Ankara’nın manevî bânîsi: Hacı Bayram-ı Velî

Onlar, toplumun zor ve kahırlı zamanlarında ortaya çıkıp sükûneti ve dengeyi sağlamışlar, halkı mayalayıp Hakk’a ulaştırmışlardır. Bu gönül mimarları, yaşadıkları çağın gerçeklerinden de kopmamışlar, bir toplum mühendisi vasfı ile vazifelerini icra etmişlerdir. Onların varlıkları bir tesadüf değil, Kâinatın Sahibi’nin, Mimarı’nın bir tasarrufu, planının bir parçasıdır.

Bilmek istersen seni, cân içre ara cânı./ Geç cânından bul anı, sen seni bil sen seni…

MEVLÂNÂ, Mesnevî’sinde “Anadolu ressamları sufîlerdir. Onların ezberlenecek dersleri, kitapları yoktur. Ama gönüllerini adamakıllı cilalamış, istekten, hasislikten, hırstan ve kinden arındırmışlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler” demektedir.

Mevlânâ’nın bu tespitinden yola çıktığımızda, Anadolu’nun ressamlarından birinin de Hacı Bayram-ı Velî olduğunu görürüz. Hacı Bayram, mizacı, tarzı, tavrı, ilkeleri ve sohbetiyle Anadolu’nun gözbebeği Ankara’nın kandili olmuş, ışık saçmış, maddî ve manevî aydınlanmayı sağlamış ve de hamisi olarak korumaya almıştır. Bugün dahi Hacı Bayram’ın bu manevî çemberini hissetmeniz mümkündür.

Anadolu’nun manevî koruyuculuğunu üstlenmiş başka abidevî şahsiyetler de vardır ki her biri, Anadolu’nun bir parçası ve bir şehri ile özdeşleşmiştir. İstanbul’da Eyüp Sultan, Konya’da Hz. Mevlânâ, Hacıbektaş’ta Hacı Bektaş-ı Velî, Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Velî, Aksaray’da Somuncu Baba, Bursa’da Emir Sultan ve daha niceleri... Onlar, toplumun zor ve kahırlı zamanlarında ortaya çıkıp sükûneti ve dengeyi sağlamışlar, halkı mayalayıp Hakk’a ulaştırmışlardır. Bu gönül mimarları, yaşadıkları çağın gerçeklerinden de kopmamışlar, bir toplum mühendisi vasfı ile vazifelerini icra etmişlerdir. Onların varlıkları bir tesadüf değil, Kâinatın Sahibi’nin, Mimarı’nın bir tasarrufu, planının bir parçasıdır.

Zerreye sığınmış bir güneş

Mesnevî’de, “Bir sevgili âşıkına sorar: ‘Beni mi çok seviyorsun, kendini mi?’ Âşıkı şöyle cevap verir: ‘Ben kendimde ölmüşüm, seninle diriyim. Kendimden, kendi varlığımdan, kendi sıfatlarımdan geçmişim, yok olmuşum, seninle dirilmişim. Kendi bilgimi unutmuşum, senin bilgin ile bilgin olmuşum. Kendi gücümü kuvvetimi hatırdan çıkarmışım, senin gücünle güçlenmişim. Kendimi seversem, seni sevmiş olurum. Seni seversem, kendimi sevmiş sayılırım. Kimde yakîn, tam inanç aynası varsa, kendini görmüş olsa bile hakikatte Allah’ı görmüş olur. Sıfatlarıma bürünüp halka görün. Seni gören beni görmüş olur. Seninle buluşmak isteyen, seninle buluşan benimle buluşmuştur!” denmektedir. Allah’ın enbiya ve evliyalarını anlamaya çalıştığımızda ve onlarla buluştuğumuzda Allah ile buluşmuş oluruz.

Mevlânâ, Mesnevî’sinde kâmil insan için, “Onu can olarak gör, ona ‘Can beyi’ de. Onu beden –cisim- olarak görme. Onu öz bil, iç olarak tanı. Onu etten kemikten ibaret sanma. Kâmil insan sadece inciye mi benzetilir? O, bir damlada gizlenmiş bir deniz, bir zerreye sığınmış bir güneştir” demektedir. Hacı Bayram da ruhaniyetini kuvvetli bir şekilde hissettiğimiz bir  “can beyi”, zerreye sığınmış bir güneştir.

Cezbe merkezi

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’nın Çubuk çayı kenarındaki Solfasol köyünde doğmuştur. Asıl adı Numan’dır. Doğum tarihi 1352-53/753 olarak verilmektedir. Kaynaklar, Hacı Bayram-ı Velî’nin kuvvetli bir medrese eğitimi gördüğünü kaydederler. Mehmet Ali Aynî’nin de bahsettiği gibi Hacı Bayram-ı Velî, önce Ankara’daki -Melike Hatun’un yaptırdığı- Kara Medrese’de, sonra Bursa’daki Çelebi Sultan Mehmet Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Bir müddet müderrislik yapan Hacı Bayram’ın tasavvufî hayata yönelişi 1392’den sonraki zaman dilimine rastlamaktadır. Hacı Bayram’ın hayatındaki bu değişiklikte -Somuncu Baba olarak tanınmış- Hamîdüddîn-i Aksarayî’nin rolü büyük olmuştur.

Hacı Bayram, Somuncu Baba’nın 15 Şaban 815’te (20 Eylül 1412) ahiret âlemine göçmesine kadar onun yanından ayrılmamış ve hizmetinde bulunmuştur. Hacı Bayram-ı Velî, 1412’den sonra memleketi olan Ankara’ya dönmüş ve uzun süren murakabe yıllarından sonra irşat dönemine başlamıştır. 

Hacı Bayram, Ankara’ya dönüşüyle birlikte bir cezbe merkezi haline gelmiştir. Bayramîliğin kuruluşu, Hamîdüddîn-i Aksarayî’nin ölümünden sonra Hacı Bayram’ın Ankara’ya dönüşü olarak kabul edilir. Hacı Bayram-ı Velî’nin -bir tarikat kurmuş olmasına rağmen- öğretilerini içeren kendi yazdığı bir eseri elimizde yoktur. Ancak Fuat Bayramoğlu, bu tarikatın amaç ve ilkelerini “Sünnîlik, Yerlilik ve Devletin Sürekliliği” olarak sıralamaktadır.

Ruhaniyetli eller

Bayramîyye tarikatı, Nakşibendîyye tarikatı ile Halvetîliğin karışıp birleşmesinden doğmuş bir sistem olup, Bayezid-i Bistamî ve Cüneyd-i Bağdadî ruhaniyetlerinden el almıştır. Hacı Bayram, sadece iki tarikatı terkip etmekle kalmamış, Ankara’da belki de daha önemli bir terkibe damgasını basmıştır. Dergâhını, koca Ankara ovasında yer yokmuş gibi, bir Roma mabedinin kalıntılarının yanı başında kurmuştur. Ahmed Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” adlı eserinde bu terkibi şöyle değerlendirir: “Bu terkiplerin en manalısı, İmparator Augustos’un şerefine toprağa dikilmiş mermer bir kaside olan Roma mabedinin kalıntılarıyla yanı başındaki Hacı Bayram-ı Velî Camisi’nin beraberce teşkil ettikleri zıtlar mecmuasıdır. Bitmiş ve tam diyebileceğimiz hiçbir eser, bu toprağın macerasını bu kadar güzel hülasa edemez. (M.Ö. II. Yüzyıl’da yapılan ve İmparator Augustos’a adanan tapınak, Bizanslılar tarafından da kilise olarak kullanılmıştır.)” 

Tanpınar, Hacı Bayram’la ilgili cümlelerine Türk-İslam hoşgörü ve geniş kabulünü teyit eden ve destekleyen şu cümleleriyle devam eder: “O, insanlara kadim imparatorluğun ayakta durmasını sağlayan hakikatlerinden çok, başka bir hakikatin sırlarını açtı. Bu ledünnî hazların, ahiret saadetlerinin, kendisini sevgide tamamlayan ruhun, bir nur tufanı gibi iştiyakın, kendi derinliklerinde Allah’ı bulan bir murakabenin hakikati idi.”  

Huzursuzluk ve şikâyet

Bayramîlik hızla yayılmış ve müritleri de büyük sayıda artış göstermiştir. Hacı Bayram’ın damadı Eşrefoğlu Rumî, Şeyh Akbıyık, Bıçakçı Ömer Sıkinî, Göynüklü Uzun Selahaddin, Yazıcızade Ahmed Bican ve Mehmet Bican kardeşler ile Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin, bunların en tanınmışlarıdır.

Bayramîliğin hızla yayılışı ve müritlerinin artışı bazı kesimlerde huzursuzluğa ve kıskançlığa yol açmış, Hacı Bayram’ı “Halkı delalete sürüklüyor” diyerek devrin padişahı II. Murat’a şikâyet etmişlerdir. Hacı Bayram’ın etrafında binlerce kişinin toplanması da hükümetin dikkatini çekmiştir. Hatta bunun üzerine Hacı Bayram, Sultan II. Murat tarafından Edirne’ye davet olunmuştur. 

Edirne’ye giden Hacı Bayram-ı Velî, II. Murat’tan muhabbet ve saygı görmüş, II. Murat da Hacı Bayram’ın sohbetlerinden feyz almıştır. Hacı Bayram ile II. Murat’ın sohbetleri esnasında odaya getirilen bebekle Velî’nin birden irkildiği ve dikkatle beşiğe bakarak “Sure-i Feth”i okumaya başladığı rivayet edilir. Bu durum, II. Murat tarafından şehzade Mehmet’in İstanbul’u fethedeceğinin bir müjdesi olarak kabul edilmiştir.

Cevher-i nasihat

Hacı Bayram-ı Velî, Edirne’den ayrılırken Sultan Murat’ın isteği üzerine kendisine bazı nasihatlerde bulunmuştur. Hacı Bayram’ın Sultan Murat’a verdiği nasihatlerden bazıları şöyledir: “Tebaan içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikramda bulun. İlim sahiplerine hürmet et. Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster. Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş, iyilerle dostluk kur. Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma. İnsanlığında kusur etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peyda etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme. Cimri ve alçak insanlarla ahbaplık kurma. Halka müsamaha göster. Hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme, onlardan biriymişsin gibi davran.”  

Anadolu’nun her köşesine halifelerini yollayan Hacı Bayram, sadece Ankara’nın değil, tüm Anadolu’nun manevî hamisi, hatta sahibi de olmuştur. Bu hususta Bayramîliğin yayılış coğrafyası, bizim için de bir delil teşkil etmektedir. Hacı Bayram-ı Velî’nin halifelerine ve bunların mekânlarına baktığımızda, Bayramî şeyhlerinin Ankara’dan Beypazarı, Göynük, İznik, Gelibolu İstanbul ve Balkanlara doğru, Osmanlı’nın fetih stratejisine paralel bir yol izlediğini görmekteyiz. Hacı Bayram ve muasırları, büyük cihan imparatorluğunun mayalanmasında önemli roller oynamışlar, derin bir iman, birlik, bütünlük, istiklâl ve parlak bir istikbalin temsilcisi olmuşlardır. Devlet de Hacı Bayram’ın tarikatını Anadolu’da bir istikrar unsuru olarak algılamıştır. Bu da bize Bayramîliğin Osmanlı’yı, Osmanlı’nın da Bayramîliği desteklediğini açık ve net olarak göstermektedir.

Hacı Bayram-ı Velî, A. Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi, sadece Hak’la Hak olan bir veli değildir. Türk cemiyetinin bünyesinde gerçekten de yapıcı rol oynamıştır. Kurduğu tarikat, esnaf ve çiftçi ve de bir şekilde emeğini sermaye edinenlerin tarikatıdır. Ahilik teşkilatı da onun etrafında birleşmiştir.

“Aşk imbiğinden” süzülmek

Beşir Ayvazoğlu, Hacı Bayram ve dervişlerinden bahsederken “Aşkın ve işin imbiğinden geçmişlerdir” ifadesini kullanmaktadır. Ayvazoğlu’na göre Bayramîlik, dünyadan el etek çekmeyi değil, çalışmayı ve doğrudan hayatın içine katılmayı esas almıştı.  

Baki Y. Altınok ise, Hacı Bayram ve misyonunu “Gönlünde insanların gönlüne ilahî bir sevgiyle köprü kurmuş, gözlerini faniye kapatıp ebediyete açmış olan hasatlar ve sanatlar sultanı” diye tanımlar.

Bayramîlik akla, ilme ve sanata değer veren bir tarikattır. “Bu sözümü arif anlar, cahiller bilmeyüp tanlar” diyen Hacı Bayram-ı Velî, cahil kalmayı yermiştir.

Türk dilinin bayraktarlığı

Hacı Bayram, oluşturduğu kültür ağı ile Türk diline de hizmet etmiştir. Hacı Bayram ve takipçileri, sade ve yalın söyleyişleri ve Türkçe sohbetleri ile Türkçenin Anadolu’daki ses bayrağını taşımışlar, Türkçe’nin gönüllü bir neferi olmuşlardır. Türkçe şiirler yazan Hacı Bayram, sohbetlerini Türkçe yapmış, “Gülşen-i Raz” ve “Lem’aat”ı Türkçeye çevirterek okutmuştur. Nihat Sami Banarlı, “Lisan her dilde raks eder” der ve buna örnek olarak da Hacı Bayram-ı Velî’nin kuvvetli ahengi ile zikir, belki de bir raks neşesiyle söylenmiş hissini veren şu şiirini verir:

“N’oldu bu gönlüm, n’oldu bu gönlüm?/ Derd ü gamınla doldu bu gönlüm./ Yandı bu  gönlüm, yandı bu gönlüm;/ Yanmada derman buldu bu gönlüm…”

Hacı Bayram’ın Türkçe söylemesi, müritlerini ve yakınlarını da Türkçe yazmaya özendirmiştir.  

Millî mücadelenin başkomutanı ve Cumhuriyetimizin büyük mimarı Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya ayak bastığı gün buranın manevî lideri Hacı Bayram-ı Velî’nin türbesini ziyaret etmiş, Fatiha okuyup öyle hükümet konağına gitmiştir. Bu davranış halkın maneviyatını yükseltmiş, millî mücadelenin kazanılacağı inancını bir kat daha arttırmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı olan 23 Nisan 1920 günü milletvekilleri tarafından Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınmış, Kur’an-ı Kerim okunmuş, salâvat getirilmiş ve dua edilmiştir. Muvaffak İhsan Garan’ın ifade ettiğine göre, Hacı Bayram Camii’nde hutbeyi ve duayı bizzat Mustafa Kemal okumuştur. Bu haber, o tarihli “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde de yer almıştır. Hıfzı Yaşar Okur’un hatıralarından da öğrendiğimize göre Mustafa Kemal Atatürk, Ramazan aylarında birer ay süreyle Ankara’daki Hacı Bayram Camii’nde ve İstanbul’daki Zincirlikuyu Camii’nde şehitlerimizin ruhuna hatm-i şerif okutturmuştur. 

İçinde bulunduğu çağı idrak etmek

Hacı Bayram, yaşadığı çağı tam manasıyla idrak etmiştir. Alın teriyle kazanılan kazancı ön plana çıkarmıştır. Kendisi de burçak tarlasında çalışmış, helal kazançla ibadetin makbul olduğunu, hatta ibadet kabul edileceğini etrafındakilere de öğretmiştir. Yunus’un söylediği gibi “Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek ve hoş görmek”, onun en temel ilkesi olmuştur. Samimiyet, içtenlik, dürüstlük, mesuliyet, ihlas, tevekkül, maddî ve manevî ilimlere sahip olma, Rabbine ve Hz. Muhammed’e kayıtsız şartsız bağlılık ve muhabbet de onun en temel özellikleridir. O, bu aşkın ateşi ile yanarken, yanmaya teşne insanlara da vesile olmuştur. 

Hacı Bayram’ın öğrencilerini irşat sürecinde onlara nasihatlerinden birkaçını paylaşalım:

“Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri kör eder. Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.”

“Allah-u Teala’ya isyan yolunda hiçbir kimseye yardım etmeyiniz.”

“Küçük çocukları seviniz, başlarını okşayınız. Onları sevindirerek Peygamber Efendimizin emrini yerine getiriniz.”

“Hiçbir günahı küçümsemeyin. Çok çalışın. Boş gezenler zengin bile olsalar, onların arkadaşları şeytan, kalpleri ise şeytanın konağı olur.”

“Helalinden kazanıp, ondan fakirlere cömertçe veriniz.”

“Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesabınızı yapınız. Tövbe ediniz ki affa kavuşasınız.”

“Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın ve komşularınızın sırlarını ifşa etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar size emanettirler. Emanete hıyanet ise çirkin bir harekettir.”

Yine sözümüzü Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden bir söz ile bitirmek istiyoruz: “Gökyüzünün yıldızları, yani ay ve güneş karanlıkları giderirler. Hakk’ın manevî yıldızları, yani peygamberlerin ve velilerin ruhları ise Hakk’ın sıfatlarına mazhardır. Bu sebeple daha tesirlidirler.”