“Başımda dost sevdası var, dahi sevda neme gerek”

“N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm?/ Derd u gam ile doldu bu gönlüm./ Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm;/ Yanmada derman buldu bu gönlüm…”

YANKILANIR ismin beş vakit semada./ Senden sonra her ezan salâdır bana./ Olursam yolunda mağdur, zafer benim./ Gafletimdir düşmanım, sensiz zulümlerdeyim.*

“Aşkın aldı benden beni,/ Bana seni gerek seni./ Ben yanarım dün ü günü,/ Bana seni gerek seni./ Ne varlığa sevinirim,/ Ne yokluğa yerinirim./ Aşkın ile avunurum./ Bana seni gerek seni” diyen Yunus Emre, “Kul oldum, kul oldum/ Ben, Sana hizmette iki büklüm oldum/ Kullar azad olunca şad olur,/ Ben, sana kul olduğumdan dolayı şad oldum” diyen Mevlana, “N'oldu bu gönlüm, n'oldu bu gönlüm?/ Derd u gam ile doldu bu gönlüm./ Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm;/ Yanmada derman buldu bu gönlüm” diyen Hacı Bayram-ı Velî, “Aşkın odu ciğerimi/ Yaka geldi, yaka gider./ Garip başım bu sevdayı/ Çeke geldi, çeke gider./ Bülbül eder zar ü efgân,/ Aşk oduna yandı bu can,/ Benim gönülcüğüm hemen/ Hak'tan geldi, Hakk'a gider” diyen Eşrefoğlu Rumi’nin gönüllerindeki aşk hep aynı değil midir?

“Dille zikir, gönülle tasdik”, bu Allah dostlarının dizelerinde dillenmiştir. Hakikî âşık, aşk ile beka bulmuştur.

Vücut O’dur, mevcut O

Allah birdir ve mucid-i mutlaktır. Tek kudret ve hüküm sahibi, vahdetin merkezi, sütunsuz kubbenin, kâinatın ve bütün yaratılmışların sahibi, Malikü’l-Mülk’tür. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, “Her şey O’dur” demektedir. O, her şeye muktedirdir. Allah’ın kudreti ve hikmeti karşısında insanoğlu acizdir. Vücut O’dur, mevcut O... Bu sır, ancak “men arefe”nin sırrına mazhar olana aittir. Kendini bilen, ancak Allah’ı bilir. Ayette “Müminlerin Allah’a olan muhabbetleri, her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir” (Bakara, 165) denmektedir.

Mecalis-i Saba’da İbrahim Ethem, “Bir zindanda kalmışım ki çıkmaya kuvvetim yoktu. Âdil bir kadı gördümse de dava için hüccetim yoktu. Kulağıma şöyle bir seda geldi: ‘Ebedi mülk arıyorsan işe giriş, canana kavuşmak istiyorsan terk-i can et… Mün’im arıyorsan âşık, nimet istiyorsan, köle ol. Süleyman’dan Belkıs’ın mektubunu teslim almak istersen Hûdhûd, Yusuf’tan Yakub’a vuslat haberi götürmek istersen rüzgâr ol…” der.

Mevlana, “Aşk geldi. Damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdu. Bedenimin bütün cüzlerini sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O”  der ve şöyle devam eder: “Cesedi yakmadan ilahî aşk ve muhabbet lezzetlerine vasıl olmak mümkün değildir.” 

İlâhî aşk ve kul olmanın lezzeti, size doyulmaz hazlar verir. Dilinizin ve gönlünüzün imanı ve ikrarı, size her daim mükâfat olarak döner. Eşrefoğlu, bu yüce sultanı ve verdiği mükâfatı söyle anlatır: “Ol sultandır, ben ona kul her dem, yeni yeni nüzul./ Andandır bu cümle usul, andandır her bahşişimiz.” Allah’a olan sevgi ve incitmekten korkmak, ahirete olan özlemi, aşkı, iştiyakı arttıran, körükleyen bir sevgidir ve bu kullar her daim kârdadır.

Mevlana, Mesnevi’sinde “Biz ney gibiyiz. Bizdeki ses sendendir. Biz dağ gibiyiz, bizdeki yankı sendendir. Ey bizim canımıza can olan Rabbim! Biz kim oluyoruz da sana karşı ‘Biziz’ diye ortaya çıkalım? Aslında bizler de, bizim varlığımız da birer yoktan ibarettir. Allah’ım! Faniyi varmış gibi gösteren gerçek varlık Sen’den ibarettir” demektedir.


Tahammülü arttıran sevda

Bu büyük sevda, kavuşma gününün arzu ve iştiyakı ile büyür de büyür. Âlemlerin Rabbine kulluk, kitab-ı kebir’de, levh-i mahfuz’da, elest bezminde verdiğimiz söz üzeredir. Bu sevda, ruhlar âlemindeki imanımızın ve ikrarımızın üzerinedir. Bu öyle büyük bir aşktır ki kalpleri temizler. Yüreğinizi yıkar, arıtır. Benliği öldürür, teslimiyeti sağlar. Dünyanın kahrı gönlünüzde de, gözünüzde de küçülür. Sabrınız, tahammülünüz artar.

Siz bu aşkla beklersiniz ve istersiniz ki bütün afakı “Lebbeyk ya kulum!” sözü sarsın. Bilmemiz gereken şudur: Biz, Allahu Teâlâ’yı her andığımızda, O’ndan her zaman “Lebbeyk ya kulum!” karşılığını alırız. Allah’a olan sevgimiz asla karşılıksız kalmaz. “Allah onları sever, onlar da Allah’ı.” (Maide, 54)

Peygamber Efendimiz kutsi bir hadiste şöyle buyurdular: "Allahu Teâlâ dedi ki, ‘Kullarım beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim. Kulum tenha bir yerde beni zikrederse, ben de onu kendi zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, ben de onun bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona doğru koşarım, yani isteklerine süratle icabet ederim."

Sevmek “inanmak”tır

Bir başka hadiste ise "Amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en makbulünü ve derecelerinizi en çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli, düşman karşısında ölmekten ya da öldürülmekten daha hayırlısını size bildireyim mi? Daima Allah’ı zikretmek" buyurulmaktadır.

Ceza ve mükâfat kardeştirler. Yaptığımız işlerin mesuliyeti kendimize aittir, sonuçlarına da katlanmamız gerekir. Allahu Teâlâ, “Kim beni anmaktan yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz, onu kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz” (Tâhâ, 124) ve “Kâfirler topluluğundan başkası, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez” (Yûsuf, 87) şeklindeki ayetlerle bizleri ikaz etmektedir. Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: “Cenab-ı Hak’tan ümit kesmeyen günahkâr, Allah’tan ümit kesen abidden Rabbine daha yakındır.”

Sahibü’l-Mülk, kullarına Kur’an-ı Kerim’de “lâ taknetû” (Ümidi kesmeyiniz-Zümer, 53) diye seslenmiyor mu? Şüphesiz ki ümit, hayatın her safhasında, insanın en büyük sermayesidir. Mutlak Hâkim, affedendir, lütfedendir, cömerttir.

Sevmek “inanmak”tır, bir olmaktır, sabırdır, zenginliktir, paylaşmaktır, huzurdur, Leyla ile Mecnun olmaktır. Dualarımız, hadis-i şerifte buyurulduğu gibidir: “Ya Rab! Bana sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine kavuşturacak işlerin sevgisini nasip et ve senin sevgini benim için (susuzluktan yananın arzuladığı) soğuk sudan daha kıymetli kıl.”

 

Metin başlığında alıntılanan şiir, Eşrefoğlu Rûmî’ye aittir.

*H. C. Turan’a aittir.