KADIN ve
erkek, yaratılışları gereği birbirinden farklıdır. Bu farklılık yalnız fizikî
anlamda değil, rûhsal olarak da kendini gösterir. Burada kadın ve erkeğin
fizikî farklılığından daha çok, rûhsal farklılıkları ve aşka bakışları üzerinde
duracağız.
Bütün kutsal kitaplarda
erkek, idealize edilen tiptir ve Âdem’in kişiliğinde ortaya konur. Âdem, fizikî
olarak pis balçıktan yaratılmış ama Tanrı’nın rûhuyla yoğrularak idealize edilmiştir.
Üstün insandır Âdem.
Havva ise bu pis balçığa Tanrı’nın
rûhu üflendikten sonra onun kemiğinden yaratılmıştır. Dolayısıyla Âdem, fizikî
pisliğine karşı Havva’nın tanrısal rûhla mücehhezleşmiş Âdem’den meydana
gelmiştir. Kadının fizikî güzelliği bu noktada başlar. Kadının Havva şahsında rûhsal
olarak kötülenmesiyse “yasak meyve” etrafında sembolize edilir. Yasak meyveye
herkes farklı bir anlam yüklemiştir, ama en çok kabul gören görüş “cinsellik”tir.
Havva, yasak meyveyi yedikten sonra cinsellikle tanışmış ve kirlenmiş olarak
yeryüzüne sürülmüştür Âdem’le birlikte.
Hıristiyanlığa göre ilk
günahı kadın işlemiştir ve ilk düşüş de Havva ile başlamıştır. Dolayısıyla
kadın cinsel boyutuyla kabul edilmez Hıristiyanlıkta. Bu yüzden çiftleşmeden
hamile kalan Meryem, mâsumluğun sembolüdür ve Havva’nın düşüşüne karşılık
yükselişi sembolize eder. Havva ne kadar cinsellikse, Meryem o kadar
mâsumiyettir! Âdem için de aynı şey geçerlidir. Âdem, Havva’nın suç ortağıdır
ve ilk düşüşü o da yaşamıştır. Onun düştüğü yerde bu defa İsa devreye girmiş,
tıpkı Âdem gibi babasız bir çocuk olarak yükselişi sembolize etmiştir. Âdem ve
çocuklarının işlediği günahı (buna özel anlamda “cinselliği” diyebiliriz)
işlemeyerek (bekâr kalarak) çarmıha gerilmiş ve göğe yükselmiştir. Bu yüzden
rahip ve rahibeler evlenmez ve cinsel perhizdedirler.
Hıristiyanlığın kadın-erkek
düşüncesi hep “günah” etrafında şekillenmiştir. Bu şekillenme din olarak Hıristiyanlıkta
bekârlığı teşvîk edici bir hâl alırken, arka planda gayrımeşrû ilişkilerin daha
yoğun şekilde işlenmesine neden olmuştur. Kadın ve erkek ilişkilerinin tarih
boyunca bu çerçevede tanımlanışı, bugün dahi kadın ve erkeğe bakışımı
şekillendirmiş, ifrat ve tefrit arasında bir yerde bırakmıştır. Kadın karşıtı
söylemin hâkim olmasının ardında bu ilk yaratılış ve düşüş yatmaktadır.
Aşk ve cinsellik anlamında
kadın ve erkeğin rolüne baktığımızda aradaki farkın daha da derinleştiğini
görürüz. Erkek fıtratı ile kadın fıtratı, aşk ve sevgi konusunda her zaman
çatışma hâlindedir. Kadının sevgide sahiplenici tutumuna karşılık, erkeğin
sorumsuzluğu göze çarpar. Erkek, kadını bir av olarak görür ve avını elde
ettiğinde artık doyuma ulaşmıştır.
Kadın ise, erkeği bir
liman gibi görür ve ona sığınır. Bu sığınma, aynı zamanda sahiplenmedir. Erkek,
yaratılışı gereği, karşılaştığı her kadından hoşlanır. Ama kadın böyle
değildir. Erkeğin maymun iştahlılığına karşın, kadın bu anlamda ağırkanlıdır.
Bu durumu Ortega Y. Gasset şöyle tanımlar: “Hoşlanmayla sevmeyi birbirine
karıştırmamak gerekir. Yoldan geçen güzel kız, erkek duyarlılığının çeperinde
bir kıpırdanma yaratır; erkek duyarlılığı -erkeklere bir övgü olarak söyleyelim
bunu-, kadın duyarlılığına göre etkilenmeye daha açık bir duyarlılıktır. Bu
kıpırdanma, erkeğin kadın yönünde otomatik olarak ilk harekete girişmesine yol
açar. Bu tepki öyle otomatik ve mekaniktir ki kilise bile bunu günah saymayı
göze alamaz.”[i]
Gasset, ardından şöyle
devam eder: “Bir erkek üzerinde hemen her kadının yaptığı çekme etkisi,
kişiliğimizin derindeki özüne içgüdüsel çağrı niteliği taşıyan bir etkidir.”[ii]
Erkek, bilinçaltında
oluşturduğu şablona uygun bir tipte kadınla karşılaştı ise, hoşlanma veya sevme
duygusu da harekete geçer. Fizikî olarak güzel yaratılmış olan kadın, her zaman
bu anlamda erkek karşısında üstündür. Çünkü güzellik, üstünlüktür. Kadın ve
erkeği karşılaştırdığınızda, kadınların erkeklerden daha güzel olduklarını görürsünüz.
Bu anlamda birçok erkek hayatı boyunca birçok kez âşık olmasına karşın, kadınsa
çoğu kez bir defaya mahsus sever. Bunun dışında bir davranış gösteriyorsa
kadın, büyük ihtimâlle Sofho gibi erkeksi duyguları, kadınsı duyguların emri
altına girmiş demektir.
Aşk ve cinsellik anlamında
erkeğin sahip olduğu rûha kadın da aynı şekilde sahip olmuş olsaydı, toplumdaki
ahlâkî çürümüşlüğü ve bugünkü aile olgusunu konuşmuyor olacaktık. Bunu Ortega
Y. Gasset, çok güzel ortaya koymuştur. “Erkek cinselliğiyle kadın cinselliği
arasında, kendiliğinden normal bir kadını sevgide böylesine tutucu yapan
oransızlık, belki de insan dişisinin imgelem açısından erkeğe göre genellikle
daha güçsüz olmasındandır. Dikkatli ve öncül görüşlü olduğundan, doğa, bunun
böyle olmasını istemiştir; çünkü bunun tersi olsaydı, kadınlar da erkekler
ölçüsünde hayâl gücüyle donatılmış olsalardı, gezegenimiz ahl3aksızlığa gömülür
ve insan cinsi duygusallığa kapılarak ortadan kalkar, yok olup giderdi.”[iii]
Hıristiyanlığın ilk
düşüş/ilk günah ile sorumlu tuttuğu kadın, gerçekte erkeği yoldan çıkaracak
güce sahip olduğu hâlde, erkek kadar rahat ve baştan çıkarıcı davranmamaktır.
Erkeğin rûhu çoğulcu iken, kadının rûhu tekildir. Bu yüzden erkeğin duygusunu
gemlemede zorlandığı kadar, kadın rûhu gemlemede zorlanmaz.
Bütün bunların ışığında
kadın ve erkek, gerçekte birbirini dengeleyici durumda yaratılmıştır. Kadının
aşırıya kaçtığı yerde erkek, erkeğin aşırıya kaçtığı yerde kadın sınırlayıcı
olmuştur. Kadının erkekte, erkeğin kadında teskîn bulmasının adı bazen “aşk”,
bazen “cinsellik”tir. Her iki durumda da davranışları belirleyen fıtrat, yani
yaratılıştır.