Bayramımız cennet olsun

İnsan olmanın şuuruna ermektir aslında oruçlu olmanın kıymetini anlamak… Kendimizden başka dünyaların da var olduğunun idraki, kardeşi aç yatarken tok olmaktan utanmak, -dünyanın her neresinde olursa olsun- ağlayan ve acı çeken insanlar için gözyaşı akıtmak, ellerini duaya kaldırdığında kendinden önce din kardeşi için Rabbine iltica etmek, kardeşi için eman dilemek, kanayan yaraya merhem, çöl susuzluğuna su, ıstırap dolu yüreklere baharı getirmektir oruçlu olmak…

HAYATIN yoğun temposu ve keşmekeşi içinde soluk alıp yaşayanlar için adeta bir müjde, bir kurtuluş mevsimi olan Üç Aylar, manevi esintileriyle ruhlarımıza huzur, gönüllerimize mutluluk, yüreklerimize dinginlik verir. Bize bolluk ve bereketle gelir, hayatımızı zenginleştirir, her defasında kul olduğumuzu, insan olduğumuzu hatırlatır, bunun yanı sıra içinde barındırdığı zenginlikleriyle -uyanık olabilirsek- kazanacağimız dünyevi ve uhrevi nimetlerin müjdesini de sunar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Receb ayına girince “Allah’ım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır”  diye dua edermiş. Biz ümmet olarak, çoğu zaman bu ayların kıymetini bilemiyoruz. Oysa alıp verdiğimiz her soluk ömrümüzden gidiyor ve yapacağımız en iyi yatırım, ömrümüzün kalan her gününde Rabbimize kul olabilmenin idrakine varmak.

Ne güzel bir nimettir Üç Aylar!.. Bediüzzaman Hazretleri, bu kutlu kamerî aylardan bahsederken, “Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar ve Cuma gecesinde binlere ve Leyle-i Kadir’de otuz bine çıkar” diyor. Daha bundan öte müjde olabilir mi?

Receb ayı ruhumuzu, bedenimizi, aklımızı, yüreğimizi ulvi bir yolculuğa hazırlama ayıdır. İçinde barındırdığı Regaib Kandili ile Bismillah deyip tövbe ederek kul olduğumuzun fehminde, Rabbimize daha bir yakınlaşarak, O’nun (c.c.) affına ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissederek, Miraç’a ulaşarak ve de hamd ederek huzuru ve güveni, alnımızı huşuyla koyduğumuz secdede buluruz.

Şaban, “dağılan, saçılan” manalarına gelir. Bir rivayete göre Gönüllerimiz Tacı Efendimiz (s.a.v.), Şaban ayında Ramazan için pek çok hayır dağıtıldığı için bu aya bu ismin verildiğini ifade ediyor. Şaban ayı içerisinde, yapılan duaların geri çevrilmeyeceği müjdesinin verildiği mübarek Berat Gecesi mevcuttur ki bu gece, ibadet ve istiğfarlarımızla hayatımızı daha nurlu, daha anlamlı ve müjdeli kılabilir.

En kârlı ticaret

Ve Ramazan… On bir ayın sultanı ve ayların en faziletlisi… Zira bu ayda Kur’an nazil olmaya başladı ve ay boyunca oruç tutmak farz kılındı. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bin aydan daha hayırlı olan “Kadir Gecesi” de bütün güzelliğiyle Ramazan-ı Şerif’in gülü hükmündedir. Değerlendirmek ve ömrümüzün en kârlı ticaretini yapabilmek bizim elimizde.

Gönül dünyalarımızı ibadet ve feraizlerle süslemek, bedenimizi oruç gibi mübarek bir nimetle adeta dünyevi kirlerden temizlerken duygularımızı -içinde ebedî bir ömür süreceğimiz- firdevslere hazırlamak, hem yaşadığımız zamanı, hem de uhrevi hayatımızı renklendirip cennet bahçelerinin kokusuyla mest olmamızı sağlamaz mı?

Oruç arınmak, hem bedenen, hem de ruhen dinginliğe kavuşmaktır bir bakıma. Sadece yemek, içmek ve sairden kesilmek değildir oruçlu olmak. Faydasız laftan, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir.

Hoşgörülü, merhametli, yardım severlik yanında saygı ve sevgide güneş gibi olmak, en önemlisi de sabırlı olabilmek ve sabrı tavsiye etmek bizi Rabbimizin katında yüceltmez mi?

Evet, sabırlı olabilmeliyiz. Zira Ramazan-ı Şerîf’in bir adı da “feehru’s-sabır”, yani sabır ayıdır. Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezidir. İmanın yarısı, ferah ve saadetin anahtarıdır. İnsanı cennet nimetlerine kavuşturur.

Oruç nefsimizi terbiye eder. Kötü söz söylerken veya hiddetlendiğimiz zaman oruçlu olduğumuzu hatırlayıp karşımızdakinin gönlünü kırmaktan vazgeçer, “Ben oruçluyum” deyip sükûtu tercih ederiz. İşte kendimize hâkim olmak, aslında nefsimiz için oldukça büyük bir imtihandır.

Oruçlu olmak

İnsan olmanın şuuruna ermektir aslında oruçlu olmanın kıymetini anlamak. Kendimizden başka dünyaların da var olduğunun idraki, kardeşi aç yatarken tok olmaktan utanmak, -dünyanın her neresinde olursa olsun- ağlayan ve acı çeken insanlar için gözyaşı akıtmak, ellerini duaya kaldırdığında kendinden önce din kardeşi için Rabbine iltica etmek, kardeşi için eman dilemek, kanayan yaraya merhem, çöl susuzluğuna su, ıstırap dolu yüreklere baharı getirmektir oruçlu olmak.

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinin sürüne sürüne içimizde  ölmesidir oruçlu olmak; dua ve yakarışların Allah’a (c.c.) arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların yıkanması, yapılan ibadet ve taatlere verilen sevabın katlanması bakımından ne kadar şanslı olduğumuzu anlamaktır. Nefislerimizin hesaba çekilmesi, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede ve nasıl tüketildiğini gözden geçirmek, mahşer günü kurulacak büyük divanın Tek Hâkimi Yüce Allah’ın (c.c.) hakkımızda nasıl bir hüküm vereceğini düşünmek, kısacası Rabbe layık, imanlı birer insan olmak, insan olduğunun farkındalığına varmaktır oruçlu olmak.

Bu arada oruçlu olmakla nefsimizi terbiye ederken bazı soruları da kendimize sormak zorundayız. Rabbimizi seviyoruz, borçlu olduğumuz kulluk vazifemizi  yapıyor muyuz? Hz. Peygamberimizi (s.a.v.)  seviyoruz, O’nun sünnetini, ahlâkını yaşıyor  muyuz? “Kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir” dediğimiz halde emirlerine sarılıp yasaklarından kaçıyor muyuz? Allah’ın (c.c.) nimetlerini hayatımızın her anında kullandığımız halde şükrünü yerine getiriyor muyuz? Cennet haktır, biliyoruz; inandığımız  ve onu arzuladığımız halde ona lâyık mıyız?

Cehennem de hak, malum ve haklı olarak korkuyoruz ama cehenneme sokacak kötülüklerden uzak durabiliyor muyuz? Ölümün hak olduğunda da şüphemiz yok da şu an ölüme hazır mıyız? Kendi ayıplarımızı  düzeltip tevbe etmek varken, onun bunun ayıbıyla neden uğraşıyoruz?

Evet, bütün bunları kendimize sorup bir durum değerlendirmesi yapmak, bu mübarek günlerin ve gecelerin şuuruna varmak, günah lekeleriyle kirlenen dudakları duaya, gönülleri dergâha yöneltmek için verilmiş olan büyük bir fırsattır Ramazan-ı Şerif.

Kadir Gecesi ise, insanların hayat defterine hayırların kaydedilmesine, hataların affedilmesine, sevap kazanmamıza vesile teşkil eden bir nimettir. Ve imanımızla, ibadetlerimizle Rabbimize kul olmanın huzuruna erip bayrama ulaşmak, ruhlarımıza cennet müjdesi olacaktır.

Evet, bayrama erişmek… Orucu farz kılan, ardından ikram ve izzetiyle bayramı bir sevinç günü olarak bizlere ikram eden Rabbimize hamdolsun.

Allah’ın emriyle nefislerimizi  tâlim ve terbiyeye tâbi tutmakla, bayramı huzurlu sevinçlerle yaşamak artık hakkımız. Bayramı ta içimizde yaşayalım çocuklar gibi şen olarak. Ramazan ayının bize kazandırdığı hususiyetlerle büyüklerimize daha da saygılı, sevgili olalım. Evlatlarımıza ömrümüzün her günü örnek teşkil ederek iyi insan olmanın şuurunu öğretelim. Komşumuz, mahalle esnafı, yoldan geçen herhangi biri bizden razı olsun. Muhtaç insanları gözetmek, bize Ramazan ayının hediyesi olsun. İnsanlara canımızı acıtsa da gülümseyerek bakıp muhabbet duyabilelim ve onları Rahman ve Rahim olan Rabbimizin hatırı  için incitmeyelim. Kısacası, yaratılanı Yaratandan ötürü sevelim.

Allah için, Allah namına ve O’nun hesabına olsun sevgimiz. Sevdiğimizi Allah hesabına seversek, sevgide bayramı, bayramda sevgiyi tadarız; içimizden kırgınlık, adâvet ve husumet namına ne varsa silip atarsak bayramlarımızda ebediyetin ve cennetin çığlıklaşan müjdesini hissederiz.

Zaten Âdil-i Hakîm varken, Kahhâr-ı Zülcelal’e inanmışken, husûmetin, kinin, nefretin, dargınlığın, kırgınlığın yeri olmamalı yüreklerimiz. Hoşumuza gitmeyen halleri, sevmediğimiz davranışları, tutarsız gördüğümüz hareketleri, seviyesiz bulduğumuz tutumları kınamayalım, gülüp geçmesini bayramın hatırına başaralım.  Biz bayramımızı yaşayalım; bayramı kendimiz için, evlatlarımız için, dostlarımız için, insanlar için cennet yapalım.

Bayramımız cennet, bayramımız bayram olsun… Ramazan Bayramımız mübarek olsun…