Cesaret imtihanını verdik, sıra basirette!

Tuzak Kuranların En Hayırlısı olan Allah’ın plânı ise mutlak galip olandır. Unutmayalım ki, 15-16 Temmuz’da da görüldüğü üzere cesaret ve gönül birliğiyle elde edilen değerlerin muhafaza edilebilmesi şuur, hakkaniyet, gayret, samimiyet, istişare ve ille de basiret ile mümkündür.

Darbenin muhtemel sebebi

ABD ve genel olarak Batı ülkeleri, 1916’da Sykes-Picott ile başlayan Ortadoğu’yu parçalama işini bir asır sonrasında daha da minorize etme konusunda hemfikirler. Şu an için en yakın hedef, Suriye’nin kuzeyinde “PYD Kürdistanı” oluşturmak. Böylesi bir niyet fiiliyata geçecek olursa, “Barzani Kürdistanı” da Irak’tan ayrılmak için her yolu deneyecektir.

Aşikâr ki, stratejik müttefiklerimiz (!) ile başta Suriye ve Irak konularında olmak üzere bir dizi meselede farklı nihaî hedeflere sahibiz. Buna mukabil, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan en güçlü ülke Rusya. Nitekim Türkiye Rusya ile yakınlaşınca, IŞİD, Atatürk Havalimanı’nda kanlı bir eylem yaptı. Mesaj açıktı. Lâkin Hükûmet kararlılığından taviz vermedi. Hatta Sayın Başbakanımız, Suriye ve Irak konusunda da barışa yönelik benzer adımların atılabileceğini söyledi. Bir hafta sonra malûm hain kalkışma gerçekleşti.

Evvelce yaşamış olduğumuz birçok darbenin Rusya’ya yakınlaştığımız dönemlerde gerçekleşmiş olması ve yukarıda özetlenen okuma şekli, darbe teşebbüsünün ABD kaynaklı olduğunu gösteriyor. Süreç içinde şahit olduğumuz İncirlik kaynaklı haberler, karşılıklı resmî açıklamalar ve F. Gülen’in iade edilmesi talebimiz karşısında gelen tavırlar da bu kalkışmanın ABD merkezli olduğunu bir kez daha teyit etmekte.

Peki, ABD-NATO, arzu ettiği ara hedeflere ulaştı mı?

Kalkışmanın taşeronu olan FETÖ üyesi subayların ve destekçilerinin gözaltına alınmış olmaları veya tutuklanmalarına bakarak, “Teşebbüs başarısız oldu!” diyebiliriz. Oysa malûm taşerona bu işi veren akıl-irade açısından darbeyle plânlanan ilk sonuç elde edilmiş durumda. Zira binlerce yetişmiş personeli-yetkilisi açığa alınmış, güveni zedelenmiş, hâliyle de harekât yeteneği minimize olmuş bir ordumuz var artık. Bölgemizdeki, komşularımızdaki muhtemel gelişmelere-tehditlere karşı caydırıcı gücümüz maalesef ağır yara almış durumda!

Darbe heveslilerinin bundan sonra yapabilecekleri neler var?

Aradan bir hafta geçmiş olmasına rağmen ikinci bir kalkışma riskinin hâlen mevcut olduğu söyleniyor. Buna karşı değişik tedbirler de alınmış durumda. Naçizane dikkat çekmek istediğim başka bir husus mevcut.

Darbe teşebbüsü veya FETÖ üyeliğinden içeri alınıp sorgulanan subayların ve istihbaratçıların verecekleri ifadelere, bunların kamuoyuna ulaştırılma zamanlaması ve şekline azamî dikkat gösterilmeli! Zira bu adamlar herhangi bir mafya veya hırsızlık çetesinin üyeleri değiller. Hemen her birinin psikolojik harp ve propaganda teknikleri konusunda NATO bazlı eğitimleri var. Güya samimi itiraflarda bulunurken, “başarılı bir darbede” elde edebileceklerinden daha fazla manipülasyon ve kafa karışıklığı oluşturabilirler. Hâliyle darbecilerin bu sorgulamalarda verecekleri bilgiler-iddialar-itiraflar, çapraz kontrollerle teyit edilmeden medyanın eline düşürülmemeli. Yahut kripto kaynaklarca yine kripto olan gazetecilere ve/veya “ahmak trol hesaplara” servis edilecek böylesi kasıtlı beyanatlara karşı önlem alınmalı!

Bu konuya dair ilk örneğimiz yurtiçine dair. Tam da “Malatya’da Sünnîler Alevîleri linç ediyor” haberleri ve kripto hesaplardan karşılıklı provokatif mesajlar sosyal medyada zirve yaparken, dışarıya bir itiraf (!) servis ediliyor.

Sosyal ve yazılı medyada “Flaş! Flaş!” diye verilen ve üzerinde evvelce çalışıldığı belli olan itiraf (!) görünümlü bu provokatif haber aynen şu şekildeydi: “Darbe başarılı olsaydı, filanca Alevî muhtarın 300 adamı silahlandırılacaktı ve Sünnîler katledilecekti.”

Evet, darbeciler evvelce çalışılmış bu sözde itirafları sorgularda söyleyebilirler. Ama bunları dışarıya sızdırmak için ya ahmak olmak gerekir ya da kripto bir hain. 

Çalışılmış böylesi provokatif itiraflar (!) kriptolar eliyle dışarıya servis edildikten sonra bunu flaş haber olarak kamuoyuna sunanlar ya ahmaktırlar, ya kripto.

Sanırım OHAL uygulamaları, provokasyonlara alet olan böylesi ahmaklıkları bertaraf etmek veya bilinçli şekilde hareket eden kripto kaynak ve aracıları gözaltına alabilmek için yeterli imkân sunmakta.

Bahse konu “evvelce çalışılmış itirafların” sızdırılmasına dair bir diğer örnekse komşularımızla ilgili. Metin-iddia birçok kurgusal mantıksızlık içeriyor. Lâkin yine de müşterisi bol çıktı.

Buna göre filanca general sorguda itiraf etmiş; darbe başarılı olsaymış 10 bin IŞİD militanı, 50 bin Iraklı Şii milis ve bin Suriyeli ajan Türkiye’ye sokulacakmış. Ülkelerini IŞİD işgalinden korumaya çalışan binlerce Şii milis, IŞİD’le Irak’ta savaşmayı bırakıp, üstelik bir de düşmanıyla birleşip İskenderun’a saldıracakmış.

Görüldüğü üzere çalışılmış böylesi itiraflar(!), darbe konusunda ABD’yi-NATO’yu değil, başkalarını zan altında bırakıyor. Türkiye’yi içeride ve dışarıda mezhep savaşına davet ediyor. Böylesi nice sızdırmalar yoluyla sahada-darbede başaramadıklarını, içerideyken başarabilecek bir ortam hazırlıyorlar. Tabiî, bu sözde itirafları sızdıran ve haberleştiren kripto gazeteciler ve kendilerini kullandırtan ahmak trol hesaplar eliyle…

Bu konuda acilen bir önlem alınmazsa önümüzdeki ayların gündem konularını sivil Hükûmetimiz değil, “başarısız darbeciler” belirleyebilirler. Her türlü dezenformasyon, manipülasyon ve provokasyonla kendi ajandalarını ülkeye dayatabilirler.

Yeniden kalkışmanın sıcak günlerine dönüp iki farklı vurguyla soralım: Darbeyi nasıl önledik? Veya bu teşebbüs neden akim kaldı?


Sorunun ilk kısmının cevabı, milletimizin demokrasi şuuru ve cesareti, Sayın Cumhurbaşkanımızın, Hükûmet’in, muhalefetin ve de medyanın dik duruşu ve kararlılığı, Emniyet’in ve darbe karşıtı askerlerin direnciyle açıklanabilir. Buraya dair birçok sahneye-habere medya yoluyla vâkıfız zaten.

Aynı sorunun ikinci kısmı, yani darbenin neden akim kaldığını da fikredebiliriz. Elbette ki, buraya dair analizler yukarıda özetlenen “darbeyi önleme başarısını veya buna dair aktörleri” önemsizleştirme amacı gütmemekte.

Hissiyatım o ki, birileri malûm cuntaya önce darbe için cesaret verdi, sonra da onları yarı yolda bıraktı. FETÖ üyesi üniformalı teröristler, Askeriye’nin birçok unsuruyla kendilerine katılacağının ve Emniyet’ten de destek bulacaklarının sözünü almışlardı. Ama yarı yolda “satıldılar”!

Neden?

Darbenin aklı olan ABD-NATO açısından “içine kapanmak zorunda kalan bir Türkiye” yeterli bir kazanımdı. Bunu elde ettiklerine kani oldular. Ve asıl büyük oyunu başlatmaya karar verdiler.

Nedir ülkeyi bekleyen bu büyük oyun?

Eğer darbeciler “yarı yolda satılmayıp” kendilerine vaat edilen her türlü yardımı-desteği elde etselerdi, kalkışmanın sıcak süreci 24 saat değil, haftalar boyunca devam eder, 246 şehit yerine binlerce kaybımız olur ve ordu tüm imkânları ve ağırlığıyla yönetime el koyardı.

Ayrıca ülkeyi yönetmeye başlayan üniformalı dikta, gerek düşük yoğunluklu iç savaşın oluşturacağı ekonomik kriz, gerekse donanımsızlıklarından kaynaklanan birçok sorunla mücadele etmek durumunda kalır, hâliyle yapılacak ilk serbest seçimde kapatılan AK Parti yerine kurulan “PAK Parti” kadroları ile bu kez yüzde 65-70 gibi ezici bir çoğunlukla iktidara gelirdi.

Eğer darbeciler hedeflerine ulaşırken Tayyip Bey’i şehit etseler, merhum Menderes yahut Özal’ı da aşan, II. Abdülhamid Han veya Fatih Sultan Mehmed’inkine muadil bir efsane yaratmış olacaklardı; hem de kendi elleriyle…

Yukarıda özetlenen bu iki sebep ve benzeri birkaç husus nedeniyle ABD-NATO derin aklı, FETÖ’ye ısmarladığı bu darbe kalkışmasını sattı ve “büyük oyununun” perdelerini açtı.

Nedir bu muhtemel “büyük oyun”?

Özetle, Sayın Cumhurbaşkanımızın şahs-ı manevîsini ve onunla temsil bulan birçok ideali, Müslüman halklar ve Türk milleti indinde gözden düşürüp intihara sürüklemek…

Tedbir deminden ifade bulan bu teoriye göre, ülkemizi “sivil yönetim baştayken” ekonomik krize ve iç savaşa sürüklemek istiyorlar. Bu iki tehditten ikincisi için ufak ufak kazan kaynatmaya başlayanlar mevcut. Üstelik bu kazanı kaynatırken IŞİD ve DHKP-C misali “Allah’sız Sünnî(!)” ve “Ali’siz Alevî(!)” terör örgütlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Terör düelloları yoluyla kaynatılmak istenen kazanın ateşine odun atabilecek “ahmak trollerin” ve “kripto FETÖ üyelerinin” ayrı ayrı varlığı da başlı başına bir risk konusu!

“İç savaş lobilerine” destek verebilecek bir ekonomik kriz riskine karşı ülke ekonomisi şu an için güven vazeden veriler sunuyor. Onca sıkıntıya rağmen ekonomik verilerimizin sağlam kalmaya devam edebilmesi için “sıcak para akışına” ihtiyacımız olduğu da aşikâr. İşte tam da bu kısım detay mülahazalara gebe! Zira ülke ekonomimizin en önemli sıcak para kaynağı durumundaki iki ülke olan Katar ve Suudi Arabistan’ın kalkışma ve sonrasındaki süreçte takındıkları tavırlar iyi irdelenmeli!

Suudi Arabistan devlet yetkilileri, kalkışmanın göreceli başarılı olduğu saatlerde darbecileri kınamadılar. Kalkışmanın akim kalacağı kesinleşince kınayıcılar listesine dâhil olup sivil Hükûmet’e destek açıkladılar.

Ortadoğu’nun genel politikasına yoğunlaşanlar farkındadırlar; “Demokrasi küfürdür” diyen Selefi monarşiler, “İslâm” ve “sandık, seçim” kelimelerinin yan yana gelmesinden rahatsızdırlar. Nitekim 2006 yılında henüz Arap Baharı (!) projesi ortada yokken Filistin’de seçimle işbaşına gelmiş olan Hamas hükûmeti, Suudilerin sponsorluğunda FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) ve Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas tarafından darbeye uğradı. Arap dünyasının seçimle işbaşına gelen ikinci İslâmcı yöneticisi Muhammed Mursî de yine Suudilerin ve diğer Körfez Selefi monarşilerin sponsorluğu ve politik desteğiyle Sisi tarafından darbeyle indirildi.

Rusya, İran, Irak ve Esed rejimi ile gayet mesafeli ve yer yer kanlı-bıçaklı olan Suudi Hanedanlığı, “ortak düşmanlara-rakiplere” karşı müşterek hareket edebilmek adına “dindar-demokrat olmasına rağmen” Sayın Cumhurbaşkanımızı ve Türkiye’yi bugüne değin destekledi. Biz de darbeci Sisi’ye lânetler yağdırıp darbenin azmettiricisi ve de fiilî sponsoru olan Kral Abdullah’ın ölümüne yas ilan ettik. Nihayetiyle “müşterek rakiplerimize-düşmanlarımıza karşı işbirliği” adına aramızdaki temel problemlerimizi karşılıklı olarak görmezden geldik. Ta ki Rusya ile fiilen barışıp Irak ve Suriye ile yumuşayacağımızı deklare edene değin…

AB ile yaşanan mültecî sorunu, idam cezası, PYD-PKK ve benzeri krizler sonrası Şangay Ülkeleri (hâliyle Rusya ve İran) ile işbirliğine gidebileceğimizi belirtmemizin Suudi yönetimi ve Körfez monarşiler indinde huzursuzluk oluşturacağı açık. Nitekim Mısır darbe yönetimi, (eğer ABD’den sınır dışı edilirse) F. Gülen’i ağırlamaktan gurur duyacağını açıkladı. Mısır’ın bu açıklamayı Suudilere rağmen yapabileceğini düşünmek pek akıl kârı değil.

İlle de basiret!

Netice itibariyle ekonomimiz için pek önemli bir can damarı olan Körfez sermayesi, ülkemize eskisince gelmekten vazgeçer veya yeniden Batı’ya taşınmaya karar verirse, ekonomik kriz riski zirve yapacaktır. Ekonomik kriz ile eşzamanlı bir iç savaş provası bir araya gelirse tüm ülke ve “dindar-demokrat” kadrolar/yönetim, 15 Temmuz’dan daha tehlikeli günler yaşayacaktır. Eğer böylesi bir “büyük oyunun” icra edilmesine engel olunamazsa, geriye en azından “sonraki nesillere ilham kaynağı olacak bir efsane” de bırakılamaz. “Demokrasiyle barışık İslâm” ideali tarih sayfalarına hapsolmuş olur.

Tedbir ve uyarı bâbından özetlenen bu “bilerek yarım bıraktırılmış darbe ve sonrasına dair büyük oyun” teorisi, şüphesiz ki bizler gibi bazı beşerlerin hedefi olabilir ancak. Tuzak Kuranların En Hayırlısı olan Allah’ın plânı ise mutlak galip olandır.

Unutmayalım ki, 15-16 Temmuz’da da görüldüğü üzere cesaret ve gönül birliğiyle elde edilen değerlerin muhafaza edilebilmesi şuur, hakkaniyet, gayret, samimiyet, istişare ve ille de basiret ile mümkündür.      

Stratejistlerin En Hayırlısı olan Allah’ın muradına-rızasına uygun işlerde, aksiyonlarda ve karşı hamlelerde bulunabilmek ümidiyle…