AŞKI
besleyen yegâne unsur, güzelliktir. Güzel olan, aynı zamanda iyi olandır.
Dolayısıyla güzellikle iyilik iç içedir. Güzelliğin insan ruhunu etkileyen
güçlü bir yanı vardır. Kadın veya erkek, her ikisi de güzellik karşısında
etkilenir. Güzelliğin aşkla olan ilişkisi, sanatın estetik olanla ilişkisi
gibidir. Aşkı da, sanatı da besleyen duygular, ilhamlarını güzellikten alırlar.
Sanat insanı inceltip güzelleştirdiği gibi, güzellik de insanı âşık eder,
inceltip güzelleştirir. Her ne kadar aşkı hastalıklı bir duygu olarak
yansıtsalar da bu hastalık, insan ruhunda oluşturduğu aşırı incelik ve
hassasiyetten kaynaklanır.
Romanlarımızın âşık
kahramanları genellikle verem hastalığına yakalanıp trajik bir şekilde ölürler.
Veremi aşkın bir sonucu olarak gördüklerinden, adına “ince hastalık”
demişlerdir. Toplum her zaman duygunun aşırısını hastalık gördüğünden, aşkı da bir
hastalık olarak algılamıştır. Seven kişi, güzellik karşısında sarsılan, yüreği
yanan, yumuşayan ve hassaslaşandır.
Güzelliğin doruk noktası
kadındır. Yeryüzünde bir erkeği kadın güzelliği kadar etkileyen ve sarsan başka
bir varlık yoktur. Tanrı’nın Cemal sıfatının kadın, Celal sıfatının da erkekte
yansıdığı söylenir. Gerçekten de kadının güzelliği Cemal sıfatının, erkek
sertliği ise Celal sıfatının bir yansımasıdır. Erkeği kadın karşısında diz
çöktüren, işte bu Cemal sıfatıdır!
Kadın cemaliyle, erkek
celaliyle güçlüdür. En büyük kralların güzel kadınlar önünde kaybedişi bu
yüzdendir. Erkek bir kadına âşık olduğu zaman kendini kaybeder ve her şeyin
merkezine kadını koyar. Bu anlamda aşk, insan için iflah olunmaz bir duygu, bir
nevi akıl tutulmasıdır.
Kadın güzelliğinin aşkı
tetikleyici bir unsur olduğundan, aşk duygusu üzerinde mi, yoksa o aşkı meydana
getiren en güçlü etken olan güzellik üzerinde mi durulması gerektiği henüz
açıklanabilmiş değil. Güzellik, her ne kadar göreceli bir kavram olsa da aşkın
oluşmasında yegâne unsurdur. Bu bağlamda “Aşk mı önce gelir, yoksa güzellik mi?”
diye bir soru sorulduğunda, bunun karşılığı olarak, “güzelliğin kadında
teşekkül ettiği ve aşkın ancak kadınla anlam bulabileceği” gerçeği ortaya çıkar.
Güzeli düşündükçe…
Özelikle güzellik olgusu
üzerinde duran ve güzelliği şartlı bir düzleme çeken ünlü filozof Friedrich
Nietzsche şöyle der:
“Hiçbir şey bizim güzellik duygumuzdan daha koşullu, yani daha sınırlı
değildir. Bu duyguyu, insanın insandan duyduğu hazdan bağımsız olarak düşünmek
isteyen, ayaklarının altındaki zemini yitirir hemen. Kendinde güzel bir laftır
yalnızca, bir kavram bile değil. Güzellikte, insan mükemmellik ölçütü olarak
kendini koyar; seçilmiş örneklerde kendine tapar. Bir tür, bundan başka hiçbir
biçimde yalnızca kendine ‘Evet!’ diyemez. En alttaki içgüdüsü, kendini koruma
ve kendini çoğaltma içgüdüsü böyle yöntemlerde bile pırıldamaktadır. İnsan
dünyanın güzellikle dolup taştığına inanıyor, bunun nedeninin kendisi olduğunu
unutuyor. Yalnızca kendisiydi dünyaya güzelliği armağan eden, ah! Yalnızca çok
insanca, pek insanca bir güzelliği…
Aslında insan kendini nesnelerde yansıtıyor, ona kendi
imgesini geri yansıtan her şeyi güzel kabul ediyor. Güzel yargısı, onun türünün
kibirliliğidir… Elbette şüphecinin kulağına küçük bir kuşku şöyle
fısıldayabilir: İnsanın onu güzel kabul etmesiyle dünya gerçekten
güzelleştirilmiş midir? Dünyayı insanlaştırdı o, hepsi bu! Oysa bize güzelin
modelinin insan olduğunu güvenceleyen bir şey yoktur, hiçbir şey. Daha üstün
bir beğeni yargıcının gözünde nasıl göründüğünü kim bilebilir?”[i]
Peki, kadın güzelliğinin bu
denli etkileyici olmasının sırrı nedir? Bu konuda yine Nietzsche’ye başvurmak
gerekiyor. Nietzsche, çirkinlik üzerinden güzelliği okuyarak yaptığı
tanımlamada, güzel olanın sadece insan olacağını söyler:
“Hiçbir şey güzel değildir, yalnızca insan güzeldir. Her
estetik bu naifliğe dayanır; onların birinci hakikatidir bu. Derhal ikincisini
ekleyelim buna: Hiçbir şey, yozlaşmış insandan daha çirkin değildir -estetik
yargı alanını böylece belirlemiş oluyoruz-. Fizyolojik olarak düşünüldüğünde,
çirkin olan her şey insanı zayıflatır ve kederlendirir, çürümeyi, tehlikeyi,
güçsüzlüğü anımsatır ona, gerçekten güç kaybettirir bu sırada. Çirkin olanın
etkisi dinamometre ile ölçülebilir. İnsanın morali ne zaman bozulsa, yakınlarda
çirkin bir şey bulunduğunun kokusunu almıştır. Güç duygusu, güç istenci,
yürekliliği, cesareti çirkinle azalır, güzelle artar. Her iki durumda da bir
sonuca varırız: Bunun ölçüleri içgüdüde bol miktarda birikmiştir. Çirkin olan,
dejenerasyonun bir işareti ve belirtisi olarak anlaşılır; en uzaktan bile
dejenerasyonu anımsatan, bizde çirkin yargısını doğurur.
Her tür tükenmişlik, ağırlık, yaşlılık, yorgunluk
belirtisi, her türlü özgürsüzlük sancı ve felç olarak, özellikle de çözülmenin,
çürümenin kokusu, rengi, biçimi, simgesel denecek kadar seyrelmiş olsa bile,
tüm bunlar aynı reaksiyonu, çirkin değer yargısını doğurur, bir nefret çıkar
ortaya. Kimden nefret ediyordur burada insan? Hiç kuşku yok ki buna, kendi
tipinin çöküşünden… Türün en derindeki içgüdüsüyle nefret ediyordur; bu
nefrette ürperti, özen, derinlik, uzağı görüş vardır, nefretin en derinden
gelenidir.”[ii]
Güzel olan her şey, güzelle
güzel
Güzellik ile çirkinliğin
felsefesini yapan Nietzsche, güzelliğin karşısındaki çirkinliği insanın
çöküşüne bağlayarak güzelliliği öne çıkarıyor. Güzellik, tıpkı musiki gibi
ruhun gıdasıdır. Güzelliğin etkileyici olmasının ardında, insan ruhunu kuşatan
böyle güçlü bir istek vardır. Cazibe kadına hasredilmiştir ve her kadın,
cazibesiyle erkeği kendine çeker. Kadının bu çekim gücünün büyüklüğü de
güzelliğiyle orantılıdır. Bütün şarkılar güzel için yazılmıştır, bütün şairler
güzel karşısında ilhamla dolmuştur. Heykeltıraşlar ve mimarlar da güzelliği ortaya
koymak için çırpınmışlardır. Güzellik, aşkın kendisidir.
Güzellik, hayatın devamı ve
neslin sürebilmesi için Yaratıcı tarafından insana verilmiş en büyük ödüldür.
Tanrı kadına güzellik ve cazibeyi birlikte vermiş ve erkeği de o güzellik ve
cazibenin esiri yapmıştır. Örneğin erkeklere genellikle yakışıklı denir ama
güzel denmez, çünkü erkek güzelliğinde cazibe yoktur. Yakışıklı, daha çok
gösterişli erkekler için kullanılır. “Güzel”, sözlükte “iyi, hoş, okşayıcı,
aldatıcı, kandırıcı, pekiyi, doğru, hoşa giden, hayranlık uyandıran, beğenilen,
güzel kız veya kadın” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu denli çok anlamı olan ve bütün bu
anlamlarla erkeği kuşatan güzellik, aşkın en büyük nedenidir. Bu bağlamda Schopenhauer’in güzelliğe yaklaşımını eleştiren
Nietzsche, konuya açıklık getirirken şunları söyler:
“Schopenhauer
güzellikten melankolik bir hararetle söz ediyor, neden ola ki? Çünkü güzelliği,
üzerinden daha öteye varılan ya da daha öteye varma arzusu duyulan bir köprü
olarak görüyor. Güzellik, onun gözünde istençten bir anlığına kurtuluştur, daima
kurtuluşa cezbeder. Schopenhauer, güzelliği ‘istencin odak noktasından’,
cinsellikten kurtardığı için över, güzellikte döllenme dürtüsünün
olumsuzlandığını görür. İlahi adam! Sana karşı çıkan biri var korkarım, doğadır
o! Doğada senin, sesin, rengin, kokun, ritmik devinimin güzelliği niye vardır?
Güzelliği açığa çıkartan nedir? Ne mutlu ki bir filozof da karşı çıkıyor ona.
Hiç de zayıf bir otorite değil bu, tanrısal Platon (Schopenhauer böyle
adlandırıyor onu) başka bir cümle kuruyor, ‘Tüm güzellik döllenmeyi kışkırtır’
diyor. Tam da ‘Budur!’ diyor, onun etkisinin özel ismi, en tenselinden en
tinseline…”[iii]
Âşığın kadında yakaladığı ayrıntıdır güzellik. Güzellik, aynı zamanda kışkırtıcıdır, âşığı kendine bir mıknatıs gibi çeker ve kulu kölesi eder. Âşığın güzellik çarpması sonucu gözleri kamaşır ve ondan başkasını göremez. Bu, güneşe bir müddet baktıktan sonra gözlerimizin kamaşması sonucu çevremizdeki diğer nesneleri görmememize benzer. Güzellik güneştir ve insanın içini ısıtır, kendine çeker, ama uzunca bakınca kör eder. Aşk ile güzellik arasında işte böyle bir bağ vardır!