Hayata gülümsemenin adıdır “dostluk”

Rabbim! Güzel, samimî, huzurla bereketlenmiş dostluklarla hayatımızı güzelleştir ve bizleri dostlarımıza dost eylerken kendi Zât ve Sıfatından mahrum eyleme. Zira biz biliyoruz ki, dost istersek Sen bize yetersin…

BİZ dört kız kardeşiz; aslında ben hep bir ağabeyim olsun isterdim. Sanki bir ağabeyim olsaydı kendimi daha güçlü, daha emin, daha güvenli hissedecektim hayatta. Gerçi ağabeyi olan arkadaşlarım bu fikrime hep karşı çıkıp “Saçmalama! İnsanın bir ağabeyi olmasının ne demek olduğunu bilmiyorsun. Her yaptığına karışır, istediğin hiç bir yere yalnız gidemezsin, giydiğin elbise bile bazen sorun olur” diye dertlenir ve çok şanslı olduğumu söylerlerdi. Buna rağmen ben, içimden ağabey özlemini çok uzun zaman atamadım; hâlâ hayatımda cüz’i irademle verdiğim kararlarda aklıma asılı kalan sorularım,  acabalarım olduğunda ağabey özlemim gelir ve karşıma oturuverir.

Kızım da bir kız kardeş özlemi çekiyordu bir zamanlar. Henüz on bir yaşındayken, “Anneciğim, senin ne güzel kız kardeşlerin var, dertleşip, konuşup halleşiyorsunuz. Ben büyüyünce yapayalnız olacağım, benim bir kız kardeşim olmalı” demişti. Ben “Erkek kardeşin var ya kızım, sen de onunla dertleşir, konuşursun”  dediğimde, “Erkek kardeş kız gibi olmaz ki, her şeyimi onunla paylaşamam, şakalaşamam, her yere onunla gidemem” diye dertlenmişti bana. Buna karşılık şöyle söylemiştim: “Bak yavrum! Çok güzel dostluklar kurarak bu eksikliği halledebilirsin…”  Bu sözüme “Öyle yapacağım artık” şeklinde yanıt veren kızımın boynu bükük, mahzun ve naçar hali gözümün önünde hâlâ.

Elbette insanın kardeşlerinin olması çok huzur verici ve sonsuz bir güzellik. Gelmese, sesini duymasan, görüşemesen de var olduğunu bilmek, uzaklarda bir yerlerde soluk aldığını hissetmek, onun dualarında yer aldığını biliyor olmak senin için yeter de artar bir mutluluk. Aslında insanoğlu için, yaşadığı hayat içinde ailesiyle hep bir arada olabilmesi bir şans. Ama hayat, bu şansı herkese aynı şekilde sunmuyor. Zira ayrı şehirlerde, hatta ayrı ülkelerde yaşamak zorunda kalabiliyorsunuz. Hamdolsun ki zamanımızda gelişen teknoloji sayesinde her şey çok daha kolay. İletişim araçları, görüntülü telefonlar, özlem duygumuza gem vuruyor. Gerçi insan sevdiğine bırakın kulak vermeyi, görmeyi, hatta ille de sarılmayı, onu ruhunda ve içinde hissetmeyi istiyor, lakin “Hiç yoktan iyidir” diyerek avunuyor bu halde.

Kan bağı olan insanlarımızla teşrik-i mesaimizin yanında, yaşadığımız hayat içinde elbette kurduğumuz arkadaşlıklar, dostluklar vardır (olmalıdır). Ana gibi, baba gibi, kardeş gibi yakın,  candan, gönlümüze ışık, yüreğimize huzur veren güneş gözlü dostlar olmalı çevremizde. Peki, nedir dostluk?

Sadık dost

“Dost dost diye nicesine sarıldım,/ Benim sadık yârim kara topraktır” diyen Âşık Veysel’e inat, dostluk sebepsiz yere sevmek, karşılıksız yardım etmektir. Dostluk, insanlıktır; sevgiyi içselleştirerek hem seven, hem de sevilen olmaktır; paylaşımdır. Dostluk bir sığınaktır; vermenin ve almanın coşkuya dönüşmesi, saygının, sevginin şaha kalkmış şeklidir. Dostluk, nedensizliktir ki sorgu sual kaldırmaz. Ve dostlukta minnete asla yer yoktur. Minnet ve borçlanma işin içine girdiği anda, dostluğunuz menfaat ilişkisine dönüşmeye başlamıştır.

Dost, bir nevi aynadır; olumlu ve olumsuz her halimizle bize benzeyen bir ruhtur. Dost, yaşamın tadıdır, tuzudur. Hayata gülümsemenin adıdır “dost”.

“Sebepsiz yere sevmektir dostluk, karşılıksız yardım etmektir” dedim ya, en muhtaç olduğun anda dostun yanında olabilmek, gülen gözlerinin ışığı, dudak kıvrımlarında asılı kalmış gülümsemelerin ahengidir dostluk. Ve dostluk öyle narin, öyle incedir ki tıpkı okyanuslardaki inci tanesi gibi değerine paha biçilemez. Bu güzellikleri yüreğimizin tüm içtenliği ile yaşamalı, yaşatmalıyız.

Güneş kadar sıcak, toprak kadar vefalı ve bereketli, su gibi berrak olmaktır dostluk. Sevilen, güvenilen, inanılan, ortak paydaların bulunduğu gönüllerin coşku ve huzurla aynı dili konuşmasıdır dostluk. Çok az insanla bu bağı kurabildiğimiz için hayatımızda vazgeçilmez bir yere sahip olur böylesi kimseler. Öyle bir an gelir ki tek yürek olur, haklarında telaşa dahi kapılırız: “Ne yaptı? İşleri nasıl? Bir derdi var mı? Neden bugün aramadı?” Canımızdan bir parça olmuştur dostumuz ve onu her an merak ederiz.

Birçok insan girer hayatımıza ömrümüz boyunca -çocukluk, iş, mahalle arkadaşları-, ama hiçbiri dostluğumuzu hak etmemişlerse asla yol arkadaşımız olamazlar. Zira dost candır; ağladığında başını koyacağın omuz, sevindiğinde sana mutlulukla, haset etmeden ve can-ı gönülden sarılan kocaman bir yürektir.

Sokrates der ki, “Kimi altını, kimi de şan, şeref, makam ve mevkii olsun ister, bense bir dostum olsun isterim”. Evet, ben de param, pulum, şan ve şöhretim olsun istemem, lakin kimi zaman gözlerimin arkasında gizlenen hüznü, kimi zaman yüreğimden taşan bereketli mutlulukları, kimi zaman kör karanlıklarda çığlık çığlık düştüğüm azap kuyularının ürkütücü soğukluğunu hissedip bana benden daha çok yanan bir dostun varlığını Rabbimden samimane isterim ve bana bahşettiği dostluklar için de yine Rabbime şükrederim.

“Dostluk” öyle büyülü bir sözcüktür ki pek çok şey içine sığıverir ama tek leke götürmez. Azıcık zorlasan, sırça bir ayna gibi kırılıp dağılıverir.

Gerçek dostla sıradan dostlukları veya dost sandığımız ilişkileri karıştırmamak gerekir.

J. J. Rousseau, “Üne kavuştuğum gün tek bir dostum kalmadı” der. Çok da haklıdır aslında. Dost, kendinden ziyade dostunu düşünür, onun her haliyle gurur duyar, kılına zeval gelmesini istemez ve kendini ateşe atar. Vefakâr, sadık, cefakâr, samimî ve dürüst insanlardır dostluğun hususiyetini bilenler. Yalansız, riyasız, insanın üzüntülerini, acılarını paylaşırken varlıklarını, zenginliklerini, başarılarını paylaşıp alkışlamaktan gurur duyarlar.

Acıya ortaklık olağan, sevince ortaklık sıradışı

Oscar Wilde de çok güzel ifade etmiştir dostluğu: “Bir dostun üzüntüsüne her kim olsa katılır; bir dostun başarılarına ise ancak yüksek ruhta olanlar sevinir.” Bu düşünce ne kadar büyük bir anlam taşımaktadır. Nedensiz, niçinsiz, menfaatsiz, seni ancak sen olduğun için seven, sana inanan, güvenen, yardım elini üzerinden çekmeyen, seni bir ebeveyn gibi koruyup kollayan insan, gerçekten sana dosttur ve yüce bir ruha sahiptir. Yanı başımızda böyle dostlarımız varsa, öncelikli olarak onlara biz de dost olmayı bilmeli ve dostlarımıza dört elle sarılmalıyız.

Muhakkak ki biz insanların zaaflarının olması normaldir; bunun yanı sıra iktidarımızın, elimizin uzandığı yere kadar olduğunun farkındayız. Bu sebeple yaşadığımız hayat içinde, farkında olmadan hatalar yapabilir, yanlışlıklar içinde kaybolabiliriz. Sağlam bir karaktere, ne istediğini bilen bir asalete ve Rabbe kul olduğunun şuuruna ermiş bir ruha sahip olmayı kendimize öğretmeliyiz. Adalet ve merhamet noktasında kendimizi eğittiğimiz anda, dostumuza dost olmanın güzelliğini öz benliğimizde yaşayarak örnek teşkil edersek, zaten dostumuzu bir kere daha gönülden fethetmiş oluruz -ki bu bizim için en büyük kazanımdır-.

Evet, hakikî dostluklar güzeldir. Rabbim bizleri dost maskeli insanlardan korusun. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş” der atalarımız -hatta “Beşer, şaşar”  da derler-, gerçekten Cenab-ı Hakk hiç kimsenin canını, dost dediği insanın kılıcıyla yakmasın. Zira düşmanın kurşunu acıtmaz da insanı, dosttun ihaneti kanatır. Zira güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez.

Hayatın keşmekeşinde bunalan insanın, serinletici ve yumuşak bir dost sesine, sıcacık bir dost yüreğine kendini teslim etmesi, huzurla soluk alması ve dostunun sevgisinden aldığı güçle yeniden hayata tutunması ne büyük bir nimettir.

Rabbim! Güzel, samimî, huzurla bereketlenmiş dostluklarla hayatımızı güzelleştir ve bizleri dostlarımıza dost eylerken kendi Zât ve Sıfatından mahrum eyleme. Zira biz biliyoruz ki, dost istersek Sen bize yetersin…

“Dost istersen Allah yeter!”