BİR önceki yazımızda
kaldığımız yerden ev ziyaretimize devam edelim. Umarım ziyafet tadında bir
ziyaret olur yazıma yaptığınız ziyaret…
Mutfakta
yediğimiz tavuk yemeğinden sonra lavaboya geçip ellerimizi yıkamak gerek.
Aynımızı göreceğimiz ayn’ımızla göz göze geleceğimiz aynaya bakalım evvelâ.
Vechimiz aynaya dönükken aklımız kelimelere dönmeli tabiî. “Ayna”nın Arapça “ayn”
yani “göz” kelimesinden geldiği düşünülse de, Farsça “avi-dayana” kelimesinden
geldiği de düşünceler arasında. Ve bu kelime, “göstermek” anlamına geliyormuş
eski bir İran dili olan Avesta dilinde. Arapça “ayn” kelimesinden türeyen ve
dilimizde kullanılan kelimeler ise “aynı, ayan, muayene, muayyen ve tayin”
kelimeleridir.
Suya
sabuna dokunmadan, bilmiyorum, çok bir şey yapabilir miyiz? Yemek yedikten
sonra yapamayacağımız malûm. Sabun, temizlenme ihtiyacından olsa gerek, bütün
dillerde kullanılıyor. İlginçtir, “sabun”, benzer şekillerde kullanılıyor
dünyanın ekser dillerinde. El-misâl, Arapça ve Aramicede “sabun”, Lâtincede
“sapo”, Hint Avrupa dillerinde ise “seib” kelimesi “dökülmek, damlamak”
demekmiş. (Sırasıyla) Fransızca, İngilizce, Almanca “savon, soap, seife”
kelimeleri de Lâtince kökten türemiş.
Sokağın
başındaki kuyudan yahut beş kilometre ötede akan dereden kovalarla su taşımaya
gitmememiz için evimizin içine kadar su getirilmiş. Boşa akmasın, israf olmasın
diye musluk takılmış. Adına neden “musluk” denildiği konusunda uzun yıllardır
çeşitli söylentiler olsa da “su-luk” kelimesinden geldiği en güçlü düşünce.
Kaşgarlı Mahmud, 1070’li yıllarda şöyle bir cümle aktarmış bize (bizse,
üzerinden geçen yıllardan, sözün ve sözü söyleyenin büyüklüğünden olsa gerek
atasözü demişiz): “Suw bermezke büt ber.” (Su vermeyene süt ver.) Ne güzel
söylemiş! Anlaşıldığı üzere öz Türkçe bir kelime olan “su” kelimesi, bütün
kelimeler ve diğer canlı her şey gibi zamandan ve şartlardan etkilenmiş.
“Diş
fırçası” kelimesini incelemek adına dişlerimize bakalım evvelâ. “Diş” de Eski
Türkçe bir kelimedir ve aslı “tış”tır. Fırça ise Farsça bir kelimedir ve
akrabalık bağlarının bulunduğu Hint-Avrupa dil ailesindeki Lâtincede “bruscus”
kelimesi, İngilizcede “brush”, Fransızcada “brosse” ve Almancada da “brüste”
şeklinde kullanılır. “Yahu Serdar, misafirliğe diş fırçası ile gidilir mi?”
demeyin, inanın, gidenler var.
Söylemeyi
unutmuşum, bu eve yeni taşındık sayılır, “Kapıları ilk size açıldı” desem
yeridir. Âdettendir, fakirhanemizin yatak odasına da kapının eşiğine durup
bakalım isterseniz. “Yatak” kelimesi, Eski Türkçe bir kelime olup “yatğak” ya da
“yatık” kelimesine dayandırılarak söylenir ve yazılır. “Yatğak” muhafız,
nöbetçi, çok uyuyan gibi anlamlara gelirken; “yatık” kelimesi ise uyunan yer
anlamına gelir. Yastık ise “yastuk” hâliyle kullanılagelmiş; anlamı
“yassıltılmış şey” demek. Hâddimi aşarak ve büyüklerin affına sığınırak... “Y-at”
kelimesi acep “yanı üzere at-” şeklinde mi oluşmuş diye düşünmedim değil
sözlüğü açıp bakmadan önce. Böyle olmasa da, “Yanları üzere yatanlardan olmak
iyidir” derler.
Dolabı
açıp kıyafetlere bakacak değiliz, malûmunuz dolaba bir önceki yazımızda bakmış
idik.
Salonda
oturup, sohbetimizi edip, çayımızı içtik. Sonra bizim “Daha karpuz kesecektik!”
ısrarlarımıza rağmen sizinse “Aman efendim, çok teşekkür ederiz. Devlethanelerinize
ziyaret ile şeref bulduk” deyip müsaade istemeniz ve topluca kapıya yönelmemiz
üzerine geveze ev sahibinin, “Azizim, siz az evvel açtığımız kapının ve gelirken
tırmandığınız, az sonra ise inişe geçeceğiniz merdivenler nereden gelir, bilir
misiniz?” sorusu üzerine bir süre daha kapının önünde ayaküstü bekliyoruz.
Kapı,
Eski Türkçede “kap-” yani “bitişmek” kökünden gelmiştir. Merdivenin aslı ise Farsça
asıllı bir kelime olan “narduban”dır. Öz Türkçede ise merdiven, “ağıngıç”
demekmiş. Âşık Paşa’nın Garibname’sinden bir cümle ile sizi yazıdan ve kapıdan
dışarıya uğurlayayım: “İlm bir nerdübandur uçmağa…” (İlim, Cennet’e bir
merdivendir.)
Kaynakça: Sevan Nişanyan / Nişanyan Sözlük