Hz. Muhammed eğitim için hangi mekânları kullandı?

O, Allah’ın “(Ey Resulüm!) Sen önce en yakın akraba ve hısımlarını uyar” emri gereği öncelikle yakın çevresini İslam dinine davet etmeye başladı. İlk davetini eşi Hz. Hatice’ye yaptı. İlk inen ayetleri okudu ve biraz hüzünlü, biraz da endişeli bir vaziyette “Şimdi bana kim inanır?” dedi. Hatice, “Hiç kimse inanmasa ben inanırım” diyerek O’nun elçiliğine iman etti ve tam destek verdi.

HZ. Muhammed’in hayatına farklı açılardan bakmak mümkündür. O’nu anlamak ve örnek almak, her Müslüman için bir vazgeçilmezdir.[i] O, tebliğ görevine eğitimle başladı. Dolayısıyla O’nun eğitimini iyi anlamamız gerekir.

Ancak eğitim çok boyutlu bir kavramdır. Eğitim zaman, mekân, içerik, materyal, yöntem ve teknik gibi açılardan ele alınarak incelenebilir. Ayrıca Mekke ve Medine dönemi, örgün, yaygın, aile içi (Ehl-i Beyt) ve aile dışı (Sahabe-i Kiram) eğitim şeklinde farklı açılardan da ele alınabilir. Bu yazımızda Hz. Peygamber’in seçtiği eğitim mekânlarına dikkat çekmek istiyoruz.

Hz. Muhammed ve evi

Allah Resulü’nün aile hayatı Hz. Hatice’yle başladı. Hz. Hatice ile yaklaşık 25 yıl evli kaldı. Bir çocuğu hariç, diğer çocukları Hatice’den oldu. O, ilk hanımı vefat edinceye kadar ikinci bir evlilik yapmadı. O, en sıkıntılı dönemlerini Hz. Hatice ile birlikte geçirdi. Elçiliği kavmi tarafından yalanlanıp reddedildiğinde, işkence ve hakaretlere maruz kaldığında Hz. Hatice’nin maddî ve manevî desteğini hep yanında gördü. Ancak Hz. Hatice, Nübüvvetin 10. yılında vefat etti.[ii]

Allah’ın Elçisi, vahyin inmeye başladığı ilk dönemlerde yaşadığı bir olayı şöyle anlatır: “Bir defasında, yürürken gökyüzünden bir ses duydum. Başımı kaldırıp bakınca bir de ne göreyim? Hira’da bana gelen melek… Yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturup duruyordu. Ondan çok korktum. Hemen (evime) döndüm ve ‘Beni örtün, beni örtün!’ dedim. Derhal beni sarıp örttüler. Bir süre sonra Allah, ‘Ey örtünüp bürünen elçi! Kalk ve insanları uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Kötü şeyleri terk et’[iii] buyurdu.”[iv]

Bu ayetlerle Allah, Hz. Muhammed’den insanları İslam’a davet etmesini istiyordu. O, Allah’ın “(Ey Resulüm!) Sen önce en yakın akraba ve hısımlarını uyar”[v] emri gereği öncelikle yakın çevresini İslam dinine davet etmeye başladı. İlk davetini eşi Hz. Hatice’ye yaptı. İlk inen ayetleri okudu ve biraz hüzünlü, biraz da endişeli bir vaziyette “Şimdi bana kim inanır?” dedi. Hatice, “Hiç kimse inanmasa ben inanırım” diyerek O’nun elçiliğine iman etti ve tam destek verdi. Kızları Zeynep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm de anneleriyle birlikte İslam’a girdiler. Fatıma henüz 4-5 yaşlarındaydı. Sonra Hz. Muhammed’in yanında kalan ve henüz on yaşlarında olan Hz. Ali ve azatlısı Zeyd bin Harise iman ettiler.

Hz. Hatice’yle namaz kıldığını gören Ali, yaptıkları hareketin ne olduğunu sordu. Allah’ın Elçisi, Allah’ın seçmiş olduğu dinin bir ibadeti olduğunu, faydası ve zararı olmayan putlara tapmayı terk ederek tevhid dini İslam’ı kabul etmesini teklif etti. Ali önce babasına danışmayı düşündü, sonra vazgeçerek ertesi günü iman etti.

Evde yemek veriyor

Hz. Muhammed, yakın akrabalarını evine yemeğe çağırdı. Rivayetlere göre 40-45 kişilik bir topluluğa ziyafet verdi. Yemekten sonra amcası Ebu Leheb, Hz. Muhammed’in konuşmasına fırsat vermeden “Kabilesine senin getirdiğin gibi kötü bir şey getiren kimse görmedim” diyerek O’nun konuşmasına fırsat vermedi. Hz. Muhammed maksadını anlatamadan topluluk dağıldı.

Bu, Hz. Muhammed’in çok zoruna gitti, birkaç gün sonra bir ziyafet daha düzenledi. Bu toplantıya Allah’a hamd ederek, ondan yardım dileyerek ve Allah’a inandığını ifade ederek başladı. Kendilerine yalan söylemeyeceğine ve aldatmayacağına vurgu yaparak sözlerine şöyle devem etti: “Allah öyle bir Allah’tır ki O’ndan başka ilah yoktur. Hiç şüphesiz ben Allah’ın elçisiyim. Allah’a yemin olsun ki uykuya daldığınız gibi öleceksiniz. Uykudan uyandığınız gibi de dirileceksiniz. Yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz. Cennet de, cehennem de ebedidir. İlk uyardığım da sizlersiniz”[vi] dedi.

Amcası Ebu Talib olumsuz bir tepki göstermedi, ancak atalarının dininden vazgeçmeyeceğini söyledi. Ayrıca hayatta olduğu müddetçe kendini destekleyeceğini ve koruyacağını ifade etti. Ebu Leheb ise Hz. Muhammed’in anlattığının kötü bir şey olduğunu ifade ederek akrabalarından buna engel olmalarını istedi. Diğer amcaları ise Ebu Talib’in görüşünü desteklediler. Hz. Muhammed’in halası Safiye ise, Ebu Leheb’e karşı çıkarak bu davranışının hoş olmadığını dile getirdi.

Bu konuşmalardan sonra Efendimiz, “Bu davetime hanginiz icabet eder?” diye sordu. Olumlu ilk cevap, daha yaşı küçük olan Ali’den geldi ve “Ya Resulüllah! Her ne kadar bunların yaşça en küçüğü isem de Sana ben yardımcı olurum” dedi.[vii] Sonra dağıldılar. Daha sonra Ebu Talib’in oğlu Cafer, Ubeyde bin Haris gibi kimseler Müslüman oldular.

Yemekli toplantılar önemlidir. Dost ve yakın arkadaşlar çok önemlidir. Allah’ın Elçisi, aile bireylerinden sonra yakın arkadaşlarına gitti. Çocukluk arkadaşı ve büyük bir tüccar olan Hz. Ebu Bekir, İslam dinini hemen kabul etti. Hz. Ebu Bekir sadece kendi iman etmekle de kalmadı, dostlarına kendinin Müslüman olduğunu anlattı ve onların da Müslüman olmalarını istedi. Böylece Hz. Osman, Zübeyir bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebu Vakkas ve Talha bin Ubeydullah’ın bu davet üzere Müslüman oldukları rivayet edilir. Yakın akrabalardan sonra yakın dostlar önemlidir. 

Açık hava toplantısı (miting)

Yüce Allah, Efendimiz’in elçiliğinin üçüncü yılının sonuna doğru, “(Ey Muhammed!) Sana emrolunanı açıkça bildir ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme”[viii] ayetini vahyetti. Bunun üzerine Peygamberimiz, insanları açıktan İslam’a davet etmeye başladı. Mekkelileri Kâbe yakınlarında bulunan Safa Tepesi’ne davet etti. Artık açıktan İslam’ı tebliğ edecekti. Toplanan insanlara “Ey Kureyş topluluğu!” diye seslendi. Sonra şöyle devam etti: “Size şu dağın eteğinde bir süvari birliği var desem, bana inanır mısınız?” Onlar, “Evet, inanırız. Çünkü bugüne kadar senin hiçbir zaman yalan söylediğini görmedik” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Öyleyse ben büyük bir azaba düçar olacağınızı size haber veriyorum. Abdülmuttaliboğulları, Abdümenafoğulları, Zühreoğulları! Allah bana en yakın akrabamı uyarmamı emretti. Siz ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ demedikçe benim size ne dünyada, ne de ahirette bir faydam dokunur.”[ix]

Sözlerini bitirir bitirmez yine Ebu Leheb, ayağa kalkarak “Helak olasıca! Bizi bunun için mi topladın?” diyerek tepki gösterdi. Çok sayıda insana ulaşmak ve bir davayı anlatmak için mitingler önemlidir.

Davanın hedefe ulaşması için risk almak gerekiyordu. Davasına inananlar ancak riski göze alabilirler. Aynı zamanda riski göze almak, davanın kararlılığını gösterir.

Kâbe’de riskli bir mekân

Bir gün Allah’ın Elçisi, Erkam’ın evinde eğitimine devam ederken, başta Ebu Bekir olmak üzere sahabeler, müşriklerin bulunduğu Harem-i Şerif’e gitme teklifinde bulundular. İslam’ı müşriklere açıklayacaklardı. Allah’ın Elçisi henüz sayılarının yeterli olmadığını söyleyerek buna taraftar olmadı. Fakat Ebu Bekir’in ısrarına dayanamayarak gittiler.

Ebu Bekir, cesaretle ortaya çıkarak putlara tapmaktan vazgeçip Allah’a ve Resulüne inanmak gerektiğini anlatmaya başladı. Bunun üzerine müşrikler Ebu Bekir’in üzerine çullandılar ve feci şekilde dövdüler. Bu arada Peygamber’e de saldırdılar.[x] Davanın hedefe ulaşması için risk almak gerekiyordu. Davasına inananlar ancak riski göze alabilirler. Aynı zamanda riski göze almak, davanın kararlılığını gösterir.

Daru’l-Erkam’ın evi

Erkam, henüz 17-18 yaşlarında, İslam’ı yeni kabul eden bir genç. Allah’ın Elçisi, tebliğ ve eğitim faaliyetleri için kullandığı mekânlardan biri olarak Mekke’de Erkam’ın evini seçti. Bu ev, Müslümanların ilk eğitim merkezi hâline geldi. Nazil olan Kur’an ayetleri bu evde okunuyor, yazıya geçiriliyor ve Müslümanlar tarafından ezber­leniyordu. Ayrıca İslam’ı öğrenmek ve Müslüman olmak amacıyla Mekke’ye gelenler de burada Allah Resulü ile buluşuyordu.

Hz. Muhammed, elçiliğinin birinci senesinde Erkam bin Ebi’l-Erkam el-Mahzûmî’nin Safa Tepesi eteklerinde bulunan evine gitmeye başladı. Burada Müslümanlara İslam’ı anlatıyor, İslam hakkında bilgi edinmek isteyenlerle görüşüyor ve ibadet ediyorlardı. Bu evin stratejik bir önemi vardı. Çünkü Kâbe’ye yakındı. Peygamber Kâbe’ye gelenlerle de dikkat çekmeden görüşebilecekti. Müslümanlar buraya kolayca gelip gidebiliyorlardı. Diğer taraftan Erkam’ın 17-18 yaşlarında bir genç olması, evinde toplantı yapıldığı şüphesi uyandırmıyordu. 

Hz. Ömer, İslam’ın altıncı senesinde, burada Müslüman oldu. Erkam’ın evinde uzun zaman gizlice devam eden buluşmalar, Ömer’in Müslüman olmasıyla sona erdi. Hz. Ömer müminleri Kâbe’de namaz kılmaya çağırdı. O günden sonra sahabeler, ibadetlerini açıkça yerine getirmeye başladılar ve Müslüman olduklarını gizlemediler. Üç dört yıl süren gizli davet dönemi sona erdi, fakat eğitim devam etti. Eğitimi olmayan bir dava yürümez.


Kalabalık mekânlarda yakın markaja alıyor

Allah Resulü, dışarıdan Mekke’ye gelen insanları da İslam’a davet ediyordu. Mekke çevresinde kurulan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarına ticaret maksadıyla gelen insanlara İslam’ı anlatıyordu. Bunu gören Mekkeliler, O’na ve arkadaşlarına yönelik baskıları arttırmaya başladılar. Bir gün Allah Resulü, Ukaz panayırında insanları İslam’a çağırarak “Lailâhe illallah deyin, kendinizi kurtarın” diye tebliğde bulunuyordu. O’nu peşinden adım adım takip eden Ebu Leheb ise Peygamber’in tebliğde bulunduğu kimselere yanaşarak, “Bu benim yeğenimdir, yalan söylüyor. Sakın inanmayın, ondan uzak durun” diyor ve şunu ekliyordu: “O bir kâhin, mecnun, kabilesini birbirine düşüren bir sihirbaz ve şairdir.” Davasına inanan kimse için bir kişi kazanmak bile önemlidir.

Davasını anlatacağı kimselerin mekânına gidiyor

Allah Resulü bazen kendini dinleyeceğini düşündüğü kimselerin veya kabilelerin bulundukları yerlere kadar giderek davasını anlatıyordu. Örneğin çocukluk arkadaşı ve sadık dostu Hz. Ebu Bekir’e giderek İslam’a davet etmişti. Allah Resulü’nün okuduğu ayetleri dinleyen Ebu Bekir bundan çok etkilenmiş ve Allah elçisinden bir daha tekrarlamasını istemişti. Allah Resulü, Alak Suresi’nin ayetlerini bir kez daha okumuş ve dikkatle dinleyen Ebu Bekir, hiç tereddüt etmeden Allah’ın elçisinin elini tutarak şöyle demişti: “Şahadet ederim ki ey Muhammedü’l-Emin, Sen, Allah’ın gönderdiği elçisin” diyerek Müslüman olmuştu.

Taif ve Akabe’ye gidiyor

Allah Resulü, davasını anlatmak için bulunduğu merkezin dışına da çıkıyordu. Örneğin Taif’e gitti. Fakat oranın halkı, serseri gençlerini kışkırtarak Allah’ın Elçisi’ni taşa tutturdular. O bundan dolayı şikâyetçi olmadı ve onların hidayete ermesi için dua etti. O sene sevgili eşi Hatice ve kendini her zaman himaye eden amcası Ebu Talip vefat ettiler. Bu yıla “Hüzün Yılı” denildi.

Daha sonra Akabe’ye gitti. Akabe, Kâbe’ye üç kilometre kadar uzaklıkta, etrafı tepelerle çevrili kuytu bir yerdir. Allah’ın Elçisi buraya 620, 621 ve 622 yıllarında, hac mevsiminde üç sefer gitti. 620 yılındaki hac mevsiminde, Akabe denen yerde Kâbe’yi ziyarete gelen Medineli 6 kişiyle karşılaştı. Onların yanına oturdu ve İslam’ı anlattı. Medine halkı, Hz. Muhammed’in elçiliğini Mekke’ye gidip gelen hacılar, tüccar ve yolcular aracılığıyla duymuştu. Bu altı kişi İslam’ı kabul ettiler. Buna “Akabe görüşmesi” denir. 

Ertesi yıl aynı yerde tekrar buluşmaya söz verdiler. Bu görüşmeden bir yıl sonra (621)  aynı kişiler, bu kez 12 kişi olarak aynı yere geldiler ve Allah’ın Elçisi ile buluştular, “Allah’a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyecek­lerine, kimseye iftira etmeyeceklerine, Allah’a ve Resulüne itaatten ayrılmayacaklarına”[xi] söz verdiler. Buna “Birinci Akabe Biatı” dendi.

Medine’ye dönecek olan Müslümanlar, Hz. Peygamber’den kendilerine İslam’ı öğretecek ve namaz kıldıracak birini göndermesini istediler. Hz. Peygamber de onlara eğitici olarak genç sahabe Mus’ab bin Umeyr’i görevlendirdi. Mus’ab, Medinelilere İslam’ı tebliğ etti. Müs­lüman olanların evlerine giderek onlara Kur’an’ı öğreten Mus’ab’ın gayretleri ile İslam, Medine’de hızla yayılmaya başladı. Böylece Evs ve Hazreç kabilesinin tamamına yakını Müslüman oldu. Mus’ab, bu olumlu gelişmeleri Hz. Peygamber’e haber verdi. Bu haberleri alan Hz. Peygamber ve Müslümanların büyük mutluluk yaşadıkları 621 yılına ise “Se­vinç Yılı” denildi.[xii] 

622 yılında, yine hac mevsiminde, ikisi kadın 75 Medineli, Allah’ın Elçisi ile buluşmak üzere Akabe’ye geldiler. Abbas, Ali ve Ebu Bekir, kritik noktalarda durarak gözcülük yaptılar. Görüşmeden sonra Allah’ın Elçisi’ni Medine’ye davet ettiler ve “O’nu kendi canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi koruyacaklarına dair söz verdiler”. Bundan sonra Allah’ın Elçisi, arkadaşlarına Medine’ye hicret etmek konusunda izin verdi. Bir dava, hedefe ulaşılması için fedakârlıklar ister.


Mescid-i Nebi

Allah Resulü, Medine’ye hicretten hemen sonra inşa edilen Mescid-i Nebevi’de eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etti. Namazlardan sonra mescitte oturduğu zaman, ashab hemen etrafında halka oluştururdu. Allah’ın Elçisi onlara nasihatte bulunur ve Allah’a itaate davet ederdi. Sohbet eder, günlük hayatla ilgili tavsiyelerde bulunurdu. O dönemde Müslümanların eğitim gördüğü yer sadece Mescid-i Nebevi değildi.

Hz. Peygamber’in teşviki ile Medine’nin değişik yerlerine 9 mescit daha yapılmıştı. Böylece bu mescitler de ibadet yanında birer eğitim-öğretim merkezi haline getirildi. Allah Resulü, eğitim-öğretim faaliyetlerinde kadın-erkek ayrımına gitmiyordu. O, belli günlerde, mescitte sadece kadınlara yönelik dersler yapıyor ve onları dinî konularda bilgilendiriyordu. Ayrıca o dönemde bazı kadınlar öğretmenlik yapıyordu. Nitekim Şifa isimli kadın, Peygamberimiz’in eşi Hz. Hafsa’ya okuma ve yazma öğretmişti.[xiii]

Sabah namazına erkeklerin yanı sıra kadın ve çocuklar da katılırdı. Namazın ardından işi olanlar evlerine döner, diğerleri ise Allah’ın Elçisi’nin yanında kalırlardı. Allah Resulü güneş doğuncaya kadar ashabıyla sohbet ederdi. Onları çeşitli konularda bilgilendirirdi. Fedakârca yapılan faaliyetler, mensubiyet duygularını besler ve fertleri birbirine bağlarlar.

Suffa

Suffa, Mescid-i Nebi’nin yanına kimsesiz sahabelerin kalması için inşa edilen gölgeliktir. Burada sistemli bir eğitim-öğretim faaliyeti yapılıyordu. Kur’an öğrenme yanında okuma ve yazma da öğretiliyordu. Burası “ilk İslam üniversitesi” olarak kabul edilebilir. Orada kalan Müslümanların yeme ve içme ihtiyaçları Peygamberimiz ve ashab tarafından karşılanıyordu. Resul-i Ekrem, Suffa’da kalan Müslümanların ihtiyaçları hususunda özel bir hassasiyet gösteriyor ve önceliği onlara tanıyordu.

Burada Allah’ın Elçisi dışında öğretmenler de ders okutuyordu. Suffa’da kalan Müslümanların başında Selman-ı Farisî, Bilal ve Ammar gibi muhacirler gelir. Ayrıca Ebu Hureyre ve Ebu Said el-Hudri gibi en çok hadis rivayet eden sahabeler de Suffa’da kalanlardandır. Ashab-ı Suffa geceleri namaz, Kur'an ve ders görerek geçirir, gündüzleri ise farklı işler yaparak rızıklarını kazanmaya çalışırlardı.

Öğretmenler (muallim) ve diplomatlar yetişti

Ashab-ı Suffa, ashab içinde Kur’an’ı en iyi öğrenenlerdir. Allah Resulü, Medine dışında yaşayan kabilelere İslam’ı öğretecek muallim veya tebliğciyi özellikle Suffa’da yetişenlerden seçerek gönderirdi.[xiv] İslam toplumunun ilk öğrencileri, ilk öğretmenleri ve tebliğcileri Suffa’dan yetişti. Bu insanların, İslam ilimlerinin gelişmesinde önemli hizmetleri oldu. Ayrıca İslam, bu sahabeler sayesinde farklı bölgelerde yayıldı.

Ayrıca Medineli Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler arasındaki savaşlar Hudeybiye Antlaşması ile sona ermişti. Antlaşmanın ardından  barış ve güven ortamı oluştu. Hz. Peygamber bu ortamı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordu. Bu amaçla Efendimiz, Bizans İmparatorluğu’na,  Habeşistan’a,  İran’a ve daha birçok yere elçilerle İslam’a davet mektupları gönderdi. Böylece İslam’ın çağrısı birçok yere ulaştırılmış oluyordu. Örneğin Dihyetü’l Kelbi Rum Kayseri (Bizans) Heraklius’a, Amr bin Ümeyye ed-Darimi Habeş Necaşisi Ashame’ye, Abdullah bin Huzâfe İran Kisrası Hüsrev Perviz’e ve Hatib bin Ebi Beltâa da Mısır Kralı Mukavkıs’a gönderildi.

Allah Resulü, bu elçilere gittikleri ülke hükümdarlarına vermek üzere birer davet mektubu yazdırıp verdi. Gönderilen bu elçilerin hepsi de gittikleri ülke insanlarının dilini biliyorlardı. Mektupların yazılması sırasında sahabeler, hükümdarların mühürsüz mektupları okumadıklarını söylediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, gümüşten bir yüzük üzerine başa “Allah”, onun altına “Resul”, onun altına da “Muhammed” ifadelerini yazdırdı ve mektupları onunla mühürledi. Peygamberimiz bu yüzüğü vefatına kadar mühür olarak kullandı. Daha sonra bu mührü Hulefa-i Raşidin kullandı. Bir davanın kalıcı olması için kurumsallaşmak önemlidir.

Uygun her mekânda eğitim-öğretim

Allah’ın Elçisi, İslam’ı öğretme adına her fırsatı değerlendirirdi. Bir gün Esmâ adında bir kadın, Peygamberimiz’in huzuruna gelerek şunları sordu: “Ey Allah’ın Elçisi! Ben Sana kadınlar adına geliyorum. Allah Seni kadın-erkek, herkese elçi olarak gönderdi. Biz kadınlar da Sana iman ettik. Bizler evimizle meşgul oluyor, çocuklarımızı büyütüyoruz. Bizler evlerde kapalı kaldık. Siz erkekler ise cemaate çıkıyor, Cuma kılıyor, hasta ziyaret ediyor, cenazeye katılıyor, hac yapıyor ve cihat ediyorsunuz. Bu yüzden siz bizden faziletlisiniz. Biz ise, siz bu işleri yaparken mallarınızı koruyor, elbiselerinizi dikiyor, çocuklarınızı terbiye ediyoruz. Ecir ve hayırda biz de size ortak mıyız?

Peygamberimiz, kadının bu sözleri üzerine arkadaşlarına dönüp, “Dini konusunda bundan daha güzel problemini ortaya koyan bir kadın gördünüz mü?” dedikten sonra kadına şöyle cevap verdi: “Esmâ, git ve kadınlara söyle! Siz kadınlar bu yaptıklarınızla erkekler için saydığın şeylerin hepsine ortaksınız.”[xv]

Bilgi, inanç ve aksiyon… Sonrası, ulaşılması hedeflenen yerdir.



[i]  “Allah’ın Resul’ünde sizler için gerçekten (takip edilmeye değer) güzel örnek vardır.” (Ahzâb suresi, 21.ayet)

[ii]  Hz. Peygamber hicret sonrasında sırayla şu evlilikleri yapmıştır: 1. Hz. Hatice, 2. Sevde binti Zem’a (Bununla Mekkede evlendi), 3. Âişe, 4. Ümmü Seleme, 5. Hafsa binti Ömer, 6. Zeyneb binti Cahş, 7. Reyhâne binti Zeyd, 8. Cüveyriye, 9. Safiyye binti Huyey, 10. Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyân, 11. Meymûne binti Haris. Ayrıca Mısırlı 12. Mariy  isimli bir cariye ile de evlenmiş olup son çocuğu İbrahim bu hanımdan dünyaya gelmiştir. Onun evliliğini siyâsî (yönetim sorumluluğu) ve teşriî (dinin hükümlerinin açıklanması, yani peygamberlik) açıdan incelemek gerekir. Hz. Peygamber’in yapmış olduğu izdivaçların bir kısmında siyasî, diğer bir kısmında ise teşriî yön ağır basmıştır. Ayrıca farklı mizaçlardaki kadınlara karşı takınmış olduğu tutumu Müslümanlara bir örnek olmuştur.

[iii] Müddessir suresi, 1-5. ayetler.

[iv] Müslim, İman, 255.

[v] Şuara suresi, 214. ayet.

[vi] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.88.

[vii] Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, s. 246-248.

[viii] Hicr suresi, 94. ayet.

[ix] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.89.

[x] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.87.

[xi] İbn Hişam, es-Siyretü’n-Nebeviyye, C 2, s. 93.

[xii] İrfan Yücel, Peygamberimizin Hayatı, s. 81.

[xiii] İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.316-318.

[xiv] Akif Köten, Asr-ı Saadette Suffa Ashabı, Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslam, C 4, s. 381-412.

[xv] İbn Sad, Tabakat, C 8, s. 319-320.