Zulüm 2020’de sona erdi!

Tabiî ki biliyorlar o mozaiklere bir zarar gelmeyeceğini. Elbette dertleri ekonomimiz değil. Hattâ ekonomik kriz çıksa da Erdoğan düşse diye matine-suare duâ ettikleri malûmumuz. Elbette dertleri Cumhuriyet devrimleri değil. Böyle olsaydı, sırf Erdoğan’a karşı oldukları için her türlü terör örgütüne ve bunların uzantılarına payandalık etmezlerdi.

BU fakire ayrılan bu köşede 5-6 hafta evvel yazmış olduğum “Zulüm Ne Zaman Başladı?” isimli yazımda, “500 senelik ata yadigârı cami, boynu bükük bir öksüz gibi melankolik İstanbul kartpostallarına geri plân edilmişken, biz de kalkmış, ‘İstanbul’u fethettik, çağ açtık, çağ kapattık’ deyü kabarıyoruz, anma programları düzenliyoruz! Lâf!” demiştim.

Ve mezkûr yazımızı Ayasofya’nın yeniden ibadete açılacağı güne duyduğumuz özlemle, “Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın/ Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın” dizeleriyle bitirmiştik.

Ne kadar hamd-ü senalar etsek azdır. Hakk’ın vadettiği günleri gördük ya, gözümüz açık gitmez gayrı, elhamdülillah!

Ayasofya’nın yakın zamanda camiye tebdil edileceğinin müjdesini, üstün öngörüsü ile bizzat benim de katıldığım bir sohbetinde Üstad Kadir Mısıroğlu vermiş, “Ayasofya yakın zamanda camiye dönüştürülecek. Belki ben o günleri göremeyeceğim ama sizler göreceksiniz. O gün, ‘Bu adam söylemişti’ dersiniz” demişti.

İnşallah Üstadım!” demiştim içimden. Keşke bugünleri Üstad da görebilseydi. Kısmet işte! Allah mekânını cennet, mâkâmını âli eylesin!

Bu tarihî yanlıştan dönülmesine bizler ne kadar seviniyor isek, bir o kadar kahrolanlar da yok değil, malûmunuz.

Ayasofya’nın sadece dört duvar, bir kubbe, üç beş mozaik ve galerilerden ibaret olduğunu sanıyorlar. Kendilerince Ayasofya’nın neden müze olarak kalması gerektiğini anlatıyorlar.

İnsanlığın ortak değeri olduğunu söylüyorlar.

Duvarlarındaki mozaiklerin hâli nice olacakmış şimdi?

Ayasofya müzeden camiye dönüşünce yılda milyonlarca lira gelirden olacakmışız.

Zaten ekonomimizin durumu ortadaymış.

Osmanlı kanunları ile hareket ederek Cumhuriyet devrimlerine meydan okuyormuşuz.

Buna hakkımız yokmuş.

Ayasofya camiye tebdil edilirse bunun bedelini tüm Türkiye ödermiş.

Buranın cami olmasına ne gerek varmış, hemen karşısında koca Sultan Ahmed Camii varmış ya...

Falan filan…

Elbette dertleri sanatın cihanşümul oluşu ya da mozaikler değil. Zaten bizler de elimizde keski ve çekiçlerle mozaikleri kazımak için beklemiyoruz. Tabiî ki biliyorlar o mozaiklere bir zarar gelmeyeceğini.

Elbette dertleri ekonomimiz değil. Hattâ ekonomik kriz çıksa da Erdoğan düşse diye matine-suare duâ ettikleri malûmumuz.

Elbette dertleri Cumhuriyet devrimleri değil. Böyle olsaydı, sırf Erdoğan’a karşı oldukları için her türlü terör örgütüne ve bunların uzantılarına payandalık etmezlerdi.

Onların derdi, İslâm’ın ve İslâm âleminin lokomotifi konumundaki Türkiye’nin yükselişi, ayağa kalkmasıdır. Uyuyan devin uyanabilme ihtimâlidir. Bir de, tabiî ki bu hamle ile birlikte Erdoğan’a yönelik destek ve teveccühün artacak olmasıdır.

Ayasofya muhakkak ki dört duvar ve bir kubbeden ibaret değildir.

Ayasofya müjdedir, fetihtir, Fatih Sultan Mehmed Han’dır, Akşemseddin’dir, Ulubatlı Hasan’dır…

Ayasofya Osmanlı’dır, İslâm’dır…

Ayasofya Said Nursi’dir, Arif Nihat Asya’dır, Necip Fazıl’dır, Kadir Mısıroğlu’dur…

Ayasofya Bosna’dır, Kosova’dır, Kudüs’tür, Gazze’dir, Bağdat’tır, Şam’dır, Arakan’dır, Yemen’dir, Afganistan, Pakistan, Libya’dır…

Ayasofya, ezilmiş tüm İslâm coğrafyasının mahzunluğunun timsalidir bir yerde…

Ayasofya, -yeniden- bir devrin kapanıp yeni bir devrin açıldığı yerdir!

Ayasofya aslına rücû edince, o kubbede tilâvetler, salâvatlar, duâlar, zikirler yankılanırken, buna müsavi olarak gök kubbede Türkiye’nin ve İslâm’ın sedâsı daha gür şekilde aks-i sedâ bulacaktır.

İnancım ve hissiyatım odur ki, Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi, Fatih Sultan Mehmed Han’ın milletçe üzerimizde bulunan bedduâsını kaldıracaktır. Üzerimizden böylesi büyük bir bedduânın kalkacak olması, milletçe ayaklarımızdaki tüm prangaların sökülmesi, önümüzdeki tüm duvarların yıkılması anlamına gelecektir. Millet ve devlet olarak geleceğimizin çok daha aydınlık olacağına inanıyorum.

Yaşayacağız ve göreceğiz inşallah; Allah ömür verirse tabiî...

Kalınız sağlıcakla efendim…

***

Fatih Sultan Mehmed Han’ın bedduâsı

“Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gâyesinden başka bir gâyeye çevrilmesine kastederse; vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikâme eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu mânâda yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterir veya şer’-i şerîfe aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azmeylerse, meselâ şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca bâtıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur.

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerlerine olsun! Ebediyen Cehennem’de kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın!

Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebâli ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun!

Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”