Gittin ama rüyalarımda gülümse bana!

Herkesin bir kahramanı vardır hayatta, benim kahramanım Halamdı. Duruşu güzeldi, azmi güzeldi, sabrı güzeldi, olaylara bakış açısı güzeldi, çocuklarını sarıp sarmalaması güzeldi, dostlarına düşkünlüğü güzeldi. Hele yemekleri, misafirperverliği dillere destandı. İkram etmeyi çok severdi, eli hem lezzetli, hem bereketliydi.

SEVDİKLERİMİZ öldüğünde sevme kabiliyetimiz ölmüyorsa, demek ki bu filmin devamı var...

Loş bir sokak lâmbasının altında öylesine duruyordun. Gece karasında giydiğin siyah yüzüne o kadar yakışmıştı ki, sen de gece gibiydin, kapalıydı gözlerin. “Yorgunluktan mı?” diye düşündüm bir an. Rüzgâr beni sana itiyordu; sana doğru elimi uzattım. Neden hareketsiz durduğunu bir türlü anlamlandıramıyordum. Heyecandan nefesimi kontrol edemez olmuştum, dilim damağım kurumuştu.

Sana doğru yürüyordum, aramızdaki mesafe nedense azalmıyordu. Telâşa kapılmıştım, daha hızlı, daha hızlı yürümeye başladım. Uzak değildin ama yakın da sayılmazdın. Seslendim sana doğru, kelimeler ağzımdan çıktı ama kulağına değdi mi, bilmiyorum.

Sana gelemediğimi hissettiğimde ayaklarım güçsüzleşti, yere çöktüm. Gözlerim sağanaklara tutulmuş, yüreğim acıyla dikenli tellere dönüşmüştü ve içimi acıtıyordu. Sen benim kahramanımdın; beni buralarda yalnız bırakıp gittiğin yetmiyormuş gibi, şimdi de bana sadece sükûtunu veriyordun. Oysa anlatacak ne çok cümlem, susacak ne çok acım vardı ki, o acılarımı, biliyorum, bir tek sen anlardın.

Sen benim canım, hayattaki örneğim, dertlere en güzel gülüşüm, dünyevî sıkıntılara omuz silkişim, yapılan haksızlıklara en kuvvetli sabrım, asâletim, canımı yakan her konuşmaya onurla, gururla susuşumdun. Lâkin şu anki suskun hâlin ve bana dokunmayan gözlerinle beni karanlıkların dipsizliğine atmakta olduğunun farkında mıydın acaba?

Aç gözlerini, bir kere bak yüzüme! Kaybolmaya başlayan gücümü, yokluğunda kaç defa âh edip daha çok ve daha çok yanında olamadığım için parçalanan benliğimi bir gör ve konuş, anlat! Bütün gücümü toplayıp son bir hamle yapıp ellerimle ellerini kavradım; sonsuz sevinç, binlerce şükürle nihâyet tutabildiğim ellerinden öptüm, sonra gözlerinden, sonra o nurlu yüzünden… Ve sımsıkı sarıldım, “Benden bir isteğin var mı Halacığım?” dedim sana. Her zaman huzur veren bakışlarınla gözlerime baktın ve gülümsedin, yüzüm aydınlandı yüzünün aydınlığından. “Okuyorsun ya, o bana yeter!” dedin, ta oralardan, uzak ama yakın yerlerden gelen sesler gibi, sesini yüreğime, sesini içime yerleştirdim benden gitmesin diye.

Omuzlarımdan tutup gözlerime baktın, “İnşallah Hacca gidersin, ben Medîne’yi çok özledim” dedin, sonra… Sonrası yok, uyandım… Uyandığıma kızarak gözlerimi sımsıkı kapattım, yorganı başımdan aşağı çektim. Daha konuşacak, söyleyecek cümlelerim vardı. Ama sen yine acele etmiştin gitmek için. Ya da ben zamansız uyanmıştım.

Genelde çok rüyâ görürüm ama uyanınca hatırlamam. Her gece başka başka âlemlerde gezerim uykuya dalar dalmaz; güzeldir rüyâlarım, hiç kâbus görmem. Canım yanmaz meselâ. Ağlarsam, sevinçten ağlarım, sevdiklerimle hep gönül hoşluğu içinde olurum.

Bu gece rüyâmda, dâr-ı dünyadan bekâya hicret eden Halamı gördüm. O benim hayatta duruşuna hayran kaldığım kişilerden bir tanesiydi. Hemen hemen her Cuma arardım kendisini, duâlar ederdi; sesinde sevgiyi hissettiğim nâdir insanlardandı. Kısa zaman önce Regâib Kandili’ni idrâk ettiğimizde hiç kimseyi aramak istemedim. Zira Halamla konuşamayacaktım bu ve bundan sonraki mübarek günlerde. İşte tam o gece gördüm bu rüyâyı, konuştu canım Halam benimle!

Herkesin bir kahramanı vardır hayatta, benim kahramanım Halamdı. Duruşu güzeldi, azmi güzeldi, sabrı güzeldi, olaylara bakış açısı güzeldi, çocuklarını sarıp sarmalaması güzeldi, dostlarına düşkünlüğü güzeldi. Hele yemekleri, misafirperverliği dillere destandı. İkram etmeyi çok severdi, eli hem lezzetli, hem bereketliydi. Ve duâları güzeldi, nurluydu; diliyle değil, yüreğinden ederdi duâlarını…

Çocukluğumun en güzel günleri senin bahçende geçti. Bahçende incir ağacı, hanımeli, rengârenk çiçekler ve yüksek duvarlar vardı. İncir reçeli yapardın; sen yaptığın için lezzetli gelirdi. İncir reçelini hâlâ çok seviyorum Halam!

Telâşlı koşuşturmaların hiç gözümün önünden gitmiyor; bir de kuzenlerle bir araya geldiğimizde hep mutfakta sohbet ederdik ya, mutfak kapısına gelir, bizi seyrederdin de konuştuklarımızı dinler, arada gözlerin bulutlanırdı. Bazen sen de katılırdın sohbete, işte o zaman lezzetlenirdi konuşmalarımız! Her zaman bembeyaz namaz örtünle, gülümseyen gözlerinle anıyorum seni.

Güzeldi benim Halam. Onun Rabbisine kavuştuğunu duyduğum anda içim titredi, her yer acı doldu. Öyle böyle değil, çok acı, yüreğimin dayanamayacağı kadar çoktu ıstırap. Hiçbir acı, kalbimin orta yerine gelip böyle sessiz sedâsız yerleşmemişti.

Biliyorum, onun için düğündü vefâtı. Ama benim için mevsim değişti, bulutlar çekildi, güneş kendi kendini ateşe çevirdi, ağaçlar yapraklarını rüzgâra verdi, gündüz aydınlığını gece karaları sardı, sevinçleri süpürdü esen kasırgalar, hüzün oturdu sağıma, soluma, önüme, arkama, gözlerime, yüreğime…

Bir anda sevdiklerimizi bizden alıp ayıran ölüm! Senden kaçamayacağımızı bir kere daha zikrettim. Kabir kapısı hep açık ve ölümü öldürmek imkânsız.

Bir kez daha anladım ki, dünyalık hâdiselerden dolayı hırçınlaşmanın, hırs yapmanın, kalp kırmanın, enâniyet duygusuyla hareket edip hâddi aşmanın gereği yok. Canımız mı yandı, hakkımız mı elimizden alındı, hakarete mi uğradık, olsun! Rabbe havale etmeyi bilmeliyiz.

Rüyâmda beni Hacca gönderdin, giderim inşallah. Hiç yorumlatmadım rüyâmı, anlatmadım kimselere. Özledim seni Halam, çok özledim!

Rabbim Cennet’inde ağırlasın seni, rahmetiyle sarıp sarmalasın, ecriyle muamele buyursun! Huzurlu ol inşallah...