ÇOCUKLUĞUMUZDA
oynadığımız seksek, ip atlama, mendil kapmaca, bezirgânbaşı, kutu kutu pense,
sek sek, çelik çomak, misket, isim şehir, birdirbir, saklambaç, hımbıl, istop,
yakar top, mangala ve kör ebe gibi oyunlar, modernleşme sürecinde yerlerini
bilgisayar ve internet oyunlarına bırakmaya başladı. Bunun sonucunda
çocukluğumuzun oyunları “eski, geleneksel, unutulmuş veya kaybolmuş” gibi
negatif anlama sahip kelimelerle ifade edilir oldular. 1998’den itibaren
gerçekleştirdiğim araştırmalarımın sonucunda gördüm ki, bundan 10-15 sene
öncesine kadar Türkiye genelinde çocuklarca oynanan oyunların sayısı binden
fazla.
Oyunların yüzyıllar içinde
aldığı formda din, kültür, edebiyat, sanat, yani medeniyete ve hayata dair her
şey var. Dolayısıyla geniş perspektiften bakınca “oyun” meselesinin kültür ve
medeniyet krizlerimizle ilgili boyutları olduğunu görmek mümkün. Oyunların
hayatımızdan kayboluş gerekçeleri kültürel, siyasî, ekonomik ve sosyolojik
süreçlerimizle doğrudan ilişkili. Daha yakından bakıldığında, oyunların terk
edilişinde kentleşme, köyden şehre göç, geniş aileden çekirdek aileye geçiş,
çalışma hayatının değişimi, ebeveyn-çocuk ilişkileri gibi değişim yönü güçlü
durumların varlığını tespit ederiz. Onun için oyunlarla ilgili sorunun “çocuk”
merkezli olmadığını kabul etmeliyiz. Oyunların “oynanmıyor” olmasında en büyük
suç “büyüklerin”. Çünkü oyunları terk edenler, büyükler. Buna rağmen büyükler, “Çocuklar
oynamıyor. Sokağa çıkmıyorlar. İnternetin başından ayrılmıyorlar. Şehirlerde
oyun yeri yok” diyerek suçu kendileri dışındaki unsurlara
yüklüyorlar.
Oyunların peşinde 15 yıl
On beş yıldır oyunların
peşindeyim. Uzun bir hikâye bu… Oyunları derlemeye 1998 veya 1999 yılında
başladım. Kızlarım Behiye Betül ve Hilye Melis’in henüz iki üç yaşında
olduğu yıllardı. Büyümekte olan kızlarıma oyun öğretmek, onlarla birlikte oyun
oynamak istiyordum. Her babanın içinde olan bir hevestir bu. Oyunları yazmaya
böyle kişisel bir babalık heyecanıyla başlamıştım. Çevremden sıkça duyduğum
“Eski oyunlar unutuluyor” şeklindeki yakınmalar, bireysel çabamın toplumsal
amaca dönüşmesini sağladı. Oyunlar kaybolmasın, unutulmasın istedim. Böylece on
beş yıla uzanan oyunları hatırlama, araştırma ve yazma serüvenim başlamış oldu.
Oyunları önce isim olarak
listeledim. Elli, yüz, iki yüz derken, henüz işin başında, listedeki oyun
sayısı akıl almaz şekilde artmıştı. Şu an arşivimde 700 civarında oyun ismi
var. Oyunların ismini liste şeklinde biriktirirken, metinlerini yazmaya
başladım. Benzer oyunlar üzerinde özelikle durdum ve onları, farklarını
koruyarak kaydettim. İçeriği aynı ama farklı isimlerle anılan oyunları da
tasnif ettim.
Arşivimdeki oyunların çoğu
kendi hatıralarıma dayanıyor. Bazı oyunları, başkalarını dinleyerek derledim.
Dedeleri, nineleri, anneleri, çocukları dinledim. Eksik hatırladıklarımı
annemden, ağabeyimden, büyüklerimden tamamladım. Bazı oyunlara akademik
araştırmalarda, bazılarına da hemşeri derneklerine ait kaynaklarda rastladım.
Ne zaman seyahate çıksam gözüm sokaklarda, oyun oynayan çocuklarda oldu. Elime
ne zaman yöresel bir kaynak geçse, yerel çocuk oyunlarını anlatan sayfalara
baktım.
Oyunlar çoktandır kitap
olmayı bekliyordu. Geçen yıl Kültür A.Ş.’den bu doğrultuda bir teklif gelince
tereddütsüz “Evet!” dedim. Hemen işe başladık; oyunları, oynandığı mekâna veya
oyun araç gerecine göre gruplandırdım. Metinleri yeniden çalıştım. İlk
planlamamızda 32’şer sayfalık 20’ye yakın kitap çıkarabileceğimizi tespit
ettik. Tashih, resimleme, tasarım ve baskı derken, geçtiğimiz aylarda 100’e
yakın oyunun anlatıldığı ilk beş kitap oyunseverlerle buluştu. Bu kitaplar
şunlar: “Taş Oyunları”, “Kumsal Oyunları”, “Top Oyunları”, “İp-Mendil Oyunları”,
“Kelime Oyunları”.
Büyükler oyun konusunda
ezberci, egoist ve tembel
Büyükler, yani anne ve
babalar başta olmak üzere öğretmenler, imamlar, yöneticiler, yani hepimiz çocuk
ve oyun meselesi mevzu bahis olunca ezberimizdeki beylik sözlerle konuyu
geçiştiriyoruz. Hiç de değişmiyor bu sözlerimiz. Herkes aynı cümleleri kuruyor.
Mesela şunları söylüyoruz: “Çocuklar sokağa çıkmıyorlar, sürekli bilgisayar
ve televizyon başındalar.” “Çocuklar dijital oyunlara daha çok ilgi
gösteriyorlar; kitap okumuyorlar, eski oyunları oynamıyorlar.” “Şehirde her yer
beton, oyun için yer yok.” “Şimdi varsa yoksa internet... Geleneksel
oyunlarımız unutuldu.”
Bu yakınmaları büyüklerin suç
bastırma çabası olarak görüyorum. Sorun çocuklarda değil, büyüklerde.
Yukarıdaki cümlelere dair analizlerim şöyledir:
Bir:
Büyükler, daha baştan “eski” veya “geleneksel” diyerek oyunları “nostaljik”
unsura dönüştürüyor ve güncel olmaktan çıkarıyorlar. Çocuğa bir oyunu
anlatırken “geleneksel” ya da “eski oyun” dediğiniz zaman, oyunu çocuğa
kötüleyerek anlatmış oluyorsunuz. Teknoloji ve yenilik çağının çocuklarına
“eski” veya “geleneksel” dediğimiz şeyi sevdirmek zordur.
İki:
“Çocuklar oyunları bilmiyorlar” tespiti eksik, çünkü oyunları önce büyükler
terk etti, yok saydılar. Küçükken bu oyunları tek başımıza oynamıyorduk.
Büyükler çocuklarla birlikte oynamayı bıraktığı için, oyunlar şehirlere değil,
köylere ait zannedildiği için çocuklara aktarılmadı. Aktarılmadığı için de
çocuklar oyunları bilmiyor. Çocuk, bilmediği bir şeyi oynayamaz. Çocuk
oyunlarının unutulması, değişmesi ve bu konuyla ilgili toplumun ortaya koyduğu
yaklaşımlar, kültür ve medeniyet krizimizin bir boyutu.
Üç:
“Çocuklar oyun oynamıyor” cümlesi eksik bir gözleme dayanıyor. Çünkü çocuklar,
ortam buldukları an zevkle ve saatlerce oynuyorlar. İstanbul’un sokakları
seksek çizgileriyle dolu. Pikniklerde çocuklar, sürekli oyun ve eğlence
içindeler.
Dört:
“Şehirde her yer beton, oyun için yer yok” diyerek oyunları şehirden
dışlıyorlar. Şehirlerimizde betonlaşma olduğu doğru, ancak oyunların terk
edilmesine bunu mazeret göstermek, hak verilecek bir tavır değil. Çünkü çelik
çomak ve bazı top oyunları gibi az sayıdaki oyun için harman yeri, stad veya
piknik alanı gibi büyük meydanlar gerekiyor. Oyunların yüzde 90’ı şehirlerde
oynanabilecek nitelikte. Evdeki bir masanın etrafında oynanacak onlarca oyun
var. Balkonda otururken, ikindi çayını içerken, sohbet ederken oynanabilecek o
kadar çok oyun var ki… Hatta asansörle 1. kattan 10. kata çıkarken bile
oynanacak onlarca oyun var.
Beş:
“İnterneti bırak, sokağa çık!” diyerek, çocuklara sevdikleri bir şeyi terk ettirerek
söz konusu oyunları oynatmanın mümkün olacağı sanılıyor. Bu, yanlış bir
koşutlama. Çocukların internet ile ilgilenmesi doğaldır; kendi kültürümüze ait
oyunları bilgisayar ya da telefondaki oyunların karşısına koymamalıyız. Çocukların
bu oyunları oynamasını isterken “Çocuğum şu internetten vazgeç” demek hatalı
bir davranış.
Altı: “Çocuk
oyunları” diyerek oyunların oynanma yaşını daraltıyorlar. Hâlbuki bunların çoğu
ailecek oynanabilen oyunlar. Çocukluğumuzda oyunları çok geniş yaş aralığında
oynuyorduk. Oyun grubu içerisinde ağabeyimiz, ablamız, küçük kardeşimiz, bazen
babamız, amcamız da oluyordu. Modern dönemler, “yaş aralığı” konusunda bireyci
ve dar.
Yedi: Evde
oyun oynayan çocuklara “Etrafı dağıtmayın!” diyerek bağırıyorlar, terlikle
kovalıyorlar. Ancak oyunların çoğu, evde oynanabilecek esnekliğe sahip. Evden dışarıya süpürdükleri çocukları bu defa
da “Bilmediğin çocuklarla oynama! Kapının önünden uzaklaşma! Dışarıda çok durma!”
diyerek sınırlıyorlar.
Sekiz:
Oyunlar izci kamplarında, okullarda, yerel yönetimlerin bazı etkinliklerinde ve
ilgili federasyonların turnuvaları aracılığıyla çocuklara sevdirilmeye ve
yaygınlaştırılmaya çalışılmakta. Hepsi faydalı olmakla birlikte, bu çalışmalar
oyunların topluma ve çocuklara yeniden kazandırılmasında yeterli güce sahip
değil. Çünkü bu çalışmalarda, genellikle çocuklar hedef kitle olarak alınmakta,
büyüklerin oyunlarla ilgili ezberlerine dokunulmamaktadır. Üstelik oyun ve
çocuk ilişkisi zaman/mekân kısıtıyla sınırlı kalmakta, oyun hayatın bir parçası
olamamaktadır.
Dokuz: Büyükler, çocukların oyunları oynamasını isterlerken, bunu bazen çocuğuna talimat/emir olarak iletmekte veya öneri/nasihat, hatta yakınma şeklinde ortaya koymaktadırlar. İletişimci ve paylaşımcı olmayan bu yöntemler, çocukta olumlu karşılık bulmamaktadırlar.
İki ayrı dünya: Çocukluğumuzun
oyunları ve şimdikiler
Oyunların topluma yeniden
kazandırılmasının önemi, çocukluğumuzun oyunlarıyla modern zamanlardaki
oyunların kıyaslamasını yaptığımızda daha net olarak ortaya çıkmaktadır.
Çocukluğumuzun oyunları
paylaşımcı, dayanışmacı, arkadaşçı ve eğlenceli, çatışmadan uzak. Hem yarışmacı
yönü, paylaşımcı yönüyle dengeleniyor; insanı çevreye açıyor, çevredeki tüm
canlılarla ve nesnelerle ilişki kurduruyor. Ayrıca çevredeki nesneleri oyun
aracına dönüştürebiliyorsunuz bu oyunlarla. Kuralları esnek ve mekâna,
oyunculara, iklime, oyun aletlerine, hatta süreye göre ayarlanabilirler. Yaş
aralığı geniş; aile, ağabey ve ablalarla oynanabilirler. Şiddetten, şiddeti
öğretmekten, şiddete övgüden uzak bizim oyunlarımız, edebiyat ve estetik
unsurlarına sahip.
Modern dönemlerdeki oyunlarsa
bireysel, çatışmacı ve yarışmacı nitelikteler. İnsanı yalnızlaştırıyor böylesi
oyunlar. Oyun aletleri özel imalata dayalı, fabrikasyon ve çocuğun üretimine
kapalı. Oyun aletlerinin bir kısmı sağlığa zararlı. Hitap ettiği yaş aralıkları
dar. Bazıları şiddete meyyal. Edebiyattan ve estetikten de uzaklar.
Çocukluğumuzun oyunlarında asıl aktör insanken, modern oyunlarda asıl unsur
teknoloji ya da oyunun kendisi.
Oyunlar geri dönebilir
Çocukluğumuzun oyunları
topluma ve çocuklara yeniden geri dönebilir. Bunu başarabiliriz. Başarmanın ilk
adımı ise, toplumu yönetenlerin ve büyüklerin oyun konusundaki düşüncelerinin
yanlışlığını kendilerine göstermek ve ezberlerinden vazgeçmelerini sağlamak.
Oyunların geri dönüşünde en
büyük görev aileye düşmektedir. Sonrasında ise MEB, Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı başta olmak üzere yerel yönetimler, okullar ve STK’ların somut
projeler ortaya koyması gerekir. Oyunların geri dönmesiyle birlikte pek çok şey
geri dönecek. Aile içi iletişim geri dönecek en başta. Taş, toprak, ağaç,
gökyüzü, deniz, sokak, kır, dağlar, yıldızlar, kelimeler ve harflerle çocuğun
iletişimi doğal hale gelecek.
İnanıyorum ki, yakında köylerde, yaylalarda, şehirlerde, metropollerde sıkça karşılaşacağız oyunlarla ve hep birlikte oynayacağız; çocuğuyla isim-şehir oynayan babalar, kızıyla ip atlayan anneler, dedesi ile körebe oynayan torunlar, seksek oynayan komşu çocukları, mendil kapmaca oynayan kuzenler, birdirbir oynayan okul çocukları daha da çoğalacak.