ALİ Nar Hocamız, 17
Temmuz 2015 tarihinde toprağa defnedildi. Büyük bir günde cenaze namazı
kılındı; 17 Temmuz hem Cuma idi, hem de Ramazan Bayramı’nın ilk günüydü. Vefat haberini
alır almaz çevremdeki herkese Hocamızın vefatını ve cenaze namazına dair
bilgileri ulaştırmaya gayret ettim.
Cenazesi
Cuma namazından sonra Fatih Camii’nde kılınarak Edirnekapı Mezarlığı’na
defnedildi. Hastalığı boyunca pek çok öğrencisi hastanede kendisini ziyaret
etmişti, cenazesi de çok kalabalıktı. Gazeteler ve televizyonlar cenaze
haberlerine yer verdi. Cenaze namazına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan
Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları
Mustafa Şentop ve Ekrem Erdem, Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ile çok
sayıda siyasetçi, belediye başkanı, gazeteci, şair ve yazar katıldı. Cenaze
namazını dostlarından Nedim Urhan Hoca kıldırdı. Nedim Urhan, fakülteden Hadis dersi
hocamızdı.
Ali
Nar Hocamızı İstanbul İmam-Hatip Liseli yıllarımda tanıdım. Ahmet Yüksek, Seyit
Ali Tüz, Yusuf İzzettin Sav, İbrahim Yiğit, Süleyman Zeki Bağlan gibi hocalarımızla
birlikte, okulun o dönemki en bilinen hocalarındandı. Kültürel ve sosyal
ortamlarda İstanbul İmam-Hatip’te okuduğumuzu söylediğimizde bize yöneltilen ilk
soru, bu hocaları tanıyıp tanımadığımız olurdu.
Ali
Nar Hocamız, sanırım lise üçüncü sınıfta dersimize girdi. Hoca’nın binlerce
öğrencisi vardı. Öğrencileri arasında siyaset, edebiyat ve bürokraside ün
yapmış çok sayıda isim var.
“Arılar
Ülkesi” ve “Uzay Çiftçileri”
“Arılar
Ülkesi”, Ali Nar’ın ilk okuduğum kitabıydı. Birkaç defa okudum bu kitabı,
gerçekten büyüleyici bir kurgusu vardı. Arılar Ülkesi’ni sosyal ve siyasal
içerikli ütopik bir hikâye-roman olarak tanımlayabiliriz. Bir milletin varoluş
mücadelesini anlatılıyordu.
“Uzay
Çiftçileri” kitabını da okumuştum. İlginç bir konusu vardı Uzay Çiftçileri’nin.
Kitapta 2038 yılında yeryüzünden (sanırım Halep’ten) kalkan bir uzay gemisinde
bitki üretme serüveni anlatılıyordu.
Recep
Garip’in kendisiyle yaptığı ve Ayvakti dergisinde yayınlanan söyleşisinde, iki
kitap arasında bağlantı kurarak şunları demişti Ali Nar Hoca: “Arılar Ülkesi’nin ‘Uzay Çiftçileri’yle
bağlantısı üslup yönündendir. Ama bir bitimi izleyen tavır var. Ana fikir
olarak biri mücadele ve kurtuluş yolunu çizerken, öbürü kurtuluştan sonraki
atılımları anlatır. Her ikisinin de kesin benzerliği ümitle, müjdeyle sonuçlanmasıdır.
Bu Şarkvâri, Türk-iş sitili değil, İslami tebliğ ve telkin gereğidir. Yani Kur’an-ı
Kerim'le anlaşan her kafa ve gönül, ümitvâr hale gelir. Bu dünya fani ama
kişinin Hakk önünde samimi gayreti bakidir. (‘Kalıcı olan eylemdir.’ Nuri Pakdil)
Meyvesi bu âlemde görülmese de… Her ayet bir başka tür ümit aşılar, her
peygamber sözü de. Öyleyse Müslüman yazarın ümitsiz eserler ortaya koyması ona
yakışmaz. ‘Arılar Ülkesi’ şanslı zamana geldi, tuttu. Tabiî kadirbilir
kişilerin tanıtmasıydı bu şansı. Cahit Zarifoğlu’nun özenle tanıtıp tavsiye
etmesi… Ama ‘Uzay Çiftçileri’ solda ses yapsa da, sağın duyarsız deminde okunması
da önlenmiş oldu. Hâlbuki Türkçenin ve İslam dünyasının ilk bilim kurgusuydu.”
Okuduğum
bir başka kitabı ise Necip el-Kiylani’den tercüme ettiği “Cakartalı Kız” idi. Necip
el-Kiylani’nin sonraki yıllarda Özgün Yayıncılık tarafından yayımlanan “Türkistan
Geceleri” adlı romanını da okumuştum. Ali Nar Hoca, Cakartalı Kız’dan sonra Kiylani’nin
“Kuzey Kahramanları” adlı romanını da Türkçeye çevirmişti.
Hoca’nın
diğer kitaplarından Muhtar Kafası, İki Sonsuzda Gerilim ve Ezan Donanması’nı da
okumuştum. Ezan Donanması şiir, Muhtar Kafası ise tiyatro eseriydi. Hoca’nın
bir de “Fetih” adlı piyes kitabı vardı. Piyesleri defalarca sahnelenmişti.
Ali
Nar Hoca yazıya şiirle başladığını anlatıyor bir söyleşide. İlk şiiri “Su”
1961’de, ilk kitabı “Fetih” de 1975’te yayınlanmış. “1961'de tiyatro denedik, o alanda adımız duyuldu. Gazete yazıları, gezi
notları, eleştiri, deneme derken 1975'ten sonra kitaba ulaştık. Roman çevirisi,
ilmi eser çevirisi, roman telifi derken 1986'da İslam dünyasıyla yakın temas
başladı” diye yazarlık serüvenini özetliyor.
Hoca’nın
dinî, ilmî, edebî sahalarda telif ve tercüme eserlerinin sayısı elliden
fazladır. Milli Gazete, Yeni Devir, Büyük Doğu, Pınar, Mavera, Çınar, Tohum,
Hilal, İslam, Düşünce ve Hakses, yazılarının yayınlandığı gazete ve dergilerdi.
Gençliğin
el kitabı “Fıkhu’s-Siyre”
Lise
yıllarımızda Müslüman gençlerin elinden düşmeyen kitaplardan biri, Suriyeli Prof.
Dr. Said Ramazan el-Butî’nin yazdığı “Fıkhu’s-Siyre” adlı eserdi. Adını “Siyer
Fıkhı” şeklinde çevirebileceğimiz kitapta, Peygamber Efendimizin hayatı esas
alınarak başta akaid, fıkıh, ahlak temelli olmak üzere sosyal hayata dair
dersler, usuller ve ibretler anlatılıyordu. Ali Nar Hoca tarafından tercüme
edilen kitap, Gonca Yayınları tarafından neşredilerek okuyucuya sunulmuştu.
Gençlerin
sohbetlerinde el kitabı olarak okunan Fıkhu’s-Siyre, bir dönem Erzurum İlahiyat
Fakültesi’nde ders kitabı olarak da okutulmuş.
Ali
Nar Hoca, Selami Çalışkan tarafından gerçekleştirilen ve Milli Gazete’de 2006
yılında yayınlanan söyleşide, kitabın sıkıyönetim uygulamaları çerçevesinde bir
dönem yasaklandığını anlatmış. İşte o satırlar!
“Sıkıyönetim
varken Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da, evlerde bu kitaba rastlanıyor. Ve kitabı
yasaklamışlar. İçinde Türkiye siyasetiyle ilgili suç unsuru bir şey
bulamamışlar. Ancak ‘Her evde bulunduğuna ve çok okunduğuna göre yine de bunda
bir şey var’ diye düşünmüşler. Bu düşünceyle yasaklamışlar.”
Ali
Nar Hoca, Fıkhu’s-Siyre’nin müellifi el-Buti ile tanışmasına dair ise şunları
anlatmış: “1975’te Prof. Dr. Muhammed
Said Ramazan el-Buti’yi Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Dekanı ve Fıkıh Profesörü
olarak tanıdım. O zaman henüz gençti, sakalı da henüz yoktu. Oğulları da
doktora yapıyordu. Eniştesi Ahmet Ramazan’ın evine gittik. Ahmet Ramazan,
Malatyalı biri. Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu mecmuasında Yazı İşleri
Müdürü’ymüş. Kitabın müellifi Prof. Dr. Muhammed Said Ramazan el-Buti, 7
yaşındayken Cizre’den babası Molla Ramazan ile Şam’a göçmüş. Babasından ilim
tahsil eden el-Buti, daha sonra Mısır’daki Ezher Üniversitesi’ni bitirmiş.
Doktorasını orada tamamladıktan sonra Şam’a dönmüş. İyi derecede Türkçe
biliyordu.”
O
dönem Ramazan el-Buti’nin Fıkhu’s-Siyre’sinin yanı sıra Said Havva’nın “Allah Erinin Ahlak
ve Kültürü”, Hasan el-Benna’nın “Risaleler”, Fethi
Yeken’in “Müslüman Olmam Neyi Gerektirir?”, Ahmet Önkal’ın “Rasûlüllah’ın İslâm’a Davet Metodu” adlı kitapları
da gençliğin davet-tebliğ yöntemlerini kavrama amaçlı okuduğu kitaplar
arasındaydı.
Ali Nar Hoca’nın yazı alanı genişti. Şiir, tiyatro, roman ve piyes gibi edebiyat türlerinin yanı sıra, akaid ve siyer gibi doğrudan dinî disiplinlerle ilgili kitapları da vardı. Bu anlamda telif eserleri olarak Kırk Hadisle Müslüman Kimliği, Hicret, İlm-i Kelam Dersleri ve Cep İlmihali’ni; tercüme eserler olarak da Said Ramazan el-Butî’den Fıkhu’s-Siyre’nin dışında “Akaid Risaleleri” ve Abdülmecid Zindanî’den “İman Yolu”nu sayabiliriz. Tabiî “Dinler Arası Diyalog Fitnesi” kitabını da bu listeye ekleyebiliriz.
“İslamî
Edebiyat”
Ali
Nar Hoca’nın Türkiye’deki edebiyat ortamına en büyük katkısı, onun 1980’lerde
Dünya İslamî Edebiyat Birliği ile iletişim kurmasıyla başlar. Bu diyalog hızla
meyvesini verir ve 1989, 1991, 1994, 1996 yıllarında, İstanbul’da Dünya İslami
Edebiyat Konferansları’nı tertipler.
1997
yılında Dünya İslami Edebiyat Birliği Türkiye Şubesi’ni kuran Ali Nar, bu
alandaki çalışmalarını da böylece taçlandırmış oldu. 1986 yılında ise İslamî Edebiyat
dergisini yayına soktu. İslamî Edebiyat Birliği ile geliştirdiği ilişkiler,
Türkiye’den pek çok yazar ve şairin İslam dünyasında tanınmasına vesile oldu.
İslamî
Edebiyat dergisini yol arkadaşı Prof. Dr. Osman Öztürk ile birlikte uzun yıllar
fedakârane gayretlerle çıkardılar. Halen yayınına devam eden bu derginin yayın
yönetmenliğini Siyami Akyel yapıyor. Osman Öztürk Hoca, Aralık 2014’te, 70
yaşında vefat etmişti. Bu amaçla İslamî Edebiyat dergisi, 65. sayısında “Osman
Öztürk Dosyası”na yer verdi.
Ali
Nar Hoca’ya göre din-sanat ilişkisi
Ali Nar
Hoca, sanat türlerini dinle ilişkilendirerek sanatın din kaynaklı olduğunu
söylemektedir. Sanatın başarısının da din ile uygunluğuna bağlı olduğunun
altını çizmektedir. Bir yazısında din-sanat ilişkisine dair şunları
söylemektedir:
“Öteden beri bir iddia vardır: ‘Sanat
dinden çıkmıştır!’ Bu tez, sanki bütün sanat türleri için de kabil-i isbattır.
Diyelim heykel… Bilinen durum, dinlerin Tanrı tasavvuru, resim ve sonunda
timsallerle ifade edilmiştir. Hemen söyleyelim ki, ilâhi kaynaklı sanılan Hıristiyanlıkta
bile İsa ve Çarmıh timsali, Meryem sûreti girmiştir. Diyelim Pavlus’un marifeti
olup Makedonya dinlerindeki putlardan esinlenme düşünülebilir. Ama ‘İsa ve
Meryem’, bu dinin iki iman kaynağı… Yani Eski Yunan tanrılarının temsili gibi,
bu uknumlar da muşahhas (somut) hale sokulmuş. Resim de onun öncülü olarak
bütün putçu dinlerde var olup dini sembolize ve kutsalları ifade için icad
edilmiş olabilir.
İlkelden mükemmele giderken Mikelanj
da Hıristiyanlığın en önemli kutsallarını temsil etmişti. Mimari de sanki meskenlerden
çok mabetlerde ideal noktaya varmış, tapınaklar böylece oluşmuş. Raks ve müzik
de öyle… İbadetlerde ikisi de birbirini tamamlarcasına kullanılmış; yani
virdler sesle söylenmiş, hareketle isbat edilmiş. Ama ses, sözle tamamlanmış.
İlâhi ve besteler bu içerikle ortaya vurmuştur denir.
Hâsılı söz, ses, ışık, hareket,
çizgi, renk, hacim kullanılarak dinî düşünce ve duygular (inançlar) böylece
ifâde edilegelmiştir.”
Hoca yazının
devamında yaptığı tasnifte, sözün edebiyat, sesin musiki, rengin resim, ışığın
sinema, hacmin de mimari olarak neşv-ü nema bulduğunu anlatır. Tesbitini şöyle
tamamlar: “Tam sanat olanlar dinle tam
uyum yapar, öbürleri çatışır. Heykel hiç bağdaşmaz. Onun tek boyutlusu olan
resim de güzelse hoş görülür.”
Hoca’nın
insan yetiştirme gayreti
Ali
Nar Hocamızın temel vasıflarından biri de insan yetiştirme cehdiydi. İstanbul Yüksek
İslam Enstitüsü’nden
1964’te mezun olduktan sonra Diyarbakır, Erzincan, İzmit ve İstanbul’daki imam-hatip
liselerinde öğretmenlik yaptı, 1990’da emekli oldu. Öğretmenlik yaptığı
okullarda binlerce gencin dinî ve edebî açıdan yetişmesine çalıştı. Şiir,
nesir, hat, tiyatro yeteneği olan gençlerle özellikle ilgilenir, onları
yönlendirirdi.
İstanbul
İmam-Hatip Lisesi’nde henüz öğrencisi olmadığım dönemde Yusuf İzzettin Sav
Hocamızdan şiire ilgi duyduğumu öğrenmiş, beni çağırtıp biraz konuşmuştu. Şiire
az vakit ayırdığım için her gördüğünde kızar, nasihat ederdi. Şiirle daha
yakından ilgilenmeme dair tatlı sert ikazları liseli yıllarımdan sonra da devam
etti.
Lise
dönem arkadaşlarımızdan Mustafa İlhan, benim yaşadığıma benzer bir hatırasını şu
ifadelerle nakletmişti: “Özene bezene
yazıp resimlerle süslediğim şiir defterini Yusuf İzzettin Sav Hocam,
değerlendirmesi için kendisine vermiş, o da bir hafta sonra her sayfası,
yer yer her dörtlüğüne yorum, eleştiri ve düzeltme yapılmış, beğendiği bolüme ‘Çok
güzel’, bazı yerlere ‘Neden bu kadar karamsarsın?’ gibi yorumlar yazmış olarak
defteri bana iade etmişti. İlk anda şiir defterimi öyle görünce şok olmuştum.
Daha sonraki dönemlerde de şiir ve yazılarımla yakından ilgilendi. Bir
keresinde Vahdet dergisinde bir şiirim yayımlanmıştı. Bir gün dergi elinde, okulun
merdivenlerinde karşılaştık. ‘Bu sen misin, isim benzerliği mi?’ diye sordu. ‘Benim’
deyince, ‘Tebrik ederim. Artık bana değerlendirmem için şiir getirmesen olur’
diyerek iltifat etmişti.”
İslamî Edebiyat dergisi, Ali Nar Hoca’nın insan yetiştirme gayretlerine zemin oldu. Dergi sayfalarında pek çok yeteneğe yer verdi, onların gelişimine anbean şahitlik etti, hem de destek oldu.
Vefatı
Ali
Nar Hoca’nın 1938 yılında, Hasankale’de başlayan
hayatı, 16 Temmuz 2015 tarihinde, tedavi gördüğü Fatih Bezmiâlem Vakıf
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çoklu organ yetmezliği sonucu vefatıyla
sona erdi. Erzurum’da doğmakla birlikte hayatı ülkenin farklı illerinde geçti.
Ailesi 1950’de Yozgat-Sarıkaya’ya göçtü. 1953’te Kayseri İmam-Hatip Okulu’na girdi,
okulun altıncı yılında Erzurum İmam-Hatip Okulu’na geçti ve 1959’da buradan
mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Yüksek
İslam Enstitüsü’ne
girdi, 1964’te enstitüden mezun oldu. Dört-beş ayrı ilde öğretmenlik yaptı. Hocaları
arasında Mahir İz, Ömer Nasuhi Bilmen, Sahih-i
Müslim’in mütercim ve şarihi Ahmed Davudoğlu gibi isimler bulunmaktadır.
Sezai Karakoç ile tanışması da 1960’lı yıllarda gerçekleşir.
Ali Nar Hocamız geride binlerce öğrencisini, milyonlarca sevenini, kıymeti yeterince anlaşılamamış onlarca kitabını bırakarak veda etti. Allah rahmet eylesin!