BİRKAÇ gün evvel
İstanbul’un Fethi’nin 567’nci sene-i devriyesini idrak ettik ve anmaya da
çalıştık. Anma programı kapsamında Ayasofya’nın hemen önüne kurulmuş olan mütevazı
sayılabilecek bir sahnede ışık ve görsel şovlar sunuldu, günün önemine binaen
birkaç konuşma yapıldı, üç beş çatapat patlatıldı falan filan…
Fethin
mukaddesatı ve heybetine nazaran ilkokul müsameresi mesabesinde olan bu
gösteriler bizleri yeterince tatmin etmediği gibi (beklentilerimiz çok mu
yükseldi ne), komşumuz Yunanistan’ı ve Hıristiyan âlemini de rahatsız etmedi pek.
Hoş, bütün bunları komşumuz ya da müttefiklerimiz (!) rahatsız olsun diye de
yapmıyoruz muhakkak…
Uzun
yıllar boyunca böylesi görkemli bir fethi (tıpkı Kut’ül Amâre zaferi gibi) lâyıkıyla
kutlayamamış bir millet olarak son üç beş yıldır yapılmakta olan bu “şölenler”
bile önemli bir kazanım hepimiz için, bu da bir vakıa aslında.
Anma
programının bizim açımızdan en dişe dokunur ve dikkat-i şayân tarafı, Ayasofya Camii
içerisinde okunan Fetih Sûresi oldu, elhamdülillah.
Zaten
komşumuz Yunanistan da en çok bu sahneden rahatsızlık duymuş. Bu ne cüretmiş
bizimkisi böyle? Günümüzü göstereceklermiş! Çok kötü pis fena kızmışlar…
Ayasofya’da Fetih Sûresi okumak da neyin nesi oluyormuş?
Megalo
İdea’sı Ayasofya’nın tepesine haç dikmek ve bizim kendi adımıza yapamadığımızı
yapıp “Ayasofya Müzesi’ni” kiliseye çevirmek olan (ki bu konuda bizden daha
kemikli oldukları kesin) bir devletten böyle tepkiler beklemek de gayet tabiî ve
takdir edilesi bir durum.
Helenli
dostlarımız ve komşularımızın bu konudaki “haklı” aksülâmellerini çok da önemsemiyorum
açıkçası bunca kelâmı ederken. Gelmek istediğim nokta bambaşka.
Komşumuz
Yunan ile birlikte, hattâ onlardan daha şedit bir vaziyette Ayasofya konusunda
hassasiyet taşıyan vatandaşlarımızın ve dahi siyasilerimizin olduğunu
görüyoruz. İşte derdim onlarla benim!
Ayasofya
içerisinde Fetih Sûresi okunmasından ziyâdesi ile rahatsız olmuşlar. Ne yapmaya
çalışıyor muşuz? Ayasofya’yı camiye çevirmek için yer mi yapıyormuşuz? Buna
asla izin vermeyeceklermiş! Bu konuları konuşmak bile kabul edilemezmiş.
Hattâ
olur da Ayasofya’nın dışındaki meydanda bile namaz kılınmaya cüret ve teşebbüs
edilirse çıkabilecek kargaşadan ve olaylardan siyâsî irade sorumlu olacakmış,
bunun bir bedeli olurmuş, sin kaf, sin kaf!
Mezkûr
zevat böyle bir girişimde olaylar çıkabileceği îmâsında bulunurken ve aba
altında sopa gösterirken, namaz esnasında (Allah mı söyletti ne) Yunanistan’ın savaş
uçaklarını kaldıracağını ve bu duruma müdahale edeceğini kastetmiyor elbette.
Ayasofya’yı,
içinde veya çevresinde kılınacak namaza karşı korumaya (!) teşne bir güruh var
aynı atmosferi teneffüs ettiğimiz. Ceplerindeki kafa kâğıdında ve sosyal medyadaki
isimlerinin başında da “TC” yazıyor bu zevatın üstelik, yerseniz!
Biz
sessiz ve dertli çoğunluktan çok daha cesurlar ve sesleri de gür çıkıyor aynı
zamanda.
Düşününüz
ki, bir ev satın almışsınız ama birileri gelip bir odanızı kullanamayacağınızı
söylüyor. Bu kadar cüretkârlar işte! Üstelik “Zulüm 1453’te başladı” yazacak kadar da hâdsizler!
Arkadaş!
Ayasofya, fethin sembolü, kılıç hakkımız, Fatih Sultan Muhammed Han’ın bize mîrası
ve emaneti ve hattâ Fetih Vakfı’nın tapulu
malıdır!
Sen
kimsin, kimin bekçisisin, kimin tetikçisisin? Öte dur biraz!
Kimin
malını kimden koruyorsun birader?
Hâl
böyleyken ve 500 senelik ata yadigârı cami boynu bükük bir öksüz gibi
melankolik İstanbul kartpostallarına geri plân edilmişken, biz de kalkmış, “İstanbul’u fethettik, çağ açtık, çağ
kapattık” deyü kabarıyoruz, anma programları düzenliyoruz! Lâf!
Lâfı
eğmeden, bükmeden söyleyelim: Zulüm
1931’de başladı! Hâlen de devam ediyor.
Ve
yazıyı Hakk’ın vadettiği günler için duyduğumuz derin hasretle bitirelim:
“Arkadaş!
Yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper
et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır
sana vadettiği günler Hakk’ın,
Kim
bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”
Kalınız sağlıcakla efendim…