Bir taşla vurulan üç beş kuştan biri olmayasın?

Düşünürken ve analiz ederken “feraset”, davet ederken ve anlatırken “hikmet” şart. Başka hiçbir şey olmasa, feraset ve hikmet, toplumları sulha, selamete, kardeşliğe götürür ve acele etmekten kaynaklanan pek çok hatayı önler, bazı kavgaları veya savaşları baştan engeller. Türkiye ve Ortadoğu’da son dönem yaşananlara bir de bu açıdan bakmakta fayda var. Kim, neyi, neden, kiminle yapıyor, kuş kim, taş kimin elinde, tilkiler kimin kafasında?

KİM, neyi, neden, kimle yapıyor? Kuş kim, taş kimin elinde, tilkiler kimin kafasında? Gördüğümüz ne kadar gerçek?!

“Bir taşla iki kuş vurmak” güzel bir deyimdir. Bir çaba ile pek çok sonuç elde edebilmeyi anlatır. Köylü çocuklar bunu iyi bilir. Bir taşla üç beş kuş vurmak için toplu halde bulunan kuşlara sinsice yaklaşırsınız, elinizdeki taşı öyle bir kavis ve açıyla atarsınız ki onlarca kuşa değer, kuşların bir kısmı yaralanır, bazıları da meydana gelen kargaşada birbirine çarparak yere düşer. Taşı atan çocuk, kuşların o halini keyifle izler. Çocuk için oyundur bu.

“Bir taşla iki kuş vurmak” deyimi, hayatımızda karşı karşıya kaldığımız bazı durumları iyi açıklayan bir söz kalıbıdır. Bazı olaylar karşısında “Vay be! Adam bir taşla bir sürü kuş vurdu” dediğimiz olmuştur. Karmaşık durumları analiz ederken de “Bu adam bir taşla iki kuş vurmak istemiş olamaz mı?” diye sorarız.

Bir taşla üç beş kuş vurmak için, toplu halde bulunan ve küçük olan kuşlar gereklidir. Serçeler bu iş için birebirdirler. Serçeler, yerleşim alanı olarak insanlara yakın yaşarlar, göç etmezler, yerleşiktirler. Bizim oralarda serçelere “köy kuşu” denmesi de sanırım bu yönlerinden dolayıdır. Zaten serçelerin metropol kentlerde yaşayabileceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü onları genelde alçaklardan uçarken, yakın tarla ve ağaçlıklarda gördüm. Bu halleriyle şehirde zor yaşarlar.

Köyde evlerin çatılarında, cami bahçesindeki ağaçlarda ve samanlıkların üzerlerinde yüzlerce, hatta binlerce serçe kuşu olurdu. Siyah veya boz renklidirler. Sırt bölgelerinde hoş bir kahverengi ile karın bölgelerinde beyaza yakın gri renkler bulunur.

Karga gibi büyük kuşlar taşla vurulmaz, ancak tüfekle vurulabilir. “Bir fişekle üç beş karga, keklik, güvercin” mümkündür. Bunu da avcılar bilir. Keklik ve güvercin, eti için vurulur. Amcam avcı olduğu için, çocukluk ve gençlik yaşlarımda keklik, dağ güvercini, çulluk, tavşan gibi bazı av hayvanlarının etlerini tatmıştım. Kargaların eti yenmez; onlar tarla, sebze ve meyveleri korumak amacıyla vurulur.

Siyasî, sosyal, ekonomik olaylar da böyledir. Bazı hedeflere veya bir anda birçok amaca ulaşmak için daha ciddi, daha büyük araçlara ihtiyaç duyulur. Çünkü küçük bir taş, büyük bir kuşu öldürmez.

Birbirine değdirmeden kırk tilkiyi kafasında gezdirenler

“Kafasında kırk tilki dolaşmak” da güzel bir deyimdir. İki söz arasında anlam yakınlığı kurarım hep. “Bir taşla pek çok kuş vurmak” ile “kafasında kırk tilki dolaştırmak”, benzer yetenekli insanların işidir. Bu deyimin atasözü versiyonu, “Kafasında kırk tilki dolaşıyor, hiçbirinin kuyruğu diğerine değmiyor” şeklindedir.

“Kırk tilki” denmiş, tavşan değil, inek değil, kurt ya da çakal değil. Çünkü “tilki”, hayvanlar âleminin kurnaz üyesidir. Kurnazlığını kötü işler için kullanan insanlara “Tilkilik yapma!” denir. Dünya üzerinde “tilki” lakaplı meşhur pek çok insan vardır. Tilkilerin bütün derdi de sonuçta tavuktur. Bir çırpıda üç beş tavuk yani… “Tilkinin kırk hikâyesi var, kırkı da tavuk üstüne” sözünü hepimiz biliriz. Tilkinin kurnazlığına dair sanırım pek çok kültürde özlü sözler vardır. Mesela “Jı rovi fenektır tune jı eyarê wi pırtır tune” cümlesi Kürtçedir. Anlamı şöyleymiş: “Tilkiden kurnazı yok, derisinden de çok yoktur.”

“Gerektiğinde aslan postundan çıkıp tilki postuna bürünmesini biliyorum” şeklinde de Napolyon Bonaparte atfedilen bir söz var.

Herkesin derdi, bir hareketle çok sonuç elde etmek. Oyunların çoğunda da benzer mantık var. Çocukların misket oyunu gibi bilardo da öyledir. Tecrübeli bir bilardo oyuncusu, isteka ile topa vururken masadaki topların nasıl yer değiştireceğini, kaç taşın ceplere gireceğini planlayarak atışını yapar. Satranç da öyledir. Satrançta attığınız bir adım, sonraki onlarca hareketi belirler veya etkiler.

“Matruşka bebekler”, her şeyin ilk görünüşteki gibi basit olmadığını anlatan bir oyuncaktır. 1890’larda, ilk olarak Rusya’da bir çocuk eğitim atölyesinde imal edildiğini bildiğimiz Matruşka bebekler, o zaman sadece oyuncak olarak düşünülmüş olsa da düşünce ve siyasî hayatımıza “Matruşka” kavramını hediye etmiş oldu. O zamanlar bir kadın ismi olan Matrioska, şimdi aynı zamanda her anlamda “iç içe geçmiş olma” halini de anlatan bir kelimedir.

Bir çaba ile çok sonuç elde etmek, sadece “kötü” durumlar için değil, iyi haller için de geçerlidir. Tarlasına buğday eken çiftçinin tek amacı un elde etmek değildir. Hasad sonunda saman, buğday, kepek ve tohum elde edilir, ekilmiş tarladan kuşlar, hayvanlar, böcekler nasiplenir ve ekimden harmana kadar pek çok insan, emeğini ortaya koyarak para kazanır.

Sosyal, siyasî ve ekonomik olaylar, hatta günlük pek çok gelişme böyledir. Her şey iç içedir ve ilk anda göründüğü gibi yalın veya basit değildir. Bazen hangi olayı kimin başlattığını, hangi hadisenin kimin zararına veya faydasına olduğunu, bir sözün kaç niyetle söylendiğini, bir taşın neden atıldığını bilmek kolay değildir. Onun için, alnında tecrübe kırışımları olan büyükler ve bilge kişiler, sıra dışı olaylarla karşılaştıkları zaman hemen karar vermezler, “İşin sonunu bir görelim evlat!” derler. Öylesine söylenen bir söz değildir bu. Onlarca yıllık tecrübenin yoğurduğu bir sözdür.

İşin sonunu doğru görmek için, bilgi ve tecrübenin yanı sıra pek çok yetenek gerekir. Sabır, bunlardan biridir. Kasaba kahvesinde haberleri izlerken köylü amcanın ağzından dökülen “İşin sonunu bir görelim evlat!” sözü ile strateji danışmanı veya istihbarat uzmanının “Bir olayın sonuçları kime yaradıysa, olayın arkasında o vardır” sözü hemen hemen aynıdır. Üstelik kahvedeki amcanın sözü daha yalındır.

Tam burada aklıma “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” sözü geldi. Sözün ortaya çıkışına dair üç dört ayrı rivayet var. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan iki hikâyeden biri şöyle: Karamanoğulları Beyliği, Moğollarla sık sık savaş halindedir. Moğollar, Karamanoğulları Beyliği üzerine sefer düzenlerler ve Beylik sınırında gecelerler. Tam bu sırada Karamanoğulları Beyliği askerleri, koyun postlarını üzerlerine giyer ve bazıları boyunlarına çan takarak bir koyun sürüsü havası verirler. Bu şekilde tam teçhizatlı olarak düşman üzerine doğru varırlar. Moğol askerleri, akşam eğlencesinde olup, gelenin gerçek bir koyun sürüsü olduğunu zannederek aldırmazlar. Gelen Karamanoğulları askerleri, ayağa kalkıp postları sıyırarak Moğol askerleri bozguna uğratırlar. Karamaoğulları’ndan canlarını kurtaran Moğollar, memleketlerine vardıkları zaman “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu” demişler.

“Bu işin altından bir Çapanoğlu çıkmasın” sözü de benzer anlamda kullanılan bir sözdür.

İnce bakış, tefrik ve hissediş

Hepimiz biliriz dünya işlerinin çetrefilli ve girift olduğunu. Biliriz de bunca arifliğimize, stratejistliğimize, bilgeliğimize ve tecrübeye rağmen gerginlik içeren sıra dışı olaylarla karşılaştığımızda çoğu kez “tek sebep” üzerinden düşünür, aklımıza ilk gelen kanaate göre taraf olur, o tek sebebe göre plan yapar ve yol almaya çalışırız. Böyle anlarda feraset ve hikmet yönümüz, aceleciliğimizin altında kalır, ezilir. Birilerinin “Bir taşla iki kuş” vurmak istemiş olabileceğini ya da “Kuyruklarını birbirine değdirmeden kırk tilkiyi kafasında gezdiren” birinin planlarıyla karşı karşıya olabileceğimizi aklımıza getirmeyiz.

Kitleleri etkileyen tuhaf olaylar karşısında en çok ihtiyaç duymamız gerekense “feraset” olmalıdır. Feraseti “ince bakış, doğru kavrayış, yanlış-doğruyu tefrik, ileriyi hissediş ve kararlılık” olarak tanımlayabiliriz. Feraset; bilgi, tecrübe, sabır, istişare, samimiyet ve özgür bir zihin ile mümkün olur. Bunları başarabilenin his ve ilhamı kuvvetlenir. Ani gelişen olaylar karşısında atılacak adıma ne geç kalınmalı, ne de acele edilmelidir; etraflıca düşünülmeli, ihtimaller gözden geçirilmeli, hızlı istişare edilmeli ve her kademede karar-eylem kontrolü yapılmalıdır.

Feraset en çok da iletişim çağında gerekli. Çünkü iletişim çağında -bilginin hızlı yayılması anlamına geldiği için- haber ve bilgi üzerinden yapılan manipülasyonların sayısı artıyor ve yöntemleri gelişiyor, hızlanıyor, karmaşık hale geliyor. Malcolm X’in dediği gibi, “Dikkatli olmazsanız gazeteler, mazlumlardan nefret etmenizi, zalimleri ise çok sevmenizi sağlar”.

Bir taşla vurulan üç beş kuştan biri olmayalım. Hele hele vuran hiç olmayalım. Düşünürken ve analiz ederken “feraset”, davet ederken ve anlatırken “hikmet” şart. Başka hiçbir şey olmasa, feraset ve hikmet, toplumları sulha, selamete, kardeşliğe götürür ve acele etmekten kaynaklanan pek çok hatayı önler, bazı kavgaları veya savaşları baştan engeller. Türkiye ve Ortadoğu’da son dönem yaşananlara bir de bu açıdan bakmakta fayda var. Kim, neyi, neden, kiminle yapıyor, kuş kim, taş kimin elinde, tilkiler kimin kafasında?