KELİMELERİN gücünü bilen
yüreklerin geceye oturan cümleleri arasında yol hazırlığına başlayışın tatlı
telâşıyla sabaha uzanır dakikalar. Anladığım mı, duyduğum mu beynimi teslim
alır, bilirim.
Her
yaşta kendini arayan, kendini bilen, kendini geliştiren biri olarak kültür
dünyasının derinliklerinde; bir yanımda alevler gökyüzüne yükseliyor, bir
yanımdaysa yüreğimde var olanlar vuslat vaktini bekliyor…
Ötelerin
ötesinde bütünleşmeye yüz tutup yol gidecek, ömür boyu el tutacak, yol üstünde,
yol altında, yol önünde ve arkasında gül olup açacak bir gülümseyişin sesli
sessiz hazırlanışında, güneşe “Merhaba!” demeden dost bağından tat almak için
sefere çıkıyorum. Şiir toplamaya, sohbet derinliğinde güzel bir nefes almaya,
bir başka söz üzere yazılanların arasından yol bulup şiir olmaya iz sürüyorum…
Türk-İslâm
coğrafyasına gönül vermiş bir âşığın kendi gülümseyişinde, Tuna boylarında
Bakü’yü özleyen, Hazar’ın dalgalarını izlerken Üsküp’e, Bosna-Hersek’ten Doğu
Türkistan’a, Mescid-i Aksâ’dan Ayasofya’ya sevdâ türküleri söylüyorum…
Dünyanın
herhangi bir yerinde, “Bekliyorum”, “Geleceğinizi biliyordum” diyen yüreklerle
bir olup, ellerine diken batsa, gözlerinden bir damla yaş süzülse
üzülenlerdenim.
Bir
milletin, inancın ve kültürün farklı devletlerde yaşayan insanlarının
birbirlerini gönülden sevmeleri için bilim adamlarının, şairlerin, yazarların,
kültür elçilerinin gönüllere hitap etmeleri gerekmektedir. Gönüllere giden
yerlerde varsa yabanî otlar, dikenler, taşlar, çamurlar ve duvarları
temizlemek, yolları daima açık tutmak çok önemlidir. Zira insan vücûdunun
birçok organı yalan söyleyebilir, rol yapabilir, ama gönlü asla yalan söylemez!
Yürekteki sevdâ asla tükenmez. Biz bu sevdâyı daima besleyenlerden olacağız.
Ben
savaş hikâyeleriyle büyüdüm. Balkan, Sarıkamış, Çanakkale, İstiklâl Savaşı’na (“1912-1922,
On Yıl Savaşları” da denmektedir) katılmak için askere giden ve dönmeyenlerin
torunlarındanım. Ağıtlarla, hikâyelerle dolu gecelerde gözyaşları ile
uyutulanlardanım. İşte o yıllarda bizimle savaşanlar, ülkemizi işgal edenlerin
torunları tarihi tekerrür ettiriyorlar. Bizimle dolaylı dolaysız, sesli ya da
sessiz hesabı, kini, husûmeti olan kim varsa onları destekliyor, bağışlar
yapıyor, karşılıksız silahlandırıyorlar.
PKK
terör örgütünün 1984’ten beri var oluşu, günümüzde etrafımızdaki Irak, Suriye,
Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Karabağ gibi problemlerin geri plânında
karşımızda olanlar, hep aynı safta hiç ayrılmadan duruyorlar!
27
Eylül 2020 tarihi, unutulmayan günler arasındaki yerini aldı. “Dağlık Karabağ
Bölgesi” olarak da bilinen öz Azerbaycan toprağını yıllarca işgal altında tutan
Ermenistan, o gün sabah saat 06:00 civarında cephe hattı boyunca geniş kapsamlı
saldırı başlatarak Azerbaycan Ordusunun mevzilerini ve masum sivilleri hedef
aldı. Sivillerden can kayıplarının ve yaralıların olduğu haberlerini aldık. Erivan
yönetimi, bu hareketiyle Türk milletine duyduğu ezelî ve ebedî kin ve
düşmanlığını bir kere daha tüm dünyaya göstermiş oldu.
Azerbaycan
Devleti, bu Ermeni kindarlığına karşı kendi topraklarını ve kendi
vatandaşlarının hayatını korumak amacıyla saldırılara misliyle karşılık verdi. Karabağ’da
Azerbaycan-Ermenistan Savaşı başladı.
Ah
Karabağ!
Karabağ
hasrettir. Candır. Canandır. İşgal altındaki vatan toprağıdır. Orada doğup
büyüyenler, evlenip yuva kuranlar, evlâtlarını orada dünyaya getirenler, ev
yapanlar, iş yeri kuranlar, toprakta çiftçilik yapanlar, aileleri ve komşularıyla
dünya hayatına devam edenler bir anda yuvalarından, köylerinden, kasaba ve
şehirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Her şeylerini, ama her şeylerini
bırakarak Ermeni çetelerin şerrinden kurtulmak için sadece ayrıldılar.
Göçtüler. Ülkenin güvenli bölgelerinde, devletin gösterdiği yerlerde ve
kamplarda yaşamaya başladılar.
Ânî
ve zor şartlarda ayrıldıkları vatanlarından, evleri ve ailelerinden yanlarına
ne aldılarsa, kutsal birer emanet gibi yıllarca sakladılar. Dış kapının
anahtarı, sandığın açarı, bayrak, şehitlerine ait özel eşyalar ve daha nicesini
yanlarına aldılar. Kimini sakladılar, kimini de oturdukları evlerinin en güzel
köşesine yerleştirip daima hatırlarında tuttular, birlikte yaşadılar. Yani
Karabağ’ı asla unutmadılar! Çocuklarına, torunlarına anlattılar. Anılarını
paylaştılar. Ermenilerin ve Rusların yaptıklarını bir bir yeni nesillerin
beyinlerine âdeta kaydettiler. Eli kalem tutanlar yaşadıklarını, gördüklerini,
duyduklarını yazdı ve yayınladılar.
Kardeş
ülke, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile 18 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını
ilân etmiş, Azerbaycan Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülke, Türkiye olmuştu. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla kurulan devletin ilk ve zor yıllarıydı o yıllar. Ve tarihe
“Kara Ocak” olarak geçen, karanfillerin ağladığı, civanlara kıyıldığı günlerin
acısı tâze iken, bağımsızlığın tadını, mutluluğunu yaşamadan Karabağ’da işgal
başladı.
1991-1993
yılarında devam eden savaş, şehitleriyle, gazileriyle, kayıplarıyla ve işgale
uğrayan topraklarıyla unutulmaz acılar bıraktı. Özellikle Hocalı, asrın
soykırımlarından biri olarak tarihe geçti. Ben de o zor günlerde, 15 Temmuz
2002 ile 14 Mart 2003 tarihleri arasında Bakü TİKA Program Koordinatörü görevi
nedeniyle kardeş ülke Azerbaycan’da bulundum.
“Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) en önemli amacı; öncelikle soydaşlarımızın
bulunduğu ülkelerin ve gelişmekte olan komşu devletlerin finansal, sosyal,
eğitim, teknoloji ve ticârî sahalardaki ilerlemesine yardımcı olmaktır.”
Kuzeyden güneye, doğudan batıya kardeş ülkeyi ziyaret ettim. Köyde, kentte, şehirde, caddede, sokakta her yaştan ve meslekten insanlarla sohbet ettim. Yaşanan problemleri yerinde gördüm. Şahıslardan bilgi aldım, dinledim. Proje üretmek, plânlı çalışmak ve problemleri çözmek için çalışmalar yaptım. “Kaçkınlar” kamplarına onlarca defa uğradım. Ermenilerin yaşlı çocuk, kadın erkek demeden sivillere nasıl yaylım ateşi yaptıklarını dinlerken öyle etkilendim ki gece uykularımı bölerek “Neler yapabiliriz?” çalışmalarıyla sabahladım.
Kamplarda
hemen herkes dertli, yaralı, öksüz, dul, babasız, annesiz, sakattı. Aklınıza ne
gelirse izahında zorlandığım bu durum gerçek olarak yaşanmıştır. O yıllarda
doğan çocuklar bugün otuz yaşlı olmuşlar ve Karabağ hikâyeleriyle
büyümüşlerdir.
1992 yılının Şubat 25’ini 26’sına bağlayan gecenin hikâyesini dinlemeye yürek dayanmazdı. O geceyi, yaşayan her yaştan onlarca kardeşimizi ziyaretimde tekrar tekrar dinledim. Duygu ve düşüncelerini aldım. Yaşananların roman ve hikâye olarak yazılması gerektiğini ifade ettim. Bu çalışmaları yapanları destekledim. Bir gecelik katliamın (soykırım) sonunda resmî rakamlara göre ortaya çıkan bilânço şuydu: 613 kişinin cenazesine ulaşıldı. Onlardan 63 çocuk, 106 kadın işkence ile öldürülmüştü. 8 aile bütünüyle yok edilmişti. 100 kişi sürekli sakat kaldı. 487 kişinin el ve ayakları dondu. Bin 275 yaşlı, çocuk ve kadın rehin alınarak akıl almaz tahkirlere, zulme ve hakarete maruz kaldı. Rehin alınanlardan 150 erkeğin, 68 kadının ve 26 çocuğun sonraki akıbeti hakkında bilgi alınamadı.
İşgalden
sonra yalnızca 2 bin 300 kişinin öldürülmesi ve rehin edilmesi açığa çıkarılmışsa
da esirlerin akıbetleri hakkında hâlâ bilgi yoktur. Bir gecede yok olan Hocalı
şehrinde yaşananlar unutulmamıştır, unutulmayacaktır!
Ermenistan,
işgale son vermeli!
Azerbaycan
ve Ermenistan Devletlerinin Karabağ sorununda barışması ve bir çözüm bulunmasını
teşvik etme amacıyla 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı
tarafından ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanı olduğu AGİT Minsk Grubu
kurulmuştur. ABD, Fransa ve Rusya’dan eş başkanlara ek olarak, AGİT Minsk
Grubu’nda Beyaz Rusya, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya,
Türkiye ve sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan yer almaktadır.
Ancak
bugüne kadar bu grup, Azerbaycan’ın işgal edilen topraklarından Ermenistan’ın
çıkarılması ile ilgili elle tutulur, gözle görülür hiçbir çalışma yapmamıştır.
Bu eş başkanların, Türk milleti söz konusu olduğunda ne düşündüklerini çok iyi
biliyoruz.
Yine
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, Dağlık Karabağ'daki işgalin sona
ermesi konusunda 1993’te kabul edilen 4 kararı bugüne kadar uygulanmamıştır. Bu
kararlar nelerdir, bir bakalım:
“BMGK’nin 822 numaralı kararı, Kelbecer’in işgal edilmesinin ardından kabul edildi. Bölgede istikrar ve güvenliğin tehdit altında olduğu belirtilen kararda, Ermenistan ordusundan işgale son verilmesi talep edildi. BMGK, Ağdam'ın işgali üzerine de 853 numaralı kararı kabul etti. Bu kararda da tarafların ateşkes yapması, Ağdam dâhil, tüm bölgelerden Ermenistan güçlerinin çekilmesi istendi. Fuzuli, Cebrail ve Gubadlı illerinin işgalinin ardından kabul edilen 874 numaralı kararda taraflara ateşkes ve barış çağrısı yapıldı. 884 numaraları karar Zengilan’ın işgali sonrasında alındı ve kararda Ermenistan güçlerinin işgal altındaki tüm topraklardan kayıtsız şartsız çıkması talep edildi. Bu kararda, Ermenistan güçlerinin daha önce kabul edilen 822, 853 ve 874 numaralı kararları da hayata geçirmesi istendi.” (https://www.aa.com.tr/tr/azerbaycan-cephe-hatti/daglik-karabagdaki-isgale-son-verilmesini-ongoren-bmgk-kararlari-uygulanmiyor/1989110)
Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye’nin de büyük katkılarıyla, kardeş Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, tek başına zafere ulaşacak imkân ve kabiliyete sahip durumdadır. Azerbaycan Türkleri, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in liderliğinde kararlı, tek yürek, tek vücût olmuş hâlde Karabağ’ı kurtarmaya azimli ve kararlıdır. Ötesi yoktur!
Ermenistan
ordusunun işgal ettiği topraklardan derhâl, koşulsuz ve tam olarak çekilmesi
talep edilen bu kararları Erivan yönetimi şimdiye kadar hiçe saydı! Cumhurbaşkanı
İlham Aliyev başta olmak üzere tüm Azerbaycanlı yetkililer, BM’nin çifte
standart uyguladığını, bazı ülkelerle ilgili kararların günler içerisinde
hayata geçirildiğini ancak Azerbaycan’a gelince yıllardır sessiz kalındığını defalarca
belirten açıklamalarda bulundular.
Yukardaki
dört karar da Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu kabul etmektedir. Bugün Türkiye’nin
tam desteğinde Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, işgal altındaki topraklarını tek
tek geri alıyor. Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye’nin de büyük katkılarıyla,
kardeş Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri, tek başına zafere ulaşacak imkân ve
kabiliyete sahip durumdadır. Azerbaycan Türkleri, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in
liderliğinde kararlı, tek yürek, tek vücût olmuş hâlde Karabağ’ı kurtarmaya azimli
ve kararlıdır. Ötesi yoktur!
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan, “Bölgede Dağlık Karabağ’ın işgaliyle başlayan krize artık
bir son verilmelidir. İşgale uğrayan topraklar, Azerbaycan topraklarıdır. Artık
hesap vakti geldi! Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda kalmıştır” açıklamasında
bulunmuştur. Bakanlarımızın ve TBMM’de bir tanesi hâriç tüm partilerin ortak
destek bildirisi ve STK’ların desteği Türkiye genelinde çığ gibi büyümüştür,
büyümeye devam etmektedir. Seksen üç milyon, “Bir millet, iki devlet” rûhu,
inancı ve kardeşlik sevgisi ile kardeş Azerbaycan’ın yanında!
Dışişleri
Bakanlığımız, “Uluslararası hukukun açık ihlâli olan ve sivil kayıplara da yol
açan Ermeni saldırısını şiddetle kınıyoruz” açıklaması yaptı. Açıklamada,
“Türkiye’nin Azerbaycan’a desteği tamdır. Azerbaycan nasıl isterse, o şekilde
yanında olacağız” denildi.
Kardeş
Azerbaycan ve biz, otuz yıldır bugünleri bekliyorduk! Karabağ’ın derhâl
boşaltılması konusunda hiçbir çalışma yapmayan sözde eş başkanlar, bugün
ateşkes çağrıları yapıyorlar. Ön koşulsuz masaya davetler başladı. Kimse
Ermenistan’a, “BM kararlarını uygula ve acilen işgale son ver” demiyor. İşgal
eden de, toprakları işgal edilen de aynı noktada olamaz. İşgalin sancılarını ve
sonuçlarını kardeş ülkede gören, yaşayan ve bilgi alan biri olarak bu işgal
derhâl sona ermeli ve Ermeniler Karabağ’ı acilen boşaltmalı, Karabağ öz
sahiplerine kavuşmalıdır!
Azerbaycan
günlerinden…
Eğitimci,
şair ve yazar olarak, görev sonrası, 2014 yılında “Hâr-ı Bülbül” (şiir) ve “Necesen,
Yahşısan mı?” (deneme) adlı iki kitap çıkardım. Hâr-ı Bülbül’ü tanıyalım…
Karabağ’da,
Şuşa şehrinin hemen yakınında, Çıdır ovasında, “Hâr-ı Bülbül” isimli bir çiçek
yetişiyor. Bu çiçek, Çıdır ovası dışında nerede yetiştirilmek istendi ise
yetişmemiştir. Sadece Şusa’da yetişmektedir! Çiçeğini açmaktadır. En güzel
topraklar hazırlanmış, en güzel saksılar alınmıştır ama yetiştirmek mümkün
olmamıştır.
Kardeş
ülke Azerbaycan’da Hâr-ı Bülbül, çok sevilen ve şimdilerde çok özlenen bir
çiçektir. Birden çok efsanesi vardır. Şimdi Şuşa’da, Çıdır ovasında Hâr-ı
Bülbül de Ermenilerin işgali altındadır. Öz sahiplerine hasrettir. Aşk odunda
yanan bu hasretin unutulmaması ve gündemde kalması için kitabın adını “Hâr-ı
Bülbül” koydum.
“Hâr-ı
Bülbül” şiirimiz, Azerbaycan’da Meryem Alibeyli Hanımefendi tarafından bestelendi.
Devlet sanatçısı Azerin Hanım da okumuştur. Bu, Türkiye-Azerbaycan ortak
projesi olarak gerçekleştirilmiştir.
Kahraman
Azerbaycan Ordusu emin adımlarla ilerliyor. “Karabağ’da Vuslat Vaktidir!” yazımız
yayınladığında işgal tamamen bitirilmiş, süpürme harekâtı tamamlanmış olsun
inşallah! O vakit, Karabağ’ın her karışında kardeş Azerbaycan bayrağı
dalgalandığı günlerde olacağız inşallah.
Karabağ
Azerbaycan’dır. Karabağ vatandır. Karabağ’da vuslat vaktidir!
***
Hâr-ı
bülbül (2)
(Bekle bizi, sana
geleceğiz...)
EY Türk’ün cananı,
ey Hâr-ı bülbül
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Esaret
altında açılmayan gül
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Cıdır
Düzüm seni sevip koklasın
Koç
yiğitler yüreğinde saklasın
Gül,
bülbülü senin gibi beklesin
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Dertli
bülbüllerin devası sensin
Turan
illerinin rüyası sensin
Karabağ’ın
kutlu sevdâsı sensin
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Sensin
cennet yurdun nazlı çiçeği
Vatanın
seninle tüter ocağı
Görmeyenler
artık görsün gerçeği
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Yedi
düvel tuzak kursa yoluma
Kimseleri
yan baktırmam gülüme
Üç
renkli bayrağı alıp elime
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
Bu
dâvâda tek başıma kalsam da
Hasretinden
güller gibi solsam da
İstiklâl
uğruna candan olsam da
Sözüm
sözdür, geleceğim bir tanem
(11
Mayıs 2017, Ankara)
Osman Baş, Dünya Yazarlar ve Aydınlar Derneği
Başkanı, Bakü E. TİKA Program Koordinatörü