ALAIN
Finkielkaut, “Sevgi’nin Bilgeliği” adlı eserinde “yüz” konusunda şöyle yazar:
“Dünyada beni gerçekten kendimden ayıracak ve bana Odysseus’un maceralarından
farklı maceralar tattıracak tek şey, ‘başkasının yüzü’dür. Yüze yaklaşıyorum,
ama onu kendi içime alıp eritemiyorum. Harikulade bir güçsüzlük! Bu güçsüzlük
olmazsa, en uçuk kaçık yaşam bile kendi içinde çıktığı bir yolculuk kadar
monoton geçer.”[i]
İnsanın kişiliğine
bakarken önce yüzünden başlarız. Yüz, aynı zamanda karşımızdakinin kimliğidir.
Daha önce de belirttiğim gibi, dünyadaki en güzel şey “insan yüzü”dür. İnsan
yüzü içinde de kadın yüzü… Çok yakışıklı erkeklerin güzelliklerinde kadınsılık
vardır. Kadınsılık olmayan bir yüzde sarsıcı bir güzellik söz konusu değildir.
Aşkın gözlerle başladığı
fikri her ne kadar hâkim bir görüşse de gerçekte ilk etkileniş yüzden başlar.
Zira aşk ile güzellik içe içedir ve birbirinden ayrılmaz olgulardır. Platon’un
kusursuzluk olarak nitelediği güzellik, özellikle kadın yüzünde kendini
gösterir. Bir erkek bir kadına âşık olmuşsa eğer, onun güzelliğine çarpılmıştır
ve -güzelliğin göreceli bir kavram olduğunu göz önünde bulundurarak- o kadına
âşık olmuş, yani büyülenmiştir.
Aşkı tanımlayamayan insan,
nedense sevdiği yüzü veya kadını tanımlar. Çünkü güzellik, tanımlanabilir bir
estetik olgudur. Diğer bir anlamda güzellik, mükemmeliyetten doğar. Mükemmel
olmayan bir varlıksa güzel değildir. İnsan yüzünü tanımladığımızda ağız, göz,
burun, kaş, kirpik, saç ve ten gibi her şeyin yerli yerinde olduğunu, en ince
hesaplarla mükemmel bir şekilde yerleştirildiğini görürüz. Bu ayrıntılar
kadında daha zarif, daha belirgindir. Erkeğin bir görüşte kadına çarpılma
olayı, gerçekte büyülenme, yani güzellik karşısında kendinden geçmedir. Kadın
yüzünün bu denli erkeği derinden etkileyen gücü, yüzdeki güzellikten gelir.
Zira güzellik, yaratılıştaki uyum, denge ve düzgünlüktür.
Yüz güzelliğinin, Allah’ın
bazı insanlara has kıldığı bir süs olduğu söylenir. Çünkü Allah güzeldir,
güzeli sever. Zayıf da olsa, bir rivayette “Güzel yüze bakmak, rûhu
cilalandırır” denir.
Ortega Y. Gasset, “Âşık
olmak bir dikkat olgusudur”[ii] diye
belirtir. İnsan güzellikle karşılaştığı zaman, bilinçsizce iradesini kaybeder
ve güzelliği takılı kalır. Bu, aynı zamanda bizi hem aşkın manyaklığına -bir
şeye takılı kalma-, hem de büyülenmeye götürür. Erkeğin kadın yüzüyle
karşılaştığı ilk an, önce güzellik karşısında “çarpılma”, daha sonra “dikkat
kesilme” ve son olarak güzelliği tanımlayarak “âşık olma” ile sonuçlanır. İnsan,
tanımlamadığı bir yüze âşık olamaz çünkü. Yüzü tanımlamak, güzelliğin etkisiyle
kadında olmayan hasletleri de ona yüklemek demektir. Dîvan şâirlerinin kadını
aya, güneşe, yıldıza, serviye benzetmeleri, hatta sözlerinin yetersizliği karşısında
acze düştüklerini beyân etmeleri bu anlamda önemlidir.
Yüzün bu büyüleyici özelliği
karşısında Alain Finkielkaut’un “Yüz betimlenemez” diye bir tanım ileri sürmesi,
yukarıda değindiğimiz anlamda güzelliğin getirdiği sarhoşluktan kaynaklanan bir
durumla ancak ifade edilebilir. Çünkü güzellik aklı baştan aldığından, bakılan
yüzle tanımlanan yüz aynı olmaz. Bu duruma yine Finkielkaut’un kendisi açılım
kazandırır: “Âşık, biçimin kusursuzluğuna övgü yağdırır. Ama öncelikle
biçimdeki bulanıklığı, yani uyuşmazlığı sever. Aşk, güzelliği tahtından
indirir, kendi hükümranlığından parantez açar, ürkütücü bir aralık yaratır.
Paradoksal bir an ve estetiği ikinci plana atan, kaygı dolu, ateşli bir günah…
Sevilen yüz ne güzel, ne de soyludur.”[iii]
Finkielkaut’un üzerinde
durduğu ve “Sevilen yüz ne güzeldir, ne de soylu” dediği şey, seven kişinin
büyülendiği yüze giydirdiği maskeyle, yani düşüyle alâkalıdır.
Kadın yüzü elbette
güzeldir. Ama bu güzellik, tanımlayana göre değişiklik arz eder. Biz bu
değişikliği değil de genel olarak güzel olan kadın yüzünün aşktaki rolü
üzerinde durduğumuzda, aşkı güzelliğin beslediğini görürüz. Zira Finkielkaut, “Birini
güzelliğinden ötürü seven, onu gerçekten seviyor mudur? Hayır! Çünkü kişiyi
değil, güzelliğini öldürecek olan çiçek hastalığı, artık onu hiç sevmemesine
yol açacaktır”[iv] diyerek bu durumu
açıklığa kavuşturur. Aşkı doğuran güzelliktir. Güzellik kaybolduğunda aşk da
kaybolur. Bunu büyük ozan Âşık Veysel bir şiirinde şöyle dile getirir:
“Güzelliğin on par’ etmez/ Bu bendeki aşk olmasa…”
Bu, aynı zamanda şu
demektir: Âşık, mükemmel/güzel bulduğu yüze kendince anlamlar katarak sevmiştir
onu. Âşığın anlam katmadığı/kendini bulmadığı yüz, ne denli güzel olursa olsun,
Âşık Veysel’in ifadesiyle “on para” etmeyecektir. Güzel bir yüz güzeldir ve
birçok anlamı içinde barındıran zenginliğe sahiptir. Güzel yüzün şâirlere,
ressamlara ve büyük sanatçılara ilham vermesi, zengin bir imgeye sahip
olmasındandır. Kadın yüzünün ay ve güneş gibi parlak ve göz kamaştırıcı
şeylerle imgelendirilmesi bu yüzdendir.
Aşırı beyazlık, güneşin
göz kamaştırıcı parlaklığı gibi karanlıktır. Göz kamaştıran bir yüzde herkes
karanlığa mahkûm olur; yalnız sanatçılar istisna kalırlar. Onlar karanlıkta
ışığı, ışıkta karanlığı gören bir sezgiye sahiptirler. Kadın yüzleri bir âşık
veya sanatçı için varoluş nedenidir. Çünkü âşık veya sanatçı, kendini bulmuştur
o yüzde.
Her hâlükârda kadın yüzü
cezbedici ve büyüleyicidir. Bu güzelliği yalnız sanatçılarla sınırlamak doğru
değildir. Ama muhteşem yüzlerin tanımlanması ancak estetik ve güzellik kaygısı
içinde kavrulan yüreklerle mümkündür. Her kadına âşık olabilecek bir
erkek-gönül mutlaka vardır. Yeter ki o gönül, o yüzle karşılaşsın!