
ZAMAN mefhumunu
kaybettiğimiz bu yıllarda, artık sıkça geçmiş yâd edilir oldu. “Eskiden…” diye
başladığımız cümleler buram buram buruk bir hasret kokuyor. Çokça harcadığımız
duygularımız bugünlerde kimseye yetmiyor. Materyalist yaşamayı, eşyayı sevmeyi
âdet edindiğimizden beri doymayı beceremez olduk. Ah o eskiler!
“Bir
tas yemekle ortadan yer, hepimiz doyardık” derdi zamana yenilmiş bir büyüğüm.
Şimdi yiyecek de bol, çeşit de. Fakat doyamıyoruz. Her sofradan tok, ancak
noksan kalkıyoruz. Bu yüzyılın çilesi bu olsa gerek. Çok var fakat yetmiyor.
Yetiremiyoruz.
İnsan
harcamaya kaptırınca, toplamakta zorlanıyor. Bu yüzden hayatlarımızda bir
dağınıklık söz konusu belki de. Harcadık nihayetinde ve artık bizim olan bize
yetmediği gibi, ona sahip olmak da yetmiyor. Hâkimiyet alanımız sürekli
genişlesin istiyoruz. Oysa eskilerimiz derdi, “Önemli olmak, sahip olmak değil,
olmak”.
Olamadığımız
her şeyi satın alabilme gücünü sevince, herkes, her şey olmaya başladı.
Böylelikle her şeyin içi boşaldı. Aslında niyetim bir sitem bırakmak değil, fütursuzca
harcamanın getirdiği tükenme sorunumuza bir çözüm arayışı getirmekti. Biz
neyden nasıl tasarruf edeceğiz?
Evvelâ
eşyayı azaltmak, ruhumuza iyi gelecek bir yöntem olabilir. Fakat “azaltmak”
denilince, ne zaman kötü olanı, işe yaramaz olanı infak etmeyi anlamazsak, o
vakit sadeleşebiliriz. Aksi hâlde sadece eksiliriz. Ve emin olun, yerine
yenisini bugün değilse yarın koyarız. Dolayısıyla nitelikli ve kaliteli bir şekilde
azaltmayı kastediyorum. Sadeleşmeyi, daha az eşya ile daha çok iş görebilme
yetimizi güçlendirmeyi, pratik olabilmeyi ve her şeyden önemlisi de yetirebilmeyi…
Yetinebilen insan neyin eksikliğinden şikâyet eder ki bu hayatta?
Maddelerden
arındıktan sonra zihnimizi arındırıp tasarrufu bir ideoloji hâline
getirebilirsek, kim bilir, belki de bu sadelik bize bereket getirir. Böylelikle
oldukça acımasız şekilde harcanan duygulara da sıra gelir ve itidalli sarf
edilir. Hisler noktasında bir tasarruf sağlanır ve özüne uygun bir mahremiyet
benimsenirse, mevzubahis duygularımız olduğunda, bu kadar ortalığa saçılıp
ayaklar altına alınmasının önüne geçebiliriz. Bu, denemeye değer bir yöntem.
Maddî ve manevî bütüncül bir tasarruf, birbiriyle bağlantılı toplu bir ihya
hepimize iyi gelmez mi? Doyan mideler, aç kalan hisler, asla tatmin olmayan
arzular, dahasını isteyen bir nefis ruh sağlığımızı tehlikeye atıyor olsa gerek
ki maddî anlamda eksiksiz yaşayan birçok insan, hayatında eksik olan şeyi
aramakla meşgul. Ölmeden önce ölsek, bir silkeleniriz aslında. Silkeleniriz ve
yetmeyen şeyler birden fazla gelmeye başlar. Hatta paylaşabileceğimizi fark
ederiz.
Ömür
boyu biriktiren de, ömür boyu bir şeyleri eksik olan da hiçbir şey götüremedi
bu dünyadan. Görünen o ki, biz de götüremeyeceğiz. Bu cihetle bakınca dünyanın
derdi küçülüyor. Çünkü dünya küçülüyor. Daha fazla harcama isteği birden
anlamsızlaşıyor. Nesneler azalınca ilginin bölüneni de azalıyor. Duygu
dünyamızın kapılarını aralamak ve gereken itinayı göstermek için yeterli
dikkate sahip olma şansımız artıyor. Ölmeden önce ölünce her şey değişiyor. Ne
gerçekten önemli, ne değil, açığa çıkıyor. Elzem şeyler listemizi bir de bu
pencereden gözden geçirirsek, gerçekliğimiz artar diye umuyorum.
İhtiyaçlarımızın
farkına varamadığımız, belki de asıl ihtiyaç duyduğumuz şeye bir türlü sıra
gelmediği için bu kalabalığın içinde boğuluyoruz. Nefes almanın bir yolunu
ararken, yine Allah’ın emrine denk geliyoruz: “Yiyiniz, içiniz, israf
etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez…”