GENÇ kız evleneli çokça zaman olmamıştı. Henüz evliliğinin
üçüncü ayında annesine geldi. Aslında sevdiği adamla evlenmişti, sevildiğini de
biliyordu, ancak bir şeyler yolunda gitmiyor gibiydi. Ana-kız bu konuyu
tartışmak için dışarı çıkıp tenha bir yer aradılar. Sahilde karar kıldılar.
Konuyu konuşa konuşa akşam ettiler. Bu nedenle herkesin terk ettiği sahilde
oturmaya devam edip günbatımını seyre daldılar.
Anne uzun bir süre sessiz kaldı. Çocuklarına yapabileceği
en güzel iyiliğin onları dinlemek olduğunu biliyordu. Şimdi de dinlemişti. Genç
kız da ilgiyle dinlenildiğinin farkındaydı, bu nedenle anlattıkça anlatmıştı.
Akşamın çöküşüyle sakinleşen sular karanlığı yavaş yavaş yudumlarken, anne
kızına döndü ve "Bak kızım!" dedi nihâyet. Kızının meraklı bakışları
arasında henüz sıcaklığını kaybetmemiş bir avuç kumu avuçladı, “Siz birbirinizi
severek evlendiniz” dedi ve kumu gösterdi: “Elinizde olanın hepsi bu! Aşk, kum
taneleri kadar çok ve şimdilik sıcak…” Genç kız başıyla onayladı: “Evet, çok ve
henüz sıcak...”
Anne devam etti: “Evlenerek aşkınızı avuçladınız. Avuçlarınızda
kalsın istediniz. Arzu ettiniz ki hem çok, hem de sıcak kalsın...” Bu sırada
avuçlarını hafifçe açıp kumları gösterdi: “Şimdilik avuçlarımda ve
tutabiliyorum bunları...” Sonra parmaklarını sıkıca birbirine kapatıp
avucundaki kumlan sıkıştırdı. Bu nedenle kum taneleri parmaklarının arasından
dökülmeye başlayan anne devam etti: “Şimdi aşkla kum tanesi arasında bir
benzerlik daha ortaya çıktı. Aşkı hep aranızda tutmak istiyorsanız, hepsi sıcak
kalsın ve eksilmesin istiyorsanız, birbirinizin kişiliğini yok edecek biçimde
eşine benzemeye ya da eşini kendine benzetmeye kalkma!”
Bu sözlerin ardından bir süre susan anne, daha sonra
ekledi: “Bırakın, aşkı tutan kişilikleriniz olduğu gibi kalsın! Parmaklar
arasındaki mesafe gibi… Kişilikler arasındaki mesafe azaldıkça, aşk
parmaklarınızın arasından kum taneleri gibi dökülüverir. Aşkınız, iki ayrı kişi
olduğunuz sürece çoğalır ve sıcak kalır. Biriniz diğeri adına kimliğini
yitirirse, aşk da sütunlarını kaybetmiş kubbe gibi çöker. Unutma, iki sütun,
birbirinin yanında ancak birbirinden bağımsız olduğu sürece işe yarar! Ağaçlar
da böyledir, yan yana olsalar da biri diğerine gölge etmez…”
Anne son olarak avucunu açtı ve kalan kumu gösterdi
kızına. Yumruğunu sıktıkça dökülen kumlardan geriye sadece bir tutam kalmıştı. Avuçta
kalana baktı ve burun kıvırdı kız, "Bu bize yetmez!" dedi,
"Yetmez!". Kalbindeki taze heyecanla ayağa kalktı, kızıllaşmış ufukta
bir süre gözlerini gezdirdi, tekrar “Yetmez!” diye yineledi ve “Ama yetecek
kadarı avuçlamalıyız” diye mırıldandı. Yeniden umutlanmıştı. Tekrar çöktü
kumlara. Elini olabildiğince açıp alabildiğince kumla doldurdu. “Bu kadar!”
dedi ve yürüdü. Annesi arkasından gülümseyerek baktı.