Zorunlu din dersi

DKAB dersi için aranan tarafsızlık vurgusu tarih dersleri için neden söz konusu edilmemektedir? DKAB dersi için aranan veli izni, tarih dersleri için neden söz konusu değildir. AYM, velilerin “Anayasa’nın 24’üncü maddesi ile ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkını” neden tarih dersleri için geçerli saymamaktadır?

ANAYASA Mahkemesi (AYM), 7 Nisan 2022 günü “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” (DKAB) dersi için bir karar aldı. Karara göre, bu dersin zorunlu olarak öğrencilere okutulması, Anayasa’nın 24’üncü maddesine aykırıdır ve “Anayasa’nın 24’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında güvence altına alınan ‘ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama’ hakkının ihlâl edildiği” belirtilmiştir.

2014 yılında AYM’ye müracaat eden bir veli, kendi çocuğunun “Zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersinden muaf tutulmasını istemiştir. Sekiz yıl sonra nihayet AYM, bu müracaattan dolayı zorunlu DKAB dersini Anayasanın 24’üncü maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı bulan kararını almıştır.

Lozan Antlaşması’nın sonuçlarına bağlı olarak, sonradan yapılan laiklik uygulamaları hiçbir şekilde azınlıkları (Hıristiyan-Musevi olanları) kapsamamıştır ki ayrıca, laikliğin baskıcı, bunaltan hak ve hukuk tanımayan yüzüyle sadece Müslüman çoğunluk karşılaştığı gibi AYM’nin bu ve benzeri kararları da özellikle Müslüman çoğunluk aleyhine bir hak kısıtlamasına yol açmaktadır.

***

Aslında DKAB dersi 12 Eylül 1982 Anayasası’nın 24’üncü maddesinin dördüncü fıkrası ile zorunlu hâle getirilmiştir. Böyle bir dersin “zorunlu dersler” arasında sayılması, 1982’den beri yani kırk yıldır “laikliğe aykırı olduğunu” ileri sürmektedir. Türkiye’de İslâm’a karşı ileri sürülen en büyük koz, laiklik ilkesidir. Buna karşılık, doğrudan laiklik ilkesi için hiçbir zaman halkın görüşü alınmamıştır. Tartışılamaz, değiştirilemez ve temel bir kural olarak öngörülen laiklik ilkesiyle bütün kanunlar ve uygulamalar yorumlanmaya, tanzim edilmeye çalışılmaktadır. Böylece laiklik, hemen her şeyin ve bu arada hayatın temel düzenleyicisi durumuna getirilmiştir. Bu tutumun “ulusal egemenlik” ve ağızlardan düşürülmeyen demokrasi ile bağdaşmadığı açıktır.

DKAB dersine yapılan itirazın ilki, laik eğitimde böyle bir dersin olmayacağı iddiasıdır. Halka sorulmadan ve zorla uygulanan laiklik, halkın iradesinin önüne bir duvar gibi konulmuştur. Halkın bütün talepleri ve kararları bu laiklik maddesiyle engellenmiştir. Böyle bir laiklik anlayışının ve uygulamasının eski SSCB idaresinde ve Türkiye’nin tek partili döneminde (1923-1950) şiddetle, devlet zoruyla yapılmasının dışında (Kuzey Kore, Küba hariç) dünyada bir örneği yoktur.

DKAB dersine yapılan itirazın ikincisi ise, yalnızca bir dinin ve bir mezhebin öğretildiği iddiasıdır. Bu iddia da tümüyle yersizdir. Çünkü Hıristiyanlık ve Musevilik gibi farklı dinlere inanmış olan vatandaşlar, zaten bu dersten muaftırlar. Onlara Lozan Antlaşması ile tanınan hakların bir sonucu olarak, DKAB dersi hiçbir zaman okutulmamıştır. DKAB dersi müfredatına, evrensel olmak hevesiyle, Türkiye’de taraftarı olmayan Budizm, Şintoizm, Konfüçyüsçülük gibi dinleri katmak ise fantezi sınırlarını bile zorlamaktır. Üstelik İslâm’ın kendisi de evrenseldir. Dolayısı ile DKAB dersi adıyla İslâmiyet hakkında öğrencileri bilgilendirmek, evrensellik kuralına aykırılık bir yana, o kuralın bir sonucudur.

DKAB dersine yapılan üçüncü itiraz, bu ders ile yalnızca Sünnî İslâm anlayışının öğretildiği iddiasıdır. Dersin müfredatından habersiz görünenlerin yersiz bir iddiasıdır bu. Çünkü DKAB dersi müfredatında Alevilik ve Şiilik hakkında bölümler vardır. Alevîlik ve Şiilik hakkındaki bölümlerin eksik veya yetersiz olduğu gibi görüşler hiçbir zaman ileri sürülmemiştir. Böyle bir dersin varlığına, doğrudan laiklik ilkesi ve Alevî nüfusun varlığı ile karşı çıkılmaktadır. Oysa Alevîlik hakkında ders müfredatında yer alan bilgilerin doğru ve yeterli olup olmadığı hakkındaki bir görüş daha makul ve gerçekçi olabilir.

Bunun yanı sıra, bazı Alevî çevreleri ise DKAB dersinin zorunlu olması yerine seçmeli olmasının bile yanlış olacağını, çünkü bu dersi seçmeyenlerin mahalle baskısına maruz kalacakları iddiası ile dersin tümüyle kaldırılmasını savunmaktadırlar. Onların görüşüne göre Alevî olmayan ve yüzde doksanları aşan toplum kesiminin ne istediğinin önemi yoktur. Kendi anlayışlarına göre Alevîlerin beklentileri doğrultusunda ders tümüyle iptal edilip kaldırılmalıdır. Böyle bir isteğin doğrudan SSCB uygulamalarının geri dönmesi demek olduğu açıktır. Çünkü okulda öğretilmeyen İslâm’ın resmî sıfatı olmayan kişiler tarafından öğretilmesini de “suç” sayan bir laiklik anlayışını savunmaktadırlar. Devlet, bizzat İslâm’ın ders konusu yapılmasını önlediği gibi, resmî sıfatı olmayan kişilerin öğretmesini de zor kullanarak engelleyecektir. Tek parti döneminde yapılan da bundan ibarettir. Aslında İslâm’ın devlet zoruyla “suç” sayılmasını ve İslâm’ın öğretilmesinin eskiden olduğu gibi ceza kanunu kapsamına alınmasını laiklik adına beklemektedirler. Bunun üzeri örtülemez bir İslâm düşmanlığı olduğu açıktır.

Ancak bu düşmanlık, “laiklik” söylemiyle örtülmeye çalışılmaktadır. Bu söylemin sahipleri ise büyük çoğunlukla eski komünistlerdir. Alevîlik ve Şiilik hakkında DKAB dersinde yazılmış olanların Alevî ve Şiilerin inançlarına ne ölçüde mutabık olduğu da, ders kitaplarından habersiz olan kişiler tarafından sorun sayılmaktadır. Ancak aynı kişilerin, kendini Sünnî sayan büyük çoğunluk tarafından bu ders kitaplarının içeriğinin Sünnîlerin inancıyla ne ölçüde mutabık olduğu gibi bir soruyu tümüyle yersiz ve önemsiz gördükleri anlaşılmaktadır.

Meselâ ders kitabının içeriği, baştan sona kadar “laikliğin İslâm inancının temeli” olduğu vurgusuyla doludur. Kitap, altı okun (onlar “Atatürk İlkeleri” diyorlar) savunması sayılacak sayfalara sahiptir. Böyle bir içeriğe sahip olan DKAB dersinin, İslâm’ın temel ilkelerini aslî anlamından saptırarak tahrif ettiği açıktır.

DKAB dersinde “İslâmiyet’e göre, Kur’ân’a göre” gibi vurgular nedeniyle bu derste tarafsız olunmadığı gibi gülünç iddialar bile vardır (Nuran Çakmakçı, “Zorunlu Din Dersi Kitapları”, Hürriyet gazetesi, 24 Eylül 2014).

Meselâ Avrupa ülkelerinde Hıristiyanlık hakkında bilgi veren ders kitaplarında tarafsızlık aranabilir mi? “İsa’ya göre, İncil’e göre” gibi vurgular taraflı sayılarak bu durum eleştiri konusu yapılabilir mi?

DKAB dersinin öncelikle adı yanlıştır! Madem bu ders diğer din bağlılarını (azınlık olanları) kapsam dışı tutmaktadır, o hâlde dersin doğrudan “İslâmiyet” adı ve içeriğiyle doldurulması gerekir. Tarafsızlık burada olsa olsa İslâmiyet içindeki farklı içtihadî görüşler arasında olabilir, olmalıdır. Yoksa İslâmiyet hakkındaki bir ders içeriğinin yalnızca kültür olarak görülmesi ve diğer dinlere karşı da “tarafsızlık” gibi bir iddia, tümüyle yersizdir. Diğer dinler hakkında elbette İslâm’ın görüşlerine yer verilmelidir.

DKAB dersi için aranan tarafsızlık vurgusu tarih dersleri için neden söz konusu edilmemektedir? DKAB dersi için aranan veli izni, tarih dersleri için neden söz konusu değildir. AYM, velilerin “Anayasa’nın 24’üncü maddesi ile ebeveynlerin eğitim ve öğretimin kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkını” neden tarih dersleri için geçerli saymamaktadır? Alevî ebeveyn için geçerli olan bu hak, neden Sünnî ebeveyn için geçersiz olsun? DKAB ders kitaplarının içeriği hakkında Alevî ebeveynlerin itiraz hakkı kadar, Sünnî ebeveynler için de tarih ve benzeri derslere itiraz edebilmesi bir haktır.

***

DKAB dersinin adı yersizdir ve mânâsızdır. Dersin adı doğrudan “İslâm Bilgisi” gibi bir başlık olmalıdır. İçeriği elbette başta Kur’ân olmak üzere Hazreti Muhammed’in sahih uygulamalarına dayanmalıdır. Dersin içeriği asla belirsiz, tarifi olmayan bir laiklik ilkesine güre düzenlenmemelidir. Bu ders zorunlu ama seçmeli olmalıdır. İsteyen veliler kendi çocuğunu bu dersten muaf tutma hakkına sahip olmalıdır. Öğrenci velisi bu dersi seçtikten sonra artık temel dersler arasında sayılıp ona göre işlem yapılmalıdır.

Dersin zorunlu olmasının bir sonucu olarak üniversiteye geçiş gibi sınavlarda mutlaka bir karşılığı olmalıdır. Dersin bu özelliklerine uygun tanımı bir anayasa maddesi olarak düzenlenmelidir.

Bu ders aynı zamanda uygulamalı olmalıdır. Yaş sınırı olmaksızın, bütün zorunlu eğitim dönemini kapsamalıdır. Azınlıkların varlığı bahane edilerek, Alevî nüfus ileri sürülerek bu dersin içeriği İslâm’ın tahrif edildiği bir anlatım ile doldurulmamalıdır. Gerçekten din dersi, ama “İslâm Dini dersi” olmalıdır. Altı oka ayarlı bir İslâm Dini dersi ayıbından Türkiye kurtulmalıdır.

Hiçbir partinin görüşü ya da liderinin ilkeleri, ne İslâm Dini dersi için, ne de tarih dersi için tayin edici, sınır çizici ve içerik belirleyici olmamalıdır. Çünkü böyle bir tayin edicilik, AYM’nin sığındığı “ebeveynin eğitimin içeriği hakkındaki seçme yetkisine” temelden aykırıdır. Bu son derece insanî olan hak, sadece İslâm Dini dersi için değil, özellikle tarih ve hatta felsefe dersleri için de tayin edici olmalıdır.

Böyle bir düzenleme yapılırsa, İslâm Dini dersi tartışma konusu olmaktan çıkacaktır. Ebeveynler bu ders için karar verici olacaklardır. Ebeveynlerin karar vericilik hakkı, AYM’nin karar vericilik hakkından daha medenî ve daha demokratik olacaktır. AYM her konuda kendini vasi olarak görme tutumunu, artık derslerin adı ve içeriğini tayin etme hakkına sahip olduğu gibi kararlarından da özellikle vazgeçmelidir.

AYM, evrensel hukuk ilkeleri kadar, Türkiye’nin hukuku ile de kendini bağlı görmelidir. Her şeyden önce Türkiye’nin AYM’si olduğunu bilmelidir. Fransa’nın, Almanya’nın AYM’si gibi tutumlarla karar alması, kendi varlığının sorgulanması demek olacaktır.

AYM, 1960 darbecilerinin oluşturduğu bir vesayet kurumu niteliğini terk etmelidir. Siyâsî kurumlar ve partiler, kendilerini laiklik adına dine sınır çizmekten, dinin içeriğini tayin etme gibi hadlerini aşan tutum ve görüşlerden vazgeçmelidirler. Dinin siyasete müdâhil olmasını istemeyen siyasilerin, dini tanzim etmeye çalışmaların öncelikle toplumsal düzeni, güveni ve barışı tehlikeye düşürdüğü fikrinin doğruluğunu teslim etmeli ve bu tür davranışları bırakmalıdırlar.

İslâm Dini dersi, fizik ve kimya gibi bir ders olarak, sabah akşam siyasilerin konuşmalarına konu olmaktan çıkmalıdır.