Ziyadesiyle

İhtiyaçlarımızın farkına varamadığımız, belki de asıl ihtiyaç duyduğumuz şeye bir türlü sıra gelmediği için bu kalabalığın içinde boğuluyoruz. Nefes almanın bir yolunu ararken, yine Allah’ın emrine denk geliyoruz: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez…”

ZAMAN mefhumunu kaybettiğimiz bu yıllarda, artık sıkça geçmiş yâd edilir oldu. “Eskiden…” diye başladığımız cümleler buram buram buruk bir hasret kokuyor. Çokça harcadığımız duygularımız bugünlerde kimseye yetmiyor. Materyalist yaşamayı, eşyayı sevmeyi âdet edindiğimizden beri doymayı beceremez olduk. Ah o eskiler!

“Bir tas yemekle ortadan yer, hepimiz doyardık” derdi zamana yenilmiş bir büyüğüm. Şimdi yiyecek de bol, çeşit de. Fakat doyamıyoruz. Her sofradan tok, ancak noksan kalkıyoruz. Bu yüzyılın çilesi bu olsa gerek. Çok var fakat yetmiyor. Yetiremiyoruz.

İnsan harcamaya kaptırınca, toplamakta zorlanıyor. Bu yüzden hayatlarımızda bir dağınıklık söz konusu belki de. Harcadık nihayetinde ve artık bizim olan bize yetmediği gibi, ona sahip olmak da yetmiyor. Hâkimiyet alanımız sürekli genişlesin istiyoruz. Oysa eskilerimiz derdi, “Önemli olmak, sahip olmak değil, olmak”.

Olamadığımız her şeyi satın alabilme gücünü sevince, herkes, her şey olmaya başladı. Böylelikle her şeyin içi boşaldı. Aslında niyetim bir sitem bırakmak değil, fütursuzca harcamanın getirdiği tükenme sorunumuza bir çözüm arayışı getirmekti. Biz neyden nasıl tasarruf edeceğiz?

Evvelâ eşyayı azaltmak, ruhumuza iyi gelecek bir yöntem olabilir. Fakat “azaltmak” denilince, ne zaman kötü olanı, işe yaramaz olanı infak etmeyi anlamazsak, o vakit sadeleşebiliriz. Aksi hâlde sadece eksiliriz. Ve emin olun, yerine yenisini bugün değilse yarın koyarız. Dolayısıyla nitelikli ve kaliteli bir şekilde azaltmayı kastediyorum. Sadeleşmeyi, daha az eşya ile daha çok iş görebilme yetimizi güçlendirmeyi, pratik olabilmeyi ve her şeyden önemlisi de yetirebilmeyi… Yetinebilen insan neyin eksikliğinden şikâyet eder ki bu hayatta?

Maddelerden arındıktan sonra zihnimizi arındırıp tasarrufu bir ideoloji hâline getirebilirsek, kim bilir, belki de bu sadelik bize bereket getirir. Böylelikle oldukça acımasız şekilde harcanan duygulara da sıra gelir ve itidalli sarf edilir. Hisler noktasında bir tasarruf sağlanır ve özüne uygun bir mahremiyet benimsenirse, mevzubahis duygularımız olduğunda, bu kadar ortalığa saçılıp ayaklar altına alınmasının önüne geçebiliriz. Bu, denemeye değer bir yöntem. Maddî ve manevî bütüncül bir tasarruf, birbiriyle bağlantılı toplu bir ihya hepimize iyi gelmez mi? Doyan mideler, aç kalan hisler, asla tatmin olmayan arzular, dahasını isteyen bir nefis ruh sağlığımızı tehlikeye atıyor olsa gerek ki maddî anlamda eksiksiz yaşayan birçok insan, hayatında eksik olan şeyi aramakla meşgul. Ölmeden önce ölsek, bir silkeleniriz aslında. Silkeleniriz ve yetmeyen şeyler birden fazla gelmeye başlar. Hatta paylaşabileceğimizi fark ederiz.

Ömür boyu biriktiren de, ömür boyu bir şeyleri eksik olan da hiçbir şey götüremedi bu dünyadan. Görünen o ki, biz de götüremeyeceğiz. Bu cihetle bakınca dünyanın derdi küçülüyor. Çünkü dünya küçülüyor. Daha fazla harcama isteği birden anlamsızlaşıyor. Nesneler azalınca ilginin bölüneni de azalıyor. Duygu dünyamızın kapılarını aralamak ve gereken itinayı göstermek için yeterli dikkate sahip olma şansımız artıyor. Ölmeden önce ölünce her şey değişiyor. Ne gerçekten önemli, ne değil, açığa çıkıyor. Elzem şeyler listemizi bir de bu pencereden gözden geçirirsek, gerçekliğimiz artar diye umuyorum.

İhtiyaçlarımızın farkına varamadığımız, belki de asıl ihtiyaç duyduğumuz şeye bir türlü sıra gelmediği için bu kalabalığın içinde boğuluyoruz. Nefes almanın bir yolunu ararken, yine Allah’ın emrine denk geliyoruz: “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez…”