardı. Sefere çıkarlarken düşman hudûduna kadar yeten yiyecek verilir, daha sonrasını kılıçlarıyla temin ederlerdi.

Akıncılar arasında kıdemli ve seferlerde yararlılık gösteren Tımarlı ve Tavcılar grubu bulunurdu. Tavcılar aynı zamanda kazalarda çerilerin başıydılar. Bunlara sefer emri gelince, emirleri altındakileri toplayıp akına katılırlardı.

Osmanlı Devleti’ndeki akıncıların sayısı kat’î olarak ortaya konulmamakla beraber, 15’inci asır ortalarına kadar sayılarının 40 bin olduğunu tarihî kaynaklar yazmaktadır. Birinci Kosova Savaşı’nda akıncı mevcudunun 20 bin olduğu kayıtlıdır. Türk tarihinin en büyük akınlarından biri olan 1479 Erdel Akını’na, 43 akıncı katılmıştır. Bölgedeki altın ve gümüş madenlerinin ele geçirilmesini hedef alan bu akında, akıncıların başında tam 12 akıncı beyi bulunmuştu. Bu akında, kırk üç akıncıdan 21’i, Macar ovasının zümrüt renkli topraklarında şehit oldu. Macarlar burada, Batı kaynaklarının bile nefretle bahsettikleri bir vahşette bulunarak şehitlerin cesetlerini parçalayarak dans etmek gibi zulme giriştiler.

Acı bir hikâye

1559 senesindeki bir yoklamaya göre Turhanlı akıncılarının sayısı 7 bin civarında tespit edilmiştir. Kanunî Sultan Süleyman Han’ın Budin ve Avusturya Seferlerinde Mihalli akıncılarının sayısı 50 bin olarak devrin tarihî kaynaklarına geçmiştir.

Osmanlı ordusunun öncü kuvveti olan akıncılar, 1595 senesinde Sadrazam Sinan Paşa’nın Eflak Seferi’ndeki hatâsına kadar güçlerini korumuşlardı.

Sinan Paşa, devlete karşı isyan eden Romanya Voyvodası MihaiI üzerine 100 bin kişi ile sefere çıktı. Romanya’ya giren Osmanlı ordusu karşısına çıkmaktan çekinen Mihail, geri çekildi. Sinan Paşa, isyanı bastırdığını zannederek geri dönmeye başladı. Bu sırada Mihail,

Osmanlı ordusunun hareketlerini günü gününe haber alıyor, 24 saatlik bir mesafeden takip ediyordu. 1595 Ekim ayının 19’unda Targovişte’ye girip şehri savunan 3 bin 500 Türk’ten Ali Paşa, Koçu Bey ve diğer yüksek rütbeli subayları ateşte pişirdikten sonra yiyen Mihail ve maiyeti, geri kalan Türkleri kazığa oturttular. Bu sırada Sinan Paşa, Tuna’nın kuzey kıyısına varmıştı. Ordunun ve ağırlıkların karşıya geçmesi üç gün üç gece sürecekti. Ordunun ardını korumakla görevli akıncılar köprüyü en son geçecekler ve sonra köprüyü havaya uçuracaklarken top ateşi açtırdı.

Akıncıların can vermeden silahlarını teslim etmemelerinin ocaklarının geleneği olduğunu bilen Voyvoda Mihail, bu geçişi uzak bir yerden seyrediyordu. Tuna sularına tüm akıncıları dökmek istiyordu. Tam da epey uzun olan köprüden akıncılar geçerken, Mihail işaret verdi. Birkaç top mermisi köprüye isabet edince tahta çöktü ve binlerce akıncı Tuna dalgalarına gömüldüler. Henüz karşıya geçemeyen birkaç bin akıncı ise düşman kılıçları altında şehit oldular. Böylece Türk akıncı ocağı, bir daha altından kalkamayacağı bir darbe yedi.

Bu seferde büyük zayiat veren akıncıların sayısı, 1625’teki kayıtlara göre 3 bine inmiştir. Vaziyet bu duruma gelince, devlet yeni tedbirler almak mecburiyetinde kalmış ve kalelerdeki Serhat Kulu Teşkilâtı takviye edilerek hudutların korunması bu teşkilâta verilmiş, diğer taraftan da Kırım ordusundan akınlarda faydalanma yoluna gidilmiştir. Fakat Kırımlılar, Osmanlı akıncı rûhuna sahip olamadıkları için onlar kadar başarılı olamamışlardır.

Akıncı kanununa göre, eğer bir akıncı beyi bir şehri fethederse, buradaki gayrimenkuller padişaha (devlete) ait olurdu. Beylere de bu bölgenin köylerindeki tımarlar verilirdi.

Son söz, Yahya Kemal Beyatlı’dan olsun: “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik/ Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: ‘İlerle’/ Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle/ Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan/ Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan/ Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla/ Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla/ Cennet’te bugün gülleri açmış görürüz de/ Hâlâ o kızıl hâtırâ titrer gözümüzde/ Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün, dev gibi bir orduyu yendik.”