İnsan huzurda gerek

Ve huzurda hazır bulunmak, ruhumuza ilmek ilmek örülen bir teslimiyet hırkası giydirmekle olabilir ancak. Kolay iş mi? İsyandan daha zor olandır “teslimiyet”. Çünkü başkaldırmak, ilk akla gelen ve en kolay gerçekleşebilecek olandır. Oysa teslim olmak insanı korkutur. Fakat bir kez huzurda hazır bulunmanın tadına erildiğinde huzura da ermiş olur kişi. Çünkü insan, ancak huzurdaysa huzurludur.

“KRALLAR bilmez, krallar utanmaz;/ Ayıplarımda can bulur, can satarlar./ Say beni, say derimden geri./ Tarihin yaşı kadar/ Yalnızız./ Şimdi yüreklerde yoktan bir şaşı kumar./ Gençliğim kartpostal seslerinden kör sağır iken,/ İnandığım her şeyin tam da şimdi bir bedeli var./ Yırtıl ar perdem,/ Kurtul kendinden;/ Huzur isyanda!/ Değneğin derdi, fendime kefendi./ Özür dört yanda…”

Böyle diyordu Mabel Matiz’in sesinden dizeler. Hoş bir melodiydi kulağıma gelen uzaklardan. Sözleri ilginç. Bir derdi vardı anlatmak istediği. Kocaman duygular isyanla çığlıklaşmıştı adeta. Lakin bende uyandırdığı hisler ürkütücü değil, daha çok düşündürücüydü.

“Yırtıl ar perdem,/ Kurtul kendinden;/ Huzur isyanda!..” Ritimli bir şekilde kulağıma gelen bu cümleler, aslında o kadar da masum ve hiç sıradan değildi. Adeta yaşadığı her olayı ve aldığı her nefesi sorgular gibiydi çığırından çıkarcasına. İsyanla huzura erebilir mi insan?

Yaşam içindeki kural ve yasaları hiçe sayarak deli dolu yaşamak, huzuru isyanda yeşertmek mümkün mü? Çengelli soruların ve çığlık çığlığa duyguların arasında yüzünü gösterir mi huzur bize? Belki bundan da önce sorulması gereken soru, huzurun ne olduğuydu.

Her şeyi yok sayıp kendinden ve çevredeki etkenlerden kurtulmak, özgür olduğunu hissetmek, her istediği hareketi her yerde yapabilmek, kural tanımamak, sorgulayıcı bakışlara ehemmiyet vermemek veya “Ben istiyorsam böyle olacak” tavrıyla hareket etmek midir huzur? Ya da şöyle soralım: Yürekte büyütülen isyanla huzura erebilir mi insan? –Tartışılır.- İnsanın, doğasında var olan hırçınlık, muhalefet etme, bildiğini okuma, kuralına uymadan her şeyi deneyip yanılarak öğrenme arzusu, anlık huzur esintileri yaşatır mı kendine? -Bu da tartışılır.- 

Huzur bizimle. Peki, biz neredeyiz? Günlük hayat içinde, yaptığımız iş güç arasında huzurlu mu, huzursuz muyuz? Neyiz biz? Ne istiyoruz? Çok gülersek çok mu mutluyuz demek? Yoksa bazen ağlamak da iç huzurumuzu yansıtmamıza vesile olur mu? Çoğu zaman düşünmeyiz bile bu soruların cevaplarını. Sadece yaşıyoruzdur. İşe gidip gelmeler, teşrik-i mesaide bulunduğumuz insanlarla selamlaşmalar, talebeysek yapılan ödevler, sınav stresi, aldığımız notun niceliği; anneysek meşakkatli çocuk büyütme, evin sorumlulukları, yetti yetmedi veya artmadı kaygısı; babaysak maişet derdi, evlada daha iyi gelecek sağlama kaygısı, trafikte boğuşarak yuvasına koşmak… Kısacası insan, çoğu zaman içiyle hesaplaşmadan belki de bir robot gibi yaşayıp gidiyor.

Oysa gözümüzü açtığımız her sabah, huzurlu olmak için bir sebeptir. Alıp verdiğimiz her bir soluk, güneşin odamızı aydınlatan huzmeleri, selamlaşıp hayırlı sabahlar dilediğimiz sevdiklerimizle yeni güne uyanmaktır huzur. Bebeğimizin her sabah sıcacık ve masum bir gülümseyişi, attığı ilk adım, sevdiklerimizle birlikte yudumladığımız çay, günlük telaşeye “Bismillah” deyip başlamaktır huzur. Huzur, teşhisi konmamış hastalığımızın sancısını çekerken doktorun uzattığı zarfta sonuçların negatifliğine attığımız sevinç çığlığı ve aldığımız kaza haberinden sonra soluk almadan kaza yerine koşup sevdiklerimizi sağ salim gördüğümüzdeki yüz ifadesidir.

Huzur, kimi zaman kendi içimizde, kimi zaman bir dostun yardım elinde, kimi zaman sevgilinin ışıl ışıl gülüşünde, kimi zaman bir kitabın satır aralarında, kimi zaman bize özel yazılmış bir namenin ilk veya son cümlesinde, kimi zaman bir şarkının güftesinde gizlidir.

“Huzur” diyorum… Belki de huzuru gerçekten severek bulabiliriz. Karşılığında hiçbir şey beklemeden, herhangi bir neden aramadan ya da sevgimizi herhangi bir vasfa bağlamadan. Kaçımız cesaret edebilmişizdir kimliğe bakmadan sevebilmeye? Belki cesaret edemediğimiz için asırlar boyu huzuru aramışızdır. Hatta kimi zaman aramaktan yorulmuşuzdur.

Bazen hiç farkında olmadan huzur verdiğimiz anlar olmuştur, eminim. Huzurun bir parçası, bir sebebi olduğumuz anlar, farkında olsak belki o huzuru veremeyeceğimiz anlardır. Tabiî ki farkında olmak, yüreğinde kıpır kıpır bütün güzelliğiyle huzuru yaşamak ve yaşatmak daha lezzetlidir. Ve asıl mesele, yaşadığımız yere huzuru götürmek ve birlikte olduğumuz insanlara huzur verebilmektir.

Huzursuz muyuz, nankör mü?

Aslında insanoğlu, azıcık doyumsuz, az biraz çabuk demoralize olan, arada nankör ve bencil, hani daha çok, daha da isteyerek ve pek de elindekinin farkında olamadan hayatını geçirip gider. Bir an kendime sordum “Nasıl huzurlu olunur? Huzuru tam olarak nerede hissediyorum? Ne yaparsam huzurdan mest olurum?” diye... 

Bir sahil kasabasında oturuyorum. Rüzgâr yüzümü okşuyor, az biraz üşüyorum. Denizden gelen yosun kokusu ciğerlerimde, elimde kitabım ve çok eskilerde kalan kalem ve defterim (aklıma gelenleri karalamam, not almam gerek), önümde yudumladığım ve avuçlarımın içine aldığım zaman bana haz veren sıcaklığıyla mis gibi bardağım ve çayım. Değmeyin keyfime!.. 

Aklımda türlü sorular yok. Kim nerede ölmüş, kimin hakkı yenmiş, hangi çocuk annesiz babasız kalmış, dünyada savaş mı çıkmış -o da ne?!-, açlık, kötülük, acı veya ıstırap gibi mefhumlardan uzak, hissetmeden, bütün haberlerden bîhaber…  Peki, bu huzur mu? Kendini dünyaya kapatmak ve “Huzuru buldum” demek… Elbette hayır. Huzurun anahtarı “itidal”. Aslında yaşanılan hayat içinde huzurlu olmak için akıl, vicdan, ruh ve yürek, bütün art düşünce ve kötülüklerden arınmış olmalı, kişi itidalli davranmalı, olaylar karşısında gerektiğince kendini yargılayıp sorgulama cesaretini gösterebilmeli.

Bunun yanı sıra eşin, dostun, senden hatır sormanı bekleyen annen baban, kapı komşun, uzaktaki akraban, yarın aynı ortamda aynı havayı soluyacağın iş arkadaşın, hazırladığın dosyaları imzalayacak olan patronun, amirin, memurun, her gün önünden geçtiğin dilenci ve en önemlisi iç dünyan,  hissettiklerin, acıların, gülümseyişlerin, seni sen yapan duygularınla ne istediğini bilerek huzuru yakalamak, hayatın omuzlarına yüklediği sorumluluklara rağmen her şeyi olduğu gibi kabul etmek de huzurlu olmak adına attığın büyük adımlardır.

Evet, huzurlu olmak istiyoruz ve bu çok önemli. Lakin daha da önemlisi, “nerede huzur bulduğumuz” değil midir? 

Mabel Matiz, şarkısında “Huzur isyanda!” diye tekrar edip dururken, ben her seferinde “Huzur, huzura durmakta” diye içimden geçiriyordum. Sanki şarkıyı dinlerken bile yanlışlık yapıyormuşum gibi yüreğim buruluyordu. Kim bilir, belki de o yüzden bu kadar satırı bir araya getirme ihtiyacı hissettim. Zira benim için huzur, en Yüce’nin huzurunda olduğunu bilmek ve O’na (c.c.) eğilmek, Rabbe iltica etmekti.

Şeytan ve nefsimden huzur-u İlahi’ye kaçış yerimdir huzur. Eğilmez kibrimi rükûda erittiğim, kırılmaz gururumu secdede yok ettiğim yerin adıdır huzur. Rızk istediğim, ilim talep ettiğim, af dilediğim, yalandan ve haramdan, görünmez kazadan ve belâdan, iftiradan, cehennemin narından, kabir azabından O’na (c.c.) sığındığım yerdedir huzur. Zalimden, zulümden, cehaletten ve ihanetten kaçarken çalacağım kapının eşiğidir huzur. Beni benden kurtaracak tek Kurtarıcı’nın merhamet makamına iltica dilekçemin kabul yeridir huzur. Ve huzurda hazır bulunmak, ruhumuza ilmek ilmek örülen bir teslimiyet hırkası giydirmekle olabilir ancak. Kolay iş mi? İsyandan daha zor olandır “teslimiyet”. Çünkü başkaldırmak, ilk akla gelen ve en kolay gerçekleşebilecek olandır. Oysa teslim olmak insanı korkutur. Fakat bir kez huzurda hazır bulunmanın tadına erildiğinde huzura da ermiş olur kişi. Çünkü insan, ancak huzurdaysa huzurludur.