Ziya Gökalp

Kürtlerle Türklerin kardeşliği, İslâm’dan dolayıdır. İslâm’ı hesaba katmayan bir Kürt-Türk kardeşliği iddiası boştur, anlamsızdır. Kürt meselesinin çözümü için Gökalp’in kafa yorması önemlidir ve değerli bir tecrübedir. Ancak günümüz şartlarında bu tecrübenin bir işe yaramadığı açıktır. Gökalp’in hem Kürtler hem de Türkler arasında bir karşılığı yoktur. Buna karşılık Kürt meselesinin çözümü için Gökalp’in hatırlanması entelektüel bir çaba olsa bile uygulanabilir değildir.

TÜRKİYE’de ne zaman Kürt meselesi ya da Kürt-Türk kardeşliği konuşulsa bazı çevreler, bu kardeşlik için örnek şahıs olarak Ziya Gökalp’i (d.1876-v.1924) hatırlamaktadırlar. “Bin yıldır beraberiz, bin yıllık kardeşliğimiz var” söyleminden sonra, kardeşlik için yüzyıl öncesinden bir ismin, yani Ziya Gökalp’in seçilmesi dikkat çekicidir.

Ziya Gökalp’in ölümünün 100’üncü yılı münasebetiyle düzenlenen törenler, yapılan konuşmalar, yine Türk-Kürt kardeşliği vurgusuyla devam etmiştir. Muhtemelen Kürt meselesinin, Ziya Gökalp’in görüşleriyle çözülebileceği düşüncesi, Gökalp’in adını bu konuda öne çıkarmaktadır.

Gökalp, babası Diyarbakır Çermikli Mehmet Tevfik Bey, annesi Pirinççizadeler’den Zeliha Hanım’dır. Gökalp’in adı, Mehmet Ziya iken, İkinci Meşrutiyet’ten itibaren o, yazılarında Ziya Gökalp adını kullanmıştır. Soyadı kanunundan 25 yıl kadar önce kendisine bir soyadı seçmiştir. Mehmet Fuat Dündar, babasının Türk, annesinin Kürt olduğu görüşündedir. Ancak her nedense Gökalp, Türk değil, Kürt olarak bilinmektedir.

Gökalp, Diyarbakır idadisinden ayrılıp İstanbul’a gitmek isterken, parasızlık nedeniyle İstanbul’a gidememiş, aile kararı ile amcasının kızı ile evlendirilmek istenilmesinden dolayı, yaşadığı bunalımın sonunda intihara teşebbüs etmiş, o sırada Diyarbekir’de bulunan Abdullah Cevdet tarafından tedavi edilmiştir. Cevdet, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) kurucularındandır ve iflah olmaz bir pozitivisttir. Gökalp, Cevdet sayesinde İTC ile tanışmıştır. 

Gökalp, 1896’da İstanbul Halkalı’daki Baytar mektebine başlar. Bu sırada Kürt milliyetçisi denilebilecek Hanili Salih Bey ve Halil Hayali Bey gibi şahıslarla münasebeti olur. Ancak Gökalp, İstanbul’da iken tercihini kesinkes Türk milliyetçiliği lehine kullanmıştır.

Baytar mektebinde iken İTC faaliyetleri nedeniyle tutuklanıp bir yıl hapis yatar, ardından Diyarbekir’e sürgün edilir. Bu olaylar Gökalp’in siyasî tarafını kuvvetlendirir. Hamidiye Alayları’ndan birisinin komutanı olan Millî Aşireti reisi İbrahim Paşa, Diyarbakır ve çevresinde otorite kurmaya çalıştığı esnada Diyarbakırlılar buna tepki göstermiş, PTT şubesini Temmuz 1905 ve Ekim 1905’te iki defa işgal etmişlerdir. İşgalcilerden birisi de Ziya Gökalp’tir. İbrahim Paşa, Abdülhamit taraftarı, Gökalp ise iflah olmaz bir Abdülhamit muhalifidir. 

10 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ikinci defa ilanı Gökalp’in duygularını adeta köpürtmüştür: 

“10 Temmuz’dan, Osmanlıların o büyük bayramından evvel ara sıra yine burada toplanıyorduk. Amma nasıl? O zaman koyun sürüsü idik… Biz koyun sürüsü, mıhlanmış gibi dikilir, donmuş gibi dinlerdik... Nihayet bu hâl, Gayretullah’a dokundu. Damarlı olanlarımızın kanına dokundu. Rumeli’deki sürüler bir kahraman ordu kesildi…. Bir de buradaki sürüler de onların yardımıyla koyunluktan, kurtluktan çıktık. Elhamdülillah insan olduk…”

Gökalp, görüldüğü gibi Meşrutiyet öncesi toplumsal hayatı insanlık dışı sayacak kadar ileri gitmiştir. Millî Aşireti, İbrahim Paşa olayları nedeniyle Kürt aşiretlerinin yapısı hakkında çeşitli yazılar yazmış ve aşiret yapısını “sosyal bir problem” olarak görmüştür. Problemin çözümü için, “tetkik, teşhis ve tedavi” diye üç aşamalı bir formülü savunmuştur. Nihayet savunduğu tedavi formülüne göre, “Kürt bireyi doğrudan devlet temsilcileri ile muhatap olmaz, onun yerine aşiret ağası muhatap olur, bu durum aşiret yapısını tahkim eder, Kürt bireyini silikleştirir hatta ezer. Bunun için devlet dairelerinden aşiret ağalarının nüfuzu kırılmalı, Kürt bireyi doğrudan kendisi devlet ile muhatap olmalıdır”.

Sosyal bir problem saydığı Kürt aşiret yapısının, cerrahi bir operasyonla tedavisinin mümkün olmayacağını, Kürtlerin temsil ve isticnaslarını (eritme ve cinsine benzetme) savunmuştur. Bunun için kadıların yöre halkından seçilmesi, Kürt köylülerinin Türkçe konuşmaya özendirilmesi için tarafı oldukları dâvâlar için mutlaka mahkemeye gelmelerinin sağlanması, Kürt köylerinde mutlaka köy okullarının açılması, göçebe Kürtlerin yerleşik hayata geçmelerinin temin edilmesi, göçebelerin iskanı ile Kürtler arasında özel mülkiyetin gelişmesinin teşvik edilmesi, arazi sahiplerinin devlet memurluğuna alınmaması gibi görüşlerini önce Peyman sonra İçtimaiyat dergisinde yazmıştır. 

Gökalp, Türk milliyetçiliğini bir etnisite meselesi değil bir kültür meselesi olarak görmüştür. Ancak onun Türkçülüğü ya da milliyetçiliği bilinen sınırları aşmıştır. Turan adlı şiirinde: 

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,/ Köylü anlar mânâsını namazdaki duanın.../ Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur/ Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın.../ Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Cumhuriyet döneminde İslâmcı akım için Abdülhamit sembol bir isim olmuştur. Abdülhamit’e muhalif olan herkes gibi Gökalp de İslâmî kesim için son derece olumsuz birisidir. Üstelik Gökalp, İTC’nin Heyeti Umumiye Azası olarak hem Abdülhamit’in askerî darbeyle devrilmesinde, hem de ülkenin savaşa sokulmasında suçlulardan birisidir. Türkçe ezan, Türkçe Kur’ân istemesinden dolayı, tek parti döneminin zalim uygulamalarına yön vermiş birisidir. Başta Necip Fazıl Kısakürek, Kadir Mısıroğlu olmak üzere İslâmî kesimin öncüleri, Gökalp’i bu suçlarının yanında sahte bir kahraman olarak görmüş, onun aslında Türk olmadığını, Türklerle Kürtlerin arasına fitne sokmak için Türkçülük yaptığını, Gökalp’in kendisine örnek aldığı, ilham kaynağı saydığı Emile Durkheim’in (v.1917) bir Yahudi olduğunu belirtmişlerdir.

Bunun yanında, ders kitaplarında CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın fikirlerinden etkilendiği yazarlar arasında Ziya Gökalp’in adının da yazılması İslâmî çevrelerin İTC iktidarının yapıp ettiklerine ilaveten, CHP’nin İslâm karşıtı işleri içinde Gökalp’i sorumlu görmelerine yol açmıştır. 

İstanbul’un işgalinden sonra İngilizlerin tutuklayıp Malta’da özel bir mahkemede “savaş suçlusu” diye yargıladıklarından birisi de Ziya Gökalp idi. Ekim 1921’de salıverilmesinden sonra Ankara’ya gelmiş, ancak Kemal Paşa istemediği için Ankara’da kalamamış, Diyarbakır’a gitmek zorunda kalmıştır. Rıza Nur’un gönderdiği para ile Diyarbakır’da Küçük Mecmua’yı çıkarıp Ankara’daki Meclis’e, hükûmete destek olmaya çalışmıştır.

Buna karşılık, Gökalp’in İTC yöneticisi olması ve ölümüne kadar Halifeliği savunması gibi hususlardan dolayı Gökalp ile Kemal Paşa’nın yıldızları barışık olmamış, Diyarbakır’da yokluk içinde yaşarken ölümüne yol açan hastalığının tedavisi için yakın dostları onu İstanbul’a getirmişlerdir. Tedavisinden sonuç alınamamış, Ekim 1924’te ölmüştür. Kemal Paşa’nın asıl yakın olduğu, fikirlerinden fazlası ile etkilendiği kişi Malatya Arapkirli pozitivist Abdullah Cevdet’tir. Hâl böyle iken Ziya Gökalp, Diyarbakır’da olduğu esnada (17 Kasım 1922) mücadele geçmişi ve birikimiyle açıklanamayacak şekilde, Gazi’ye istida adını verdiği şiirini yazmıştır:

“Bu yurt mahrum güzellikten, ümrandan…/ Köylülerin nasibi yok irfandan,/ Ey kurtaran bizi Yunandan!/ Kurtar bizi daha birçok düşmandan!

Sen dâhisin, buna çoktan inandık;/ Mefkûresiz rehberlerden pek yandık./ Garpta şarklı yaşayıştan usandık;/ Kurtar bizi beynelmilel hüsrandan!

Sürümüzde bir kurt çoban kalmasın,/ Tepemizde gizli düşman kalmasın,/ Düşmanların dostu hakan kalmasın;/ Kurtar bizi bu yaldızlı yılandan!

Abdülhamit gerçi Kızıl Sultandı,/ Buna nisbet yine o insandı…/ Çok masumlar fetvasına aldandı:/ Kurtar bizi artık kara sultandan!”

Gökalp, 1913’te “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” kitabını yazmış ve Anasır-ı İslâmiye’nin birliğini savunmuş, bunun için Halifeliğin varlığını gerekli görmüş, Halifelik hakkındaki görüşünden ölünceye kadar vazgeçmemiştir. Ancak, dahi kurtarıcı saydığı Kemal Paşa, İngilizlerin isteği üzerine Halifeliği kaldırmıştır. Buna rağmen dahi/ kurtarıcı bildiği Kemal Paşa’yı eleştiren tek cümle yazmamıştır. Abdülhamit ve Vahdettin için o kadar ağır ifadeler kullanan Gökalp, Kemal Paşa’nın, CHP’nin yapıp ettiklerini eleştir(e)meyerek büyük bir çelişkiye düşmüştür. Bütün bu örneklerde yer aldığı gibi Gökalp, İslâmî çevrelerin gözünde ebedî bir mahkûmiyete uğramıştır. 

Abdülhamid’e muhalefeti, Osmanlıya karşı düşmanlığı, İTC yöneticiliği, nihayet CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’yı kurtarıcı dahi sayması Gökalp’i bu çevrelerin gözünde hem bitirmiş hem de tek parti döneminin suç ortağı hâline getirmiştir. İslâmî çevrelerin, Gökalp’in siyasî çizgisi ve fikirlerindeki gel-gitler yerine, onu zorla Kürt yapmaya çalışmaları ve “Kürt iken Türkçülük yaptı” demeleri önemli bir çelişkidir. Günümüzde İslâmî çevreler için Gökalp’in lehine yazılan her cümle, ırkçılığı, Kemalizm’i övmekle eş anlamlıdır.

Gökalp’in Kürt meselesi için yazdıkları, 100 yıl önce bir anlam ifade edebilirdi. Günümüzde onun “tetkik-teşhis-tedavi” başlığı altında savunduklarının kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Kürtler yerleşik hayata geçmiş, çoğunluğu büyük şehirlere taşınmış, okulu olmayan Kürt köyü ve Türkçe bilmeyen Kürt kalmamış, Kürt aşiretleri büyük ölçüde etkisini kaybetmiş ancak Kürt meselesi varlığını sürdürmektedir.

Şu hatırlanmalı ki Kürtlerle Türklerin kardeşliği, İslâm’dan dolayıdır. İslâm’ı hesaba katmayan bir Kürt-Türk kardeşliği iddiası boştur, anlamsızdır. Kürt meselesinin çözümü için Gökalp’in kafa yorması önemlidir ve değerli bir tecrübedir. Ancak günümüz şartlarında bu tecrübenin bir işe yaramadığı açıktır. Gökalp’in hem Kürtler hem de Türkler arasında bir karşılığı yoktur. Buna karşılık Kürt meselesinin çözümü için Gökalp’in hatırlanması entelektüel bir çaba olsa bile uygulanabilir değildir. İkinci Meşrutiyet döneminden günümüze kadar az çok etkisi devam eden nadir isimlerden birisi Gökalp’tir. İşin bu tarafı teslim edilmelidir. CHP’nin el üstünde tuttuğu Abdullah Cevdet’in adı sanı ortada yokken Ziya Gökalp’in adının caddelere, okullara verilmesi de hayret veren bir çelişkidir.

Gökalp, Diyarbakır Çermikli olduğu için Kürt meselesinin çözümünde hatırlanırken, Diyarbakırlı olan ve Diyarbakır’ı başkent olarak kullanan, Diyarbakır’dan Mardin’e kadar pek çok yerde hayırlı eserleri bulunan Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın hatırlanmayışı akla ziyandır. Az çok hemen her yerde ve Türkiye coğrafyası ile ilgisi olmayan Selahaddini Eyyubi adına, okul, cadde ve hastanelere rastlanırken Uzun Hasan’ın adının hiç olmayışı tuhaf değil midir?

------------------------------

KAYNAKÇA

https://www.academia.edu/38066475/K%C3%BCrt_Sorunu_Ekseninden_Bir_Ziya_G%C3%B6kalp_Biyografisi  

Kadri Cemil Paşa (Zınar Silopi), Doza Kurdistan, Ankara 1991, Özge Yayınları.

M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, Ankara 1981.

Necip Fazıl Kısakürek, Sahte Kahramanlar, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1977.