SEVDİKLERİMİZ
öldüğünde sevme kabiliyetimiz ölmüyorsa, demek ki bu filmin devamı var...
Loş
bir sokak lâmbasının altında öylesine duruyordun. Gece karasında giydiğin siyah
yüzüne o kadar yakışmıştı ki, sen de gece gibiydin, kapalıydı gözlerin. “Yorgunluktan
mı?” diye düşündüm bir an. Rüzgâr beni sana itiyordu; sana doğru elimi uzattım.
Neden hareketsiz durduğunu bir türlü anlamlandıramıyordum. Heyecandan nefesimi
kontrol edemez olmuştum, dilim damağım kurumuştu.
Sana
doğru yürüyordum, aramızdaki mesafe nedense azalmıyordu. Telâşa kapılmıştım,
daha hızlı, daha hızlı yürümeye başladım. Uzak değildin ama yakın da
sayılmazdın. Seslendim sana doğru, kelimeler ağzımdan çıktı ama kulağına değdi
mi, bilmiyorum.
Sana
gelemediğimi hissettiğimde ayaklarım güçsüzleşti, yere çöktüm. Gözlerim sağanaklara
tutulmuş, yüreğim acıyla dikenli tellere dönüşmüştü ve içimi acıtıyordu. Sen
benim kahramanımdın; beni buralarda yalnız bırakıp gittiğin yetmiyormuş gibi,
şimdi de bana sadece sükûtunu veriyordun. Oysa anlatacak ne çok cümlem, susacak
ne çok acım vardı ki, o acılarımı, biliyorum, bir tek sen anlardın.
Sen
benim canım, hayattaki örneğim, dertlere en güzel gülüşüm, dünyevî sıkıntılara
omuz silkişim, yapılan haksızlıklara en kuvvetli sabrım, asâletim, canımı yakan
her konuşmaya onurla, gururla susuşumdun. Lâkin şu anki suskun hâlin ve bana
dokunmayan gözlerinle beni karanlıkların dipsizliğine atmakta olduğunun farkında
mıydın acaba?
Aç
gözlerini, bir kere bak yüzüme! Kaybolmaya başlayan gücümü, yokluğunda kaç defa
âh edip daha çok ve daha çok yanında olamadığım için parçalanan benliğimi bir
gör ve konuş, anlat! Bütün gücümü toplayıp son bir hamle yapıp ellerimle ellerini
kavradım; sonsuz sevinç, binlerce şükürle nihâyet tutabildiğim ellerinden
öptüm, sonra gözlerinden, sonra o nurlu yüzünden… Ve sımsıkı sarıldım, “Benden
bir isteğin var mı Halacığım?” dedim sana. Her zaman huzur veren bakışlarınla
gözlerime baktın ve gülümsedin, yüzüm aydınlandı yüzünün aydınlığından. “Okuyorsun
ya, o bana yeter!” dedin, ta oralardan, uzak ama yakın yerlerden gelen sesler
gibi, sesini yüreğime, sesini içime yerleştirdim benden gitmesin diye.
Omuzlarımdan
tutup gözlerime baktın, “İnşallah Hacca gidersin, ben Medîne’yi çok özledim”
dedin, sonra… Sonrası yok, uyandım… Uyandığıma kızarak gözlerimi sımsıkı
kapattım, yorganı başımdan aşağı çektim. Daha konuşacak, söyleyecek cümlelerim
vardı. Ama sen yine acele etmiştin gitmek için. Ya da ben zamansız uyanmıştım.
Genelde
çok rüyâ görürüm ama uyanınca hatırlamam. Her gece başka başka âlemlerde
gezerim uykuya dalar dalmaz; güzeldir rüyâlarım, hiç kâbus görmem. Canım yanmaz
meselâ. Ağlarsam, sevinçten ağlarım, sevdiklerimle hep gönül hoşluğu içinde
olurum.
Bu
gece rüyâmda, dâr-ı dünyadan bekâya hicret eden Halamı gördüm. O benim hayatta
duruşuna hayran kaldığım kişilerden bir tanesiydi. Hemen hemen her Cuma arardım
kendisini, duâlar ederdi; sesinde sevgiyi hissettiğim nâdir insanlardandı. Kısa
zaman önce Regâib Kandili’ni idrâk ettiğimizde hiç kimseyi aramak istemedim.
Zira Halamla konuşamayacaktım bu ve bundan sonraki mübarek günlerde. İşte tam o
gece gördüm bu rüyâyı, konuştu canım Halam benimle!
Herkesin
bir kahramanı vardır hayatta, benim kahramanım Halamdı. Duruşu güzeldi, azmi
güzeldi, sabrı güzeldi, olaylara bakış açısı güzeldi, çocuklarını sarıp
sarmalaması güzeldi, dostlarına düşkünlüğü güzeldi. Hele yemekleri,
misafirperverliği dillere destandı. İkram etmeyi çok severdi, eli hem lezzetli,
hem bereketliydi. Ve duâları güzeldi, nurluydu; diliyle değil, yüreğinden
ederdi duâlarını…
Çocukluğumun
en güzel günleri senin bahçende geçti. Bahçende incir ağacı, hanımeli, rengârenk
çiçekler ve yüksek duvarlar vardı. İncir reçeli yapardın; sen yaptığın için
lezzetli gelirdi. İncir reçelini hâlâ çok seviyorum Halam!
Telâşlı
koşuşturmaların hiç gözümün önünden gitmiyor; bir de kuzenlerle bir araya
geldiğimizde hep mutfakta sohbet ederdik ya, mutfak kapısına gelir, bizi
seyrederdin de konuştuklarımızı dinler, arada gözlerin bulutlanırdı. Bazen sen
de katılırdın sohbete, işte o zaman lezzetlenirdi konuşmalarımız! Her zaman
bembeyaz namaz örtünle, gülümseyen gözlerinle anıyorum seni.
Güzeldi
benim Halam. Onun Rabbisine kavuştuğunu duyduğum anda içim titredi, her yer acı
doldu. Öyle böyle değil, çok acı, yüreğimin dayanamayacağı kadar çoktu ıstırap.
Hiçbir acı, kalbimin orta yerine gelip böyle sessiz sedâsız yerleşmemişti.
Biliyorum,
onun için düğündü vefâtı. Ama benim için mevsim değişti, bulutlar çekildi,
güneş kendi kendini ateşe çevirdi, ağaçlar yapraklarını rüzgâra verdi, gündüz
aydınlığını gece karaları sardı, sevinçleri süpürdü esen kasırgalar, hüzün
oturdu sağıma, soluma, önüme, arkama, gözlerime, yüreğime…
Bir
anda sevdiklerimizi bizden alıp ayıran ölüm! Senden kaçamayacağımızı bir kere
daha zikrettim. Kabir kapısı hep açık ve ölümü öldürmek imkânsız.
Bir
kez daha anladım ki, dünyalık hâdiselerden dolayı hırçınlaşmanın, hırs
yapmanın, kalp kırmanın, enâniyet duygusuyla hareket edip hâddi aşmanın gereği
yok. Canımız mı yandı, hakkımız mı elimizden alındı, hakarete mi uğradık,
olsun! Rabbe havale etmeyi bilmeliyiz.
Rüyâmda
beni Hacca gönderdin, giderim inşallah. Hiç yorumlatmadım rüyâmı, anlatmadım
kimselere. Özledim seni Halam, çok özledim!
Rabbim
Cennet’inde ağırlasın seni, rahmetiyle sarıp sarmalasın, ecriyle muamele
buyursun! Huzurlu ol inşallah...