2009 yılının Mart ayı
sonuydu. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önünde duran cenaze
defin iznine imzasını atmıyordu.
Bütün
Türkiye’nin acı içinde hazmetmeye çalıştığı bir şehâdet hâdisesinin üzerine
Ankara’daki Tacettin Sultan Dergâhı’nın hazîresine yapılacak defin, Millî
Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’u çok sevdiğini ve onun hatırasına saygısızlık
olacağını düşündüğünü söyleyen dönemin Kültür ve Turizm Bakanı tarafından
engelleniyordu.
Rivâyet
o ki, dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan’ın, daha söz konusu defin
yerinin kime ait olduğunu dahi bilmeyen Günay’a hâddini bildirerek imza
attırmasıyla bu engel kalkmıştı. Şehit Muhsin Yazıcıoğlu defnedilmiş, Bakanlar
Kurulu kararına ilişkin belge ise definden sonra çıkarılabilmişti…
Bu
hatırayı niçin anlattım?
10
Temmuz 2020 günü, 1934’te alınan ve Resmî Gazete’de dahi yayınlanmaksızın
yürürlüğe sokulan Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak ihdas edilmiş Ayasofya
Camii, yeniden Fatih Sultan Mehmed Han’ın mülkiyetindeki aslıyla ibadete
açıldı.
Konu,
hukukî bazda bir süreci ilgilendiriyordu. Bu nedenle idarî yargının konuyu
çözümlemesi lâzımdı.
Daha
önce iki kez Ayasofya’nın müzeden aslına yani “cami” statüsüne çevrilmesine
ilişkin talepleri reddeden Danıştay, 10’uncu Daire’de Ayasofya’nın
Müslümanların ibadetine sunulmak üzere yeniden camiye çevrilmesine dair açılan
dâvâyı gördü ve kararını “cami olması” yönünde sonuca bağladı.
Konu
sonuca bağlandı da, Recep Tayyip Erdoğan düşmanları, bu işin kahramanını
Danıştay olarak gösterdi bile!
Bu
güruh, kararı Danıştay alınca ve dâvâyı da bir dernek açınca, konunun
Hükûmet’in, özellikle de Erdoğan’ın kontrolünde olmadığı yönünde bir söylem
geliştirdi. Bu güruha göre Türkiye’deki hukukî her kötü karar, iktidarın
baskısı nedeniyle kötü… Peki, ya bu karar niçin iktidardan bağımsız?
Ertuğrul
Günay’ın, sadece bir defin işlemini üç gün nasıl oyaladığını başlangıçta bu
yüzden hatırlattım. Zira şimdi aktaracağım detay çok önemli!
Karar,
Danıştay tarafından bizzat açıklanmadı.
Ya
kamuoyu bu bilgiye nasıl ulaştı?
Dâvâyı
açan derneğe, Sürekli Vakıflar Tarihî Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği’ne gönderilen
karar tebliği, bizzat derneğin avukatı tarafından basın yoluyla duyuruldu.
Kararın
ilân edildiği saat 16:15 idi. Danıştay’ın karar vermesi ise yürütme noktasında
bir şey ifade etmiyordu. Zira yürütmenin bu konuda doğrudan inisiyatifini
göstermesi lâzımdı.
Düşünün
ve inanın ki, Günay yahut zihniyetinden biri var olsaydı bu karar ya yok
hükmünde kabul edilir yahut da süreç oyalanırdı.
Peki,
ne oldu?
Türkiye
Cumhuriyeti’nin 12’nci ve Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin ilk
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, kararın yürürlüğe girdiğine dair
Cumhurbaşkanlığı Kararnâmesi 16:20’de yayınlandı.
Yani
söz konusu karar dernek yetkilisi tarafından okunurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan
imzasını atmıştı!
(Belki
de daha önce… Ancak onun hukuk üzere beklediğine adım gibi eminim! Karar
alınmasına rağmen ilânın bir hafta bekletilmesi konusu bence es geçilmemeli
zira…)
Bir
defin işlemi dahi parlamenter sistem döneminde üç gün oyalanmışken,
Ayasofya’nın yeniden cami statüsüne kavuşması gibi bütün dünya siyasetinin
odaklandığı bir konu, bizim duyuşumuzla dahi sadece 5 (yazıyla da “beş”) dakika
sürdü!
Hamdolsun!
***
Bazı
Erdoğan düşmanlığı azgınları, Erdoğan’ın daha önceki “Önce Sultan Ahmed’i
dolduralım” şeklindeki sözünü hatırlatma yoluna giderek güya konunun onun
elinde olmadığını göstermeye tevessül ediyorlar.
Demek
ki Erdoğan, Sultan Ahmed Camii’nin dolduğunu ve yetmediğini görmüş, olamaz mı?
Hattâ
bence yabancı turist lobileri, Sayın Cumhurbaşkanı’na yurtdışı seyahatleri
sırasında küçük not kâğıtları vererek şöyle yazmışlar: “Sultan Ahmed’de namaz kılınırken bile orayı ziyaret edebiliyoruz. Hem
de bedava! Ne olur Ayasofya’yı da cami yapsanız da oraya da bedava girebilsek…”
Elbette
mağdurun daima yanında olan Cumhurbaşkanı, bu isteğe karşılıksız kalamazdı.
Lâtife
bir yana, Ayasofya, “Ayasofya Camii” olmakla birlikte zincirden kurtuldu. Hem
de hukuksuz bir zincirden…
Devlet,
eski bir hükümdar olmasını bir kenara bırakın, bir mülkü, sahibinin istediği
şekilde tanımasıyla insan hakları ve mülkiyet hukukuna yönelik büyük bir hukuk
tanımazlık içerisinde olduğunu kabul edercesine bir zulmü bitirdi.
Artık
mazlumlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sonuna kadar güvenebilirler. Zira
Ayasofya, bu devletin hak, hukuk ve adalet hususunda sadece haklının tarafında
karar verip ona göre aksiyon alacağını kanıtlamıştır!
Ve
artık Müslümanların, “Bize yaptırmazlar,
izin vermezler!” mazereti çöpe atılmıştır!
Recep
Tayyip Erdoğan, beş dakikada icraata döktüğü bu konuyla birlikte âdeta
Müslümanlara şu mesajı vermiştir: “Yıllardır
‘Dünya beşten büyüktür’ diyordum, artık aksiyon almanın zamanı gelmedi mi?”
Zincirler
kırıldı, Ayasofya açıldı!
Bu
ilânı duyan gafil uyanmadı mı?