HİCRÎ takvim üzerinden
sene-i devriyeleri dikkate alınca, Aralık ayının Hazreti Hasan Efendimizi yâd
etmek için vesile sunduğunu görüyoruz. Evet, bu yıl, 10 Aralık Perşembe günü,
Safer ayının 28’ine tekabül ediyor. Yani Hazreti Hasan Efendimizin şehadet
yıldönümüne…
Bir
önceki ayda, Muharrem’in 10’uncu günü Hazreti Hüseyin Efendimizin şehadetini
yâd eden vefa ehli gönüllerin 28 Safer’e duyarsız ve duygusuz kalabilmesi
düşünülemez elbette. Aklın ve kalbin sesi her ne kadar bunu vazetse dahi yaşam
pratiğimiz aksini söylemekte.
Evet,
kendimizle yüzleştikçe mahcubiyet ve teessüf içerisinde itiraf ediyoruz. Nebî
Ciğerpâresi İmam Hüseyin’e (Allah sırrını aziz eylesin) duyduğumuz mütevazı
hürmetin ve vefanın zerresini dahi İmam Hasan’a (Allah sırrını aziz eylesin)
göstermiyoruz. Bunun en açık delillerinden biridir belki de, Aşura Günü’ne dair
iyi kötü algı sahibi olan toplumumuz, 28 Safer’i belki de hiç duymamış ve yâd
etmemiştir. Kerbelâ için programlar yapan TV kanalları dahi İmam Hasan’ın
şehadetini zikretmez ve saire ve saire…
Ansiklopedik
bilgileri kitap sayfalarında bırakmak kaydıyla Hazreti Hasan Efendimizle
beliren hikmeti ve güzelliği bahis konusu edersek, görüyoruz ki O, “Sulhun
İmamı”dır; Aynıyla Hazreti Hüseyin’in “Islahın İmamı” oluşu gibi…
İki
Seçkin Güzellik’ten ilkini “sulh”, ikincisini “ıslah” üzerinden
değerlendirmemizin öncelikli sebebi, her ikisinin de toplumsal ve kamusal
hayata vurdukları mühürle ilgili. Kerbelâ kıyamının ıslah ve ihya içerikli bir
hareket oluşu, bizatihi İmam Hüseyin’in kendi beyanıdır hakeza. Yine tarih
şahittir ki, İmam Hasan kendi ismiyle anılan musalaha, yani barış projesinin
banisidir. Üstelik onunla beliren barış, Müslüman olma iddiasındaki iki
toplumun sulhunu vazeder. Öyle ki, tüm Siyer-i Nebî’yi didik didik etsek dahi
Peygamber Efendimiz’in (sav) uygulama ve söylemlerinde böylesi bir barış konsepti
gözlemleyemiyoruz. Zira Âlemlere Rahmet Efendimiz’in sağlık günlerinde Müslümanlar
arasında iki ayrı İslam anlayışı-geleneği veya önderlik bulunmamıştı. Haliyle
de “Müslümanların iç barışı” ile ilgili düzenlemeler Nebî (sav) eliyle
yapılmadı.
Nitekim
Peygamber Efendimiz (sav), Hicret sonrası Medine’deki tüm tarafları aynı sulh
projesinde buluşturup Medine Vesikası’nı kaleme almıştı. Şehirde meskûn üç
Yahudi kabile, iki Müslüman Arap kabile, az sayıda müşrik ve Hıristiyan ile
Mekkeli muhacirlerin taraf olduğu bu sulh konsepti, günümüz algısıyla aynı
beldede/medeniyette bir aradalığın hukukuydu şüphesiz. Batı demokrasi tarihinin
önemli bir miladı olan ama sadece Kral, Kilise ve aristokratların taraf olduğu
Magna Carta’dan 6 asır evvel imza edilen ve yürürlüğe giren bu vesika,
toplumsal sözleşmeler tarihi açısından birçok ilkler ve devrimler içermekte.
Peygamber
Efendimiz’in (sav) Bedir, Uhud ve Hendek Savaşlarından sonra Mekkeli müşrikler
ile akdettiği Hudeybiye Antlaşması’nın genel ruhu ise Müslim ve gayrimüslim iki
toplum ve devletin komşuluk hukukunu düzenlemişti. Nitekim ilk barış konsepti Müslüman
zihin-gönül dünyası için bir vatandaşlık bilgisi veya anayasa hukukuna esin
kaynağı iken, ikinci konsept ile “Türkiye-AB” ve/veya “Ortadoğu-Batı”
ilişkileri düzenlenebilecek durumda.
İncidir
İnci’deki…
İşte
bu Nebevî barışlar halkasına eklemlenen son zincir, İmam Hasan Musalahası’dır
ve Müslümanların özlediği iç barışın ilkelerini vazeder. Özellikle ilk beş altı
madde, günümüz Ortadoğu’su ve Türkiye’sinin yana yakıla aradığı sulh konsepti
için temel tavırları ve yaklaşımları sunar. Elbette hastalığının farkında olan
ve buna dair eczanın hangi hekimde bulunduğunu bilenler için…
Hakeza
“Aklın yolu birdir” deriz; sular kesikken elektrik idaresine dilekçe veremeyeceğimiz
veya başımız ağrırken mide doktoruna müracaat edemeyeceğiz gibi, “iç barışı”
ararken de yöneleceğimiz adres bellidir: Sulhun İmamı Hazreti Hasan Efendimiz…
Evet,
Peygamber Efendimiz (sav) bir gün ashabına sormuştu “Akıl insan suretine
bürünse kim olarak görünürdü?” diye. Sonrasında yanına torunu Hazreti Hasan’ı
çağırdı ve “İyi bakın!” buyurdu, “Akıl insan suretine bürünseydi, Oğlum Hasan
olarak görünürdü”.
Şüphesiz
aklın yolu birdir. Bir olan o yolun nihayetinde Muhammedî Belde’ye ulaşılacaksa,
o beldenin, akıl şehrinin kapısında Hazreti Hasan Efendimiz bulunur. Nitekim
Sulhun ve Aklın İmamı, ilerleyen yıllarda Dedeciği’nin (sav) sünnetince “Aklın
birinci alameti nedir, bilir misiniz?” şeklinde soruvermiş ve cevabı yine
kendisi lütfetmişti: “Aklın ilk alameti, insanların arasını bulacak yolu
göstermektir.” Buna, istersek günümüz tabiriyle “hedef açılıma uygun strateji
ve araçları ortaya koymak” da diyebiliriz.
Yine
İmam Hasan’dan dinleyince öğreniyoruz ki, gurur veya kibir illeti, aklın ibret
almasının önündeki en büyük engel imiş. Çuvaldızı kendimize batırınca yine
anlıyoruz ki barış, ancak ve ancak “Vahyin İndiği Ev”den öğrenilirmiş. Hele de
bahse konu barış, Müslümanların iç hukukuna dairse, Sulhun Muallimi İmam
Hasan’dır. Gurura ve kibre kapılıp “Fakat 13 asır evvelinde yaşanmış ve
bedevilikten medeniliğe henüz geçilmekte olan bir dönemin insanlarından mı iç
barış öğreneceğiz?” diyen olursa, onları laikçilikle suçlamaya hazırız
şüphesiz. Peki, buna rağmen “iç barış”ın rol modelini inceleyip kendimize ve
günümüze aktarabilmiş bir entelektüel çalışmamız var mı? Dahası, böylesi
işlenmemiş bir hazinenin varlığından haberdar mıyız?
Malumdur,
eskiler çözüm üretebilen şahsiyetlere “akil adam” derlerdi. Yakın mazimizde
bizler de birçok akil adamla tanıştık. Ama ne hikmettir, Aklın ve Sulhun İmamı’nı
akillerimizin dilinden dahi işitemedik.
Evet,
başta Peygamber Efendimiz (sav) ve O’nun yakınları, dostları olmak üzere hemen
her irfanî atamızı “nostaljik saygı nesneleri” olarak bir kenarda, hem de
bizden epeyce uzak olan bir kenarda bekletmeye devam ediyor, onları
güncel-aktif rol modeller, yinelenip tekrarlanacak prototipler olarak
değerlendirmiyoruz. Oysa Kerim Kitap onlar için “Usve-i Hasane” demekte.
Meallerimiz bu tabiri “En Güzel Örnek” olarak Türkçeleştiriyor. Hakeza “usve”
tipi, örneklik taklit ve teşbih misali örneklikten farklıdır. Öyle ki, usveyi
açığa çıkaran, “teessi” fiilinde, “bir işi, onu yapanın muradına uygun şekilde
yinelemek” önemlidir. Yani sureten ve sîreten tekrar ederek onu yeniden üretilebilir
kabul etmek…
Muhammedî
şuur ve ahlakı arayan, buna giden tavırları/stratejileri Muhammedî idraklerde
arayabilen akleden kalpler hissedeceklerdir ki, iç barış ve buna uzanan akıl
Hasanî’dir. Hekim bellidir. Hastanın haliyse malumdur. Umulur ki, hasta
hekimini tanır ve ona müracaat eder. Belki de bu yılki 28 Safer’i vesile edinir,
kim bilir…
Allah’ın
selamı, doğduğu gün, şehit edildiği gün ve hesap için yeniden diriltileceği gün
İmam Hasan’ın ve onu sevenlerin üzerine olsun…