HAYATIN
yoğun temposu ve keşmekeşi içinde soluk alıp yaşayanlar için adeta bir müjde, bir
kurtuluş mevsimi olan Üç Aylar, manevi esintileriyle ruhlarımıza huzur,
gönüllerimize mutluluk, yüreklerimize dinginlik verir. Bize bolluk ve bereketle
gelir, hayatımızı zenginleştirir, her defasında kul olduğumuzu, insan
olduğumuzu hatırlatır, bunun yanı sıra içinde barındırdığı zenginlikleriyle -uyanık
olabilirsek- kazanacağimız dünyevi ve uhrevi nimetlerin müjdesini de sunar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Receb ayına girince
“Allah’ım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” diye dua edermiş. Biz ümmet olarak, çoğu
zaman bu ayların kıymetini bilemiyoruz. Oysa alıp verdiğimiz her soluk
ömrümüzden gidiyor ve yapacağımız en iyi yatırım, ömrümüzün kalan her gününde
Rabbimize kul olabilmenin idrakine varmak.
Ne güzel bir nimettir Üç Aylar!.. Bediüzzaman
Hazretleri, bu kutlu kamerî aylardan bahsederken, “Her hasenenin sevabı başka
vakitte on ise, Receb-i Şerif’te yüzden geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzden
ziyade ve Ramazan-ı Mübarek’te bine çıkar ve Cuma gecesinde binlere ve Leyle-i Kadir’de
otuz bine çıkar” diyor. Daha bundan öte müjde olabilir mi?
Receb ayı ruhumuzu, bedenimizi, aklımızı, yüreğimizi
ulvi bir yolculuğa hazırlama ayıdır. İçinde barındırdığı Regaib Kandili ile
Bismillah deyip tövbe ederek kul olduğumuzun fehminde, Rabbimize daha bir
yakınlaşarak, O’nun (c.c.) affına ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissederek,
Miraç’a ulaşarak ve de hamd ederek huzuru ve güveni, alnımızı huşuyla
koyduğumuz secdede buluruz.
Şaban, “dağılan, saçılan” manalarına gelir. Bir
rivayete göre Gönüllerimiz Tacı Efendimiz (s.a.v.), Şaban ayında Ramazan için
pek çok hayır dağıtıldığı için bu aya bu ismin verildiğini ifade ediyor. Şaban
ayı içerisinde, yapılan duaların geri çevrilmeyeceği müjdesinin verildiği
mübarek Berat Gecesi mevcuttur ki bu gece, ibadet ve istiğfarlarımızla
hayatımızı daha nurlu, daha anlamlı ve müjdeli kılabilir.
En
kârlı ticaret
Ve Ramazan… On bir ayın sultanı ve ayların en
faziletlisi… Zira bu ayda Kur’an nazil olmaya başladı ve ay boyunca oruç tutmak
farz kılındı. Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bin aydan daha hayırlı olan “Kadir
Gecesi” de bütün güzelliğiyle Ramazan-ı Şerif’in gülü hükmündedir.
Değerlendirmek ve ömrümüzün en kârlı ticaretini yapabilmek bizim elimizde.
Gönül dünyalarımızı ibadet ve feraizlerle süslemek, bedenimizi
oruç gibi mübarek bir nimetle adeta dünyevi kirlerden temizlerken duygularımızı
-içinde ebedî bir ömür süreceğimiz- firdevslere hazırlamak, hem yaşadığımız
zamanı, hem de uhrevi hayatımızı renklendirip cennet bahçelerinin kokusuyla
mest olmamızı sağlamaz mı?
Oruç arınmak, hem bedenen, hem de ruhen dinginliğe
kavuşmaktır bir bakıma. Sadece yemek, içmek ve sairden kesilmek değildir oruçlu
olmak. Faydasız laftan, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan)
ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir.
Hoşgörülü, merhametli, yardım severlik yanında saygı
ve sevgide güneş gibi olmak, en önemlisi de sabırlı olabilmek ve sabrı tavsiye
etmek bizi Rabbimizin katında yüceltmez mi?
Evet, sabırlı olabilmeliyiz. Zira Ramazan-ı Şerîf’in
bir adı da “feehru’s-sabır”, yani sabır ayıdır. Sabır, güzel ahlâkın ağırlık
merkezidir. İmanın yarısı, ferah ve saadetin anahtarıdır. İnsanı cennet
nimetlerine kavuşturur.
Oruç nefsimizi terbiye eder. Kötü söz söylerken veya
hiddetlendiğimiz zaman oruçlu olduğumuzu hatırlayıp karşımızdakinin gönlünü
kırmaktan vazgeçer, “Ben oruçluyum” deyip sükûtu tercih ederiz. İşte kendimize
hâkim olmak, aslında nefsimiz için oldukça büyük bir imtihandır.
Oruçlu
olmak
İnsan olmanın şuuruna ermektir aslında oruçlu
olmanın kıymetini anlamak. Kendimizden başka dünyaların da var olduğunun idraki,
kardeşi aç yatarken tok olmaktan utanmak, -dünyanın her neresinde olursa olsun-
ağlayan ve acı çeken insanlar için gözyaşı akıtmak, ellerini duaya
kaldırdığında kendinden önce din kardeşi için Rabbine iltica etmek, kardeşi
için eman dilemek, kanayan yaraya merhem, çöl susuzluğuna su, ıstırap dolu
yüreklere baharı getirmektir oruçlu olmak.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” zihniyetinin
sürüne sürüne içimizde ölmesidir oruçlu
olmak; dua ve yakarışların Allah’a (c.c.) arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla
günahların yıkanması, yapılan ibadet ve taatlere verilen sevabın katlanması
bakımından ne kadar şanslı olduğumuzu anlamaktır. Nefislerimizin hesaba
çekilmesi, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede ve nasıl tüketildiğini gözden
geçirmek, mahşer günü kurulacak büyük divanın Tek Hâkimi Yüce Allah’ın (c.c.)
hakkımızda nasıl bir hüküm vereceğini düşünmek, kısacası Rabbe layık, imanlı
birer insan olmak, insan olduğunun farkındalığına varmaktır oruçlu olmak.
Bu arada oruçlu olmakla nefsimizi terbiye ederken
bazı soruları da kendimize sormak zorundayız. Rabbimizi seviyoruz, borçlu
olduğumuz kulluk vazifemizi yapıyor
muyuz? Hz. Peygamberimizi (s.a.v.)
seviyoruz, O’nun sünnetini, ahlâkını yaşıyor muyuz? “Kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir”
dediğimiz halde emirlerine sarılıp yasaklarından kaçıyor muyuz? Allah’ın (c.c.)
nimetlerini hayatımızın her anında kullandığımız halde şükrünü yerine getiriyor
muyuz? Cennet haktır, biliyoruz; inandığımız
ve onu arzuladığımız halde ona lâyık mıyız?
Cehennem de hak, malum ve haklı olarak korkuyoruz ama
cehenneme sokacak kötülüklerden uzak durabiliyor muyuz? Ölümün hak olduğunda da
şüphemiz yok da şu an ölüme hazır mıyız? Kendi ayıplarımızı düzeltip tevbe etmek varken, onun bunun
ayıbıyla neden uğraşıyoruz?
Evet, bütün bunları kendimize sorup bir durum
değerlendirmesi yapmak, bu mübarek günlerin ve gecelerin şuuruna varmak, günah lekeleriyle
kirlenen dudakları duaya, gönülleri dergâha yöneltmek için verilmiş olan büyük
bir fırsattır Ramazan-ı Şerif.
Kadir Gecesi ise, insanların hayat defterine
hayırların kaydedilmesine, hataların affedilmesine, sevap kazanmamıza vesile
teşkil eden bir nimettir. Ve imanımızla, ibadetlerimizle Rabbimize kul olmanın
huzuruna erip bayrama ulaşmak, ruhlarımıza cennet müjdesi olacaktır.
Evet, bayrama erişmek… Orucu farz kılan, ardından
ikram ve izzetiyle bayramı bir sevinç günü olarak bizlere ikram eden Rabbimize hamdolsun.
Allah’ın emriyle nefislerimizi tâlim ve terbiyeye tâbi tutmakla, bayramı
huzurlu sevinçlerle yaşamak artık hakkımız. Bayramı ta içimizde yaşayalım
çocuklar gibi şen olarak. Ramazan ayının bize kazandırdığı hususiyetlerle
büyüklerimize daha da saygılı, sevgili olalım. Evlatlarımıza ömrümüzün her günü
örnek teşkil ederek iyi insan olmanın şuurunu öğretelim. Komşumuz, mahalle
esnafı, yoldan geçen herhangi biri bizden razı olsun. Muhtaç insanları gözetmek,
bize Ramazan ayının hediyesi olsun. İnsanlara canımızı acıtsa da gülümseyerek
bakıp muhabbet duyabilelim ve onları Rahman ve Rahim olan Rabbimizin hatırı için incitmeyelim. Kısacası, yaratılanı
Yaratandan ötürü sevelim.
Allah için, Allah namına ve O’nun hesabına olsun
sevgimiz. Sevdiğimizi Allah hesabına seversek, sevgide bayramı, bayramda
sevgiyi tadarız; içimizden kırgınlık, adâvet ve husumet namına ne varsa silip atarsak
bayramlarımızda ebediyetin ve cennetin çığlıklaşan müjdesini hissederiz.
Zaten Âdil-i Hakîm varken, Kahhâr-ı Zülcelal’e
inanmışken, husûmetin, kinin, nefretin, dargınlığın, kırgınlığın yeri olmamalı yüreklerimiz.
Hoşumuza gitmeyen halleri, sevmediğimiz davranışları, tutarsız gördüğümüz
hareketleri, seviyesiz bulduğumuz tutumları kınamayalım, gülüp geçmesini
bayramın hatırına başaralım. Biz
bayramımızı yaşayalım; bayramı kendimiz için, evlatlarımız için, dostlarımız
için, insanlar için cennet yapalım.
Bayramımız cennet, bayramımız bayram olsun… Ramazan Bayramımız mübarek olsun…