Bedeni arzudan ruhsal aşkınlığa: Romeo ve Juliet ya da Leyla ile Mecnun

Batı’da kadın cinsel bir objeyken, Doğu’da tahayyüldür. Batı kadını Venüs, Afrodit veya Safo’dur, dahası Katherina’dır. Doğu’da Aslı, Şirin, Leyla’dır… Ete kemiğe bürünmüş Asiye, Rabia’dır…

GENEL bir yargı vardır “Batı akılcı, Doğu duygusaldır” diye... Bu anlamda da doğal ortamla ilk defa karşılaşan bir Batılının o doğal ortamı nasıl değiştirip dönüştüreceği, bir Doğulununsa o doğal ortamda duygulanarak türkü söyleyeceği örneği verilir. Aslında Doğu-Batı ayrımını en güzel tanımlayan eser, hiç kuşkusuz Shakespeare’nin Romeo ve Juliet oyunudur. 

Romeo ve Juliet, hiç kuşkusuz Batı’nın en güzel aşk hikâyelerinden biri olarak kabul edilir. Shakespeare’nin bu oyunundan hareketle Batı akılcılığının ve duygusallığının boyutlarını görmek mümkündür. Hatta Doğu ve Batı’da aşk olgusunun daha iyi anlaşılması için Romeo ve Juliet ve Leyla ile Mecnun’u, Shakespeare ile de Fuzuli’yi karşılaştırmak yeterli olacaktır.

Romeo ve Juliet, iki kavgalı ailenin çocuklarının birbirini sevmesi üzerine kurulmuş ve sonu hazin biten bir aşk hikâyesidir. Hikâye baştan sona akıl oyunlarıyla doludur. Hatta diyebiliriz ki trajik bir aşk hikâyesinde bile Batı aklı, ikinci plana atılamamakta ve aşk ile akıl bir arada verilmeye çalışılmaktadır. 

Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun hikâyesinde ise baştan sona duygu vardır ve en katı yürekleri dahi yumuşatacak duygu yüklü mısralar mevcuttur. 

Romeo ve Juliet, birbirlerini görerek âşık olduktan sonra gizlice kilisede nikâh kıyarlar ve bu nikâha rahip aracı olur. Romeo ve Juliet’in birbirlerini görüp bir anda âşık olmaları, ardından bunu ilişki boyutunda sürdürmeleri, Batı’nın aşka kadın yumurtalığından baktığının bir göstergesidir. Çünkü bir görüşte kadına âşık olmak, sevgi değil, cinsi alakadır. Kadına duyulan cinsel istek ve ardından bu alakayı yatağa götürmek, tamamen tensel bir aşktır. 

Leyla ile Mecnun’da ise, Leyla ile Mecnun, aynı mektepte okuyan iki öğrencidir. Belli bir müddet aynı havayı teneffüs ederler. Romeo ve Juliet’te olduğu gibi bir anlık duygunun eseri değildir aşkları. Hatta hikâyenin başında Leyla ile Mecnun’un aynı gecede doğduğu anlatılır. Leyla, aynı zamanda “gece, geceye ait” demektir. Bu ismin bile aşk ile yakın bir alakası vardır. Çocuklukta başlayan bu masumane aşk, onların ölümlerine kadar sürüp gider. 

Mecnun, ergenlik çağına geldiğinde Leyla’yı babasından istetir. Ama Leyla’nın babası onu Mecnun’a vermez. Leyla ile Mecnun hikâyesinde kadın, “edilgen” konumdadır. Sevilen Leyla, seven ise Mecnun’dur. Romeo ve Juliet oyununda ise aşk “dengeli” verilmiş, kadın da, erkek de “etken” konuma getirilmiştir. Birbirilerini aynı anda görüp aynı anda sevmeleri ve aynı anda yatağa girmekte bir sarkınca görmemeleri, Batı akılcılığının durduğu yeri göstermektedir. 

Mecnun, Leyla’yı delice sever, ona kavuşamaz, onun aşkından çöllere düşer, deli olur, aklı başından gider… Dahası, tamamen duygusunun esiri olur. Leyla’yı babası başka birine verir. O kişi, Leyla’nın başkasını sevdiğini öğrenince Leyla’ya el sürmez -hatta Leyla’nın babasıyla savaştığı söylenir-. 

Doğu’da dua, Batı’da entrika

Romeo Juliet’teki üçüncü kişi Paris, Juliet’i almak için mücadele eder, Romeo ve Juliet’in arasını görecek bir rol üstlenmez, hatta Romeo ile çarpışıp ölür. Leyla’nın evlendiği adamsa ona el sürmeyerek sevdiği adamla evlenmesi için mücadele ederken Doğu erdeminin ve iyilikseverliğinin istisna örneğini sunar. Romeo ve Juliet oyunundaki Paris’e karşılık Leyla’ya el sürmeyen koca Şeyh Nevfel. 

Mecnun, kendisi için Leyla’nın babası ile savaşan Nevfel’e karşı Leyla’nın babası yenilmesin diye dua eder. Çünkü sevgilisinin tarafındadır gönlü. Kendisi için yapılan bir savaşın dahi zaferle sonuçlanmasını istemez. Eğer bir zafer kazanılacaksa, bu, sevgilinin tarafı olmalıdır.

Shakespeare, bu oyununda sevenlerin kavuşması için entrikalar tasarlar. Oyun içinde oyun kurgulayarak, duygusal olan aşk hikâyesini mantıksal bir kurguya kurban eder. Ve bu kurgularının başkahramanı olarak da rahipleri seçer. Rahip, Romeo ve Juliet’in ailelerinden gizli evlenmelerine yardımcı olduğu gibi, onların ölümlerinde rol oynayarak ayrılmalarına da neden olur. Juliet’i uyutmak için verdiği ilaç ile onun hem zina yapmasını örtbas etmiş, hem de evlendirerek güya onları bu günahtan kurtarmıştır. Romeo’nun, sevgilisinin kabrini kazması ve onun başucunda zehir içerek ölmesi, daha sonra Juliet’in de Romeo’nun içtiği bu zehri içmesi, hatta onunla yetinmeyip dudağından öperek ölümüne zemin hazırlaması ise tamamen Batı düşüncesi ve Hıristiyanlığının bir sonucudur. 

Dar “şehir”, sonsuz “çöl”

Shakespeare’nin oyunlarında öpücük, hep masumiyet, ölüm ve ihaneti içinde barındırır ve başlı başına bir kavramdır. İçinde de Hıristiyanlığın derin izlerini barındırmaktadır. Juliet’in, Romeo’nun dudağını öpmesi, ölümü öpücükte araması konusuyla Yahuda’nın İsa’yı öperek ihanet etmesi ve onun çarmıha gerilmesi arasındaki ilgiyi unutmamak gerekir. Romeo ve Juliet’teki öpücük, bir sevgi öpücüğünden daha çok ihanet ve ölüm öpücüğüdür. Zira Juliet, Romeo’ya iki türlü ihanet etmiştir: Birincisi Paris ile evlenmeyi kabul ederek, ikincisi de kendine ölü süsü vererek. Zira Romeo, Juliet’in ölmediğini bilmiş olsaydı kendini öldürmezdi. 

Leyla ile Mecnun’a gelince… Tamamen duyguya dayalı, aşk ve hüznün iç içe geçtiği bir oyundur o. Romeo ve Juliet’in geçtiği mekân şehirdir, Leyla ile Mecnun’da ise “çöl”. Romeo ve Juliet’teki mekân darlığına karşın Leyla ile Mecnun’da sonsuzluk söz konusudur.  

Romeo ve Juliet’in gerek geçtiği mekân, gerekse yaşadığı aşk “beşerî ve sınırlı”dır. Leyla ile Mecnun’da ise sonsuz mekân hissi ve ilahî aşk ile birleşip fenaya ulaşılır. Bu anlamda Batı dünyevî, Doğu ise uhrevîdir. Leyla’nın aşkından çöllere düşen Mecnun’a Leyla’yı getirip “İşte Leyla!”  dediklerinde Mecnun, “Ben gerçek Leylamı buldum” diyerek cevap vermiş ve böylece beşerî aşktan ilahî aşka ulaştığını göstermiştir. Leyla ile Mecnun hikâyesindeki kadın, aşk için bir vasıta, Romeo ve Juliet’te ise amaçtır. Hakikatte, Romeo’nun Juliet’e kavuşmasıyla aşkının son bulması gerekir. Çünkü arzu edilen beden elde edilmiştir. 

Farka bakınca…

Shakespeare ile Fuzuli, aynı çağın insanlarıdırlar. Biri Batı’nın dahi ve bilge şairi, diğeri Doğu’nun. Biri beşerî aşkı yazmış, diğeri ilahî. Biri aşkı kadının bedenine gömmüş, diğeri ruhuna.  Biri kadın güzelliğiyle coşup kendinden geçmiş, diğeri onun güzelliğinden Yaratıcıya ulaşmış. Birinde kadın kutsanmış, diğerinde fahişeleştirilmiş; birinde ölüm ve intihara giden yol olarak sunulan aşk, diğerinde Allah’a giden yol olmuş… Biri şehevî duygularla karanlığın çukuruna gömülmüş, diğeri mistik duygularla acıyı zevke dönüştürmüş. Biri sokakta başlayıp kilisede biten günah dolu bir sevda, diğeri kavurucu çölde pişen yüreklerle yeryüzünde Tanrı’yı aramanın adı. Biri aklı öne alarak aşkı şekillendirme peşinde koşan bir dahi, diğeri aklı dışlayarak sembolleşen bir mecnun çıkarmış veli. Biri karanlık ruhunu aşkla ışıklandırırken mezara gömülen bir şair, diğeri Tanrı’dan başka hiç kimsenin sığmayacağı kalbine Tanrı’yı sığdıran veli. Biri varlıkta aşkı arayan akıllı, diğeri yoklukta varlığı arayan bir deli. Biri gözü gördüğü kadar sevebilen, diğeri görmeden sevebilmeyi öğreten bir âşık. Biri erkeklerin kadınları yükselttiğine inanan Batılı, diğeri kadınların erkekleri yükselttiğine inanan bir Doğulu…

Shakespeare ve Fuzuli, aynı çağın ama farklı uygarlıkların çocukları. Biri inanmış ve kendinden emin bir derviş, diğeri inandığı dini dahi sorgulayan, çift karakterli (homoseksüel) bir asi. Kadınlar yüzünden yaşadığı ihanetler, ona ancak haysiyetsiz karakterler yaratma imkânı vermiş. Bu yüzden her yarattığı kadın karakterinde biraz aşüftelik vardır. Ve her eserinde severken söver kadınlara…

Fuzuli öyle midir? Leyla, sevilen kadınlardan bir kadındır. İsmi gibi geceyi, yani karanlığı, yani hüznü ve sükûneti sembolize eder. Eline erkek eli değmemiştir, gerdeğe kız girer ve kız çıkar. Onu seven Mecnun’a Leyla’dan daha güzel kadınlar getirdiklerinde, Mecnun şöyle der: “Siz onu benim gözümle görmüyorsunuz ki…” Mecnun, aslında Leyla’yı fizik olarak değil, ruh olarak sevdiğini belirtir. Dahası

Leyla çirkin bir kadındır ve onun sevilmesini sağlayan şey güzelliği değil, ruhudur. Bundan dolayı Juliet beden, Leyla ruhtur aşkta… 

Batı’da kadın cinsel bir objeyken, Doğu’da tahayyüldür. Batı kadını Venüs, Afrodit veya Safo’dur, dahası Katherina’dır. Doğu’da Aslı, Şirin, Leyla’dır… Ete kemiğe bürünmüş Asiye, Rabia’dır…