Zika, Ebola, H1N1, H5N1, SARS, MERS, Covid-19: Virüsler Çağı

Covid-19’un SARS’a göre 6-7 kat daha hızlı yayıldığı belirtiliyor. Bunun yanında, yaşlılarda ve yüksek tansiyon, kalp problemleri ve diyabet gibi altta yatan başka sağlık sorunları olan insanlarda Yeni Tip Koronavirüsün ciddî hastalık geliştirme olasılığı çok daha yüksek.

İÇİNDE bulunduğumuz zaman dilimi, insanoğlunun teknolojik anlamda zirveye çıktığı, küresel bazda sınırların kalktığı, soruların cevabının çok çabuk bulunduğu bir bilgi çağı. Bu çağda insanlar bilgi noktasında ne kadar ileri giderlerse gitsinler, ilk insan Hazreti Âdem’den bu yana insanın alnına yazılan İlâhî ve kaçınılmaz sonla karşılaşıyorlar.

Hikmetinden sual olunmaz, Rabbim, günümüz bilgi çağında tüm insanlığın belki de vicdanî muhasebesini yapması için türlü salgın ve hastalıklarla hepimizi sınıyor. Bu öyle bir sınama ki, Müslüman ülkesinde cemaat, artık birlikte namazlarını edâ edemiyor. Kâbe’yi yalnızca kuşlar tavaf ediyor. Bu oldukça düşündürücü, bir o kadar da ibret verici bir durum! İşin uhrevî boyutunda başta İslâm âlemi olmak üzere tüm insanlığın gerekli dersleri çıkaracağına inancım tam.

Her ne kadar içinde bulunduğumuz dönem “Bilgi Çağı” olarak adlandırılsa da, son zamanlarda ortaya çıkan virüs kaynaklı salgın hastalıklar, yaşadığımız zaman dilimini çoktan virüsler çağına çevirmiş durumda. Son dönemde Covid-19 adıyla da bilinen Koronavirüs hastalığının etkisiyle yeniden gündeme oturan salgın hastalıklar, aslında yaşadığımız yüzyıla oldukça âşina. Koronavirüsün bu kadar bilinir hâle gelmesinin nedeni, etki alanının diğerlerine göre çok daha fazla geniş olması.

Şimdi isterseniz, 21’inci yüzyılda insan sağlığını tehdit eden virüslere yakından göz atalım…

 

Zika virüsü

İlk kez 1947 yılında Uganda’nın Zika ormanlarındaki maymunlarda görülen virüse 1954 yılında Nijerya’da rastlanmıştır. 21’inci yüzyılda ise 2015’in Mayıs ayında, Aedes cinsi dişi sivrisinekler yoluyla yayılarak Brezilya’da yeniden ortaya çıkmıştır. Zika virüsü, Flaviviridae virüsü familyasına ait Flavivirus cinsinin bir üyesidir. Bilim insanları, Zika virüsünün hâmile kadınlara bulaşması hâlinde, yeni doğan bebeklerde nöro-gelişimsel bozukluk olan “mikrosefali” (küçük kafa) ortaya çıkabildiğine işaret etmektedir. Bu bebeklerin başları normalden 31-32 santimden daha küçük olmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Zika virüsünün anne karnındaki bebeklerde oluşturduğu sağlık problemi nedeniyle Zika virüsünden şüphelenen veya virüs görülen kadınların hâmileliği en az 2 ay, Zika virüsü görülen veya şüphelenilen erkeklerin ise çocuk sahibi olmayı en az 6 ay ertelemelerini tavsiye etmektedir. Uzmanlar, virüs semptomlarının bulaştıktan yaklaşık bir hafta sonra görülmeye başlandığını, virüsün kanda birkaç gün kaldığını (bazı kişilerde daha uzun kalabiliyor) belirtiyorlar. Özellikle hâmile kadınların kat’î sûrette kendilerini koruması gereken Zika virüsünün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, göz kızarıklığı, kusma, şiddetli baş ağrısı, eklem ağrıları ve deride dökülmeler.

Zika virüsünün yayıldığı Brezilya’da, 2005 yılından bu yana 3 bin 500’den fazla bebeğe “mikrosefali” teşhisi konulmuştur. Şimdiye kadar, beyin fonksiyonlarında bozukluklara neden olan Zika virüsünü taşıyan 51 bebeğin hayatını kaybettiği bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 33 ülkede görülen Zika virüsünün özellikle Güney Amerika’da yayılmaya devam ettiğini duyurmuştur. Hastalığın özgün bir tedavisi mevcût olmayıp, Zika virüsü aşısı üzerindeki araştırmalar devam etmektedir. Bir kısım bilim insanı, virüs aşısının geliştirilmesinin 10 yılı bulacağını iddia ederken, bir kısım da aşının 5 yıl içinde geliştirileceğini iddia etmektedir.

Zika virüsü tedavisi için dinlenme ve bol sıvı tüketimi önerilirken, hekim kontrolünde olmak şartıyla bazı ateş düşürücü ve ağrı kesici ilâçların da hastalığın tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. Antibiyotik ilâç kullanımı hiçbir virüs üzerinde etkili olmadığı gibi Zika virüsünde de tedavi amaçlı kullanılmamaktadır. Yetkililer virüsün görüldüğü durgun suları kurutmanın ve ilâçlamanın bu hastalıkla baş etmenin tek yolu olduğunu vurgulamaktadırlar.

 

Ebola virüsü

İlk kez 1976 yılında Kongo’da ortaya çıkan Ebola, 2013 yılının Aralık ayında Batı Afrika’da yeniden görülmeye başlamıştır. 21’inci yüzyılda Gine’de rastlanan ve yayılan Ebola virüsü, daha sonra Liberya ve Sierra Leone’ye sıçrarken, sonrasında 7 ülkede daha Ebola vakaları tespit edilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilere göre, Ebola vaka sayısı 28 bin 638’i bulmuştur. Bu vakalardan 11 bininde ise hastalık ölümle sonuçlanmıştır.

Ebola virüsü, insanlarda ve insan dışı primatlarda viral hemorajik ateş şeklinde ciddî hastalık formlarına yol açan virüstür. Dünya Sağlık Örgütü tarafından Dördüncü Risk Grubu Patojen olarak kabul edilmektedir. Çok tehlikeli bir virüstür. İshal, kanama, deri döküntüleri ve yüksek ateşe neden olur. Adını, Afrika’daki bir nehirden almaktadır. Bulaşıcıdır.

Ebola, Filavoviridae ailesinden bir RNA virüsüdür. 4 türünden 3’ü tanımlanmıştır. İnsanlarda hastalık yapanlar Ebola-Zaire, Ebola-Sudan ve Ebola-Fildişi Kıyısı cinsidir. Dördüncü tür Ebola-Reston sadece hayvanlarda görülür. Tam olarak tespit edilemese de yaygın fikir, Afrika kökenli bir hayvandan insanlara geçtiği düşüncesidir. Ebola, SARS ya da grip virüsüne nazaran daha zor bulaşmaktadır. Havadan kesinlikle yayılmaz. Hastalık, virüsü taşıyan bir hayvanın ya da hastanın kanına ya da ter, idrar ya da sperm gibi diğer vücût sıvılarına dokununca bulaşmaktadır.

Bu hastalıktan hayatını kaybeden mevtaların cenazelerinde bile cansız bedenlere çıplak elle dokunulması, virüsün bulaşmasına yol açabilmektedir. Virüsün kuluçka süresinin 2 gün ilâ 3 hafta arasında sürdüğü bilinmektedir.

Ebola’nın teşhisi hiç de kolay değildir. Zira ilk semptomlar, gribi andırmaktadır. Bu virüsün Afrika’da sıklıkla görülmesinin bir başka nedeni, kıtaya özgü sağlıksız ortamlardır. Afrika’da sağlık çalışanları tarafından hastalara maskesiz, galoşsuz ve eldivensiz bakılmaktadır. Ayrıca tek kullanımlık olmayan şırınga veya enjektörlerin sterilize edilmeden sadece suyla yıkanıp tekrar kullanımı ile birçok kişi enfekte olabilmektedir. Ebola virüsünün belirtileri başlangıçta şu şekildedir: Yüksek ateş, ishal, kusma, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, hâlsizlik, boğazda acıma hissi, sürekli hıçkırık, gözde kaşınma, vücûtta kızarıklıklar.

Ebola virüsü, ilerleyen safhalarda ise aşağıdaki belirtileri gösterir: Göğüs ağrısı, ishal, kusma, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, hâlsizlik, göz, kulak ve ağızda kanama, körlük, kan kusma.

Hastalığın başlangıç evrelerinde görülen yüksek ateş, kusma ve ishal zaten başka birçok hastalığın da diğer tanımlayıcı semptomu olarak kabul edildiğinden, çoğu zaman hastalara kanama olduğu zaman Ebola tanısı konulabilmektedir. Ebola virüsü taşıyan ve tedavi edilemeyen insanlar, hastalığın sonunda çoklu organ yetmezliğinden hayatlarını kaybetmektedirler. Bunun en büyük nedeni, Ebola virüsünün vücûttaki beyaz kan hücrelerini hızla yok ederek bağışıklık sistemini çökertmesi ve insan vücûdunun virüse karşı savaşamaz hâle gelerek organların iflâs etmesidir.

Ebola virüsü için standart bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Günümüzde tedavi yöntemleri daha çok destek niteliğindedir. Vücûttaki sıvı kaybını azaltmak için hastalar vakit kaybetmeden seruma bağlanmaktadır. Hastanın oksijen değerleri ve kan basıncı bu süreçte yakından takip edilir. Ebola virüsünün tedavisinde standardize bir tedavi yöntemi bulunmamakla birlikte, virüse karşı aşının geliştirilmesi yönünde çalışmalar devam etmektedir.

 

Domuz gribi (H1N1 virüsü)

Dünya Sağlık Örgütü tarafından geniş çaplı salgın olarak tanımlanan ve “domuz gribi” olarak da bilinen “Influenza-H1N1”, 21’inci yüzyılın en tehlikeli salgınlarından biri olarak kabul edilmektedir. Meksika’da, 2009 yılının Mart ayında kitlesel salgına dönüşerek ortaya çıkan hastalık, domuzlarda görülen bir tür grip virüsünün genetik değişim geçirmesi nedeni ile “domuz gribi” adını almıştır.

Salgın, Amerika kıtasının ardından 2009 yılının ortalarına doğru tüm dünyaya yayıldı. Klinik belirtileri mevsimsel gripten farklı olmayan hastalığın en önemli farkı, toplumun büyük kesiminin daha önceden bu ve benzeri virüslerle karşılaşmamış olması. Bu nedenle dünya nüfusunun önemli bir kısmının hastalığa açık olduğu belirtiliyor. Bu pandemik grip (H1N1) için geliştirilen aşı şu anda ABD, İsveç ve Macaristan’da kullanılmakta olup, hastalığın semptomları aşağıdaki gibidir: Yüksek ateş, baş ağrısı, titreme, yorgunluk, öksürük, eklem ağrısı, gözde tahriş.

Kronik hastalığı olan insanlar veya vücût direnci düşük olan insanlar, mevsimsel gribi daha ağır geçirdiği gibi domuz gribi hastalığını da daha ağır bir şekilde geçirmektedirler. Semptomların daha ağır seyrettiği hastalarda farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Çeşitli organlarda iltihaplanmalar görülebilmektedir. İltihabın en yaygın olarak görüldüğü organ akciğerdir. Akciğer enfeksiyonu yani bilimsel adıyla “pnömoni” (zatürre), hastalığın ölümle sonuçlanmasına sebep olabilir. Bunun dışında astım hastalığı, H1N1 virüsü ile birleştiği zaman ileri düzey solunum yetmezliğine yol açarak yine hastalığın ölümle sonuçlanmasına sebep olabilmektedir.

Domuz gribini ortaya çıkaran nedenler, mevsimsel griple neredeyse aynıdır. Ancak bu gribe domuz gribi denmesi, hastalarda ve sağlıklı insanlarda gerginlik yaratır. Domuz gribine neden olan H1N1 virüsü de grip virüsünün evrim geçirmiş bir başka hâlidir aslında. Hastalığa bu adın verilmesinin nedeni, domuzlarda görülen grip virüsüne benzemesidir. İnsanlarda görülen domuz gribi virüsü kuşlarda, domuzlarda ve insanlarda görülenin bir karışımıdır. Hastalığa neden olan H1N1 virüsü, geçirdiği evrim sonucu domuzdan insana bulaşmaya başlamıştır. Bu nedenle hastalık, bir domuzdan insana solunum yoluyla gayet rahat bulaşır.

Avrupa’da ve diğer birçok kıtada domuz çiftliklerinin çokluğu, bu hastalıkların insanlar arasında yaygınlaşmasında oldukça büyük bir etkendir. Geçmişte Müslüman olmayan ülkelerde domuz eti tüketildiğinden dolayı domuzdan insana bulaşan domuz gribi virüsü, günümüzde aksırma veya öksürme yoluyla insandan insana oldukça kolay yayılmaktadır. Öksürme veya aksırma sırasında havaya saçılan virüs içeren damlacıklar, ortamda bulunan sağlıklı bir başka bireyin bu damlacıkları solumasıyla diğer vücûda bulaşır. Yine hasta olan kişinin kullandığı bireysel eşyalardan da domuz gribi virüsü sağlıklı bireye kolayca geçebilir. Yalnızca özel eşyaların kullanılması değil, hasta kişi ile sağlıklı bireyin tokalaşması sırasında da hastalık bulaşması olası bir durumdur.

 

Kuş gribi (H5N1 virüsü)

Halk arasında “tavuk vebası” veya “kuş gribi” olarak da bilinen İnfluenza A (H5N1) virüsü, kanatlı hayvanlarda solunum ve sinir sistemine ait belirtilerle birlikte ölüme neden olan bulaşıcı bir hastalıktır. İnsandan ziyâde tavuk, hindi ve sülün gibi kanatlılarda görülme oranı daha yüksektir. Her ne kadar insanlarda seyrek bir şekilde görülse de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre kuş gribi nedeniyle toplamda 245 kişi hayatını kaybetmiştir.

Kuş gribi, yüz yıldan daha uzun zaman önce ilk olarak İtalya’da ortaya çıkmış ve daha sonra dünyanın farklı yerlerine yayılmıştır. İlk tespit edildiği yıllarda çok fazla ölümcül olmayan kuş gribi virüsü, yıllar içinde değişime uğrayarak ölümcül duruma gelmiştir. Günümüzde salgına yol açan virüs, kuşlar arasında yüzde yüz öldürücü özelliğe sahiptir. Önceleri kuş gribi virüsünün kuşlar ve domuzlar dışındaki türlerde hastalık yapmadığı sanılmaktaydı. Fakat 1997 yılında, Hong Kong’daki kümes hayvanlarında görülen H5N1 virüsünün neden olduğu salgının insanlara da bulaştığı görülmüş ve bu dönemden sonra kuş gribi ile ilgili araştırmalar hız kazanmıştır.

Kuş gribi genellikle insanlara zor bulaşan bir hastalıktır. Bu hastalık bir kuş hastalığı olduğu için, enfekte olmuş kuşlardan diğer kuşlara dışkı ya da ölü kuşların leşlerini yemek yolu ile bulaşır. Araştırmalara göre bugüne kadar hastalanan tüm insanlar, Asya veya Afrika’da çoğu evde bilindiği üzere, enfekte olmuş hasta tavuklar ile yakın temasta bulunmuşlardır. Bu minvâlde tavuk besleyenler, veterinerler ve ölü veya diri kanatlı kuşlar ile yakın temasta bulunanlar, bu virüs özelinde tehlike altındadırlar. Bu nedenle virüs şüphesi taşıyan hastalıklı hayvanlar ile yakın temastan kaçınmak gereklidir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün bildirisine göre H5N1 virüsü, dışkıda düşük ısıda yaklaşık 1-3 ay, vücût ısısında ise sadece birkaç gün yaşar. Hastalığa tutulmuş kuş tüyleri, hastalığı yayma riskine sahiptir. Bu nedenle kuş gribi saptanmış bölgelerden kuş tüyleri toplanmalıdır. Kuş gribinin belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, ishal, kusma, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, akciğerlerde ağrı, boğaz ağrısı, vücûtta morarma, öksürük.

Kuş gribi tedavisinde antiviral ilâçlar kullanılır. Ancak ilâçların hekim kontrolünde alınması hayatî önem taşımaktadır. Çünkü yanlış ve kontrolsüz ilâç kullanımı, virüsün ilâçlara karşı direnç kazanmasına neden olur. Ayrıca ileriki safhalarda iyileşme sağlansa dahi böbrek yetmezliğine neden olabilir.

 

SARS virüsü

Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome-SARS), ilk kez Çin’ in güneyinde ortaya çıkmasıyla tespit edilmiştir. 2003 yılının Şubat ayında Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’da gözlemlenmiştir. Virüs, kısa sürede Hong Kong’dan 37 ülkeye yayılmıştır. Bu noktada dünya genelinde 1 Kasım 2002-31 Temmuz 2003 arası 9 ayda 8 bin 422 kişide SARS vakasına rastlanırken, bunların 916’sı ölümle sonuçlanmıştır. Ancak 2004 yılından bu yana dünyanın herhangi bir yerinden bildirilmiş SARS enfeksiyonuna rastlanmamıştır.

2002-2003 yılları arasında Asya ve Kanada’da etkili olan SARS, Koronavirüsün (SARS-CoV) neden olduğu bir solunum yolu sendromudur. Bilim insanları SARS virüsünün nedeninin Misk kedisinden kaynaklandığını ispat etmiştir. Çin toplumu, İlâhî yasalara uymayıp gelişi güzel bir şekilde her türlü hayvanın etini tükettiğinden, bu virüsün dünya geneline bulaşmasında aslî unsur olarak rol almaktadır.  

SARS virüsünün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, akciğerlerde ağrı, balgam çıkarma, bulantı, kusma.

Bugün itibarıyla SARS virüsünün yayılması tamamen önlenmiş durumdadır. Ancak SARS hastalığının bazı hayvan popülasyonlarında hâlâ doğal ana rezervuar olarak mevcût olabileceği ve gelecekte insanlarda tekrar hastalık yapabileceği düşünülmektedir.

MERS virüsü

Bir Koronavirüs enfeksiyonu olan Orta Doğu Solunum Sendromu (Middle East Respiratory Syndrome-MERS), ilk kez 2012 yılının Eylül ayında, Suudi Arabistan’da ortaya çıkmıştır. Sağlık Bakanlığımız ülkemizde bugüne dek 186 kişiye MERS teşhisi konulduğunu belirtirken, Suudi Arabistan’da son üç yılda MERS virüsünü kapan 950 kişiden 412’si yaşamını yitirmiştir.

MERS tanısı konulan hastaların yaklaşık yüzde 35-40’ının hayatını kaybettiği bilinmektedir. Ancak bazı hastaların MERS virüsünü hafif belirtilerle atlattığı da bilinmektedir. Bu virüs, vaka sayısının az, ancak ölüm oranın yüksek olduğu bir hastalıktır. Virüsün kaynağı net olarak bilinmemekle birlikte, ilk olarak Orta Doğu’da görülmesi hasebiyle develerden geçtiği tahmin edilmektedir.

Hastalık Suudi Arabistan’dan Ürdün ve Katar’a, oradan BAE ile Tunus’a, oradan da İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa’ya yayılmıştır. MERs-CoV, 2003 yılında salgına neden olan ve ciddî akut solunum yetmezliğine yol açan SARS’ın etkeni olan Koronavirüs ile aynı virüs olmadığı gibi, SARS etkenine benzer özellik taşımaktadır. Yapılan araştırmalar netîcesinde virüsün insandan insana solunum yolu ile bulaştığı saptanmıştır. MERS virüsünün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, nefes darlığı, öksürük, karın ağrısı, ishal, kusma.

MERS virüsü özellikle şeker hastalarında, kronik akciğer hastalığı olanlarda, böbrek yetmezliği ve bağışıklık sistemi yetmezliği olan hastalarda daha şiddetli bir solunum yolu hastalığına neden olabilmektedir. Bu hastalıktan korunmak için henüz bir aşı geliştirilmediği gibi, hastalığın tedavisi için de kabul görmüş bir yaklaşım mevcût değildir. Tedavi, genellikle “destekleyici tedavi” şeklinde gerçekleşmektedir. MERS hastalığında tedavi, hastanın şikâyetlerine yönelik olarak bu şikâyetleri azaltmak amacı ile yapılır. Tıbbî bakım ve destek ile hastanın semptomları hafifletilir. Ayrıca bu hastalığın tanısı konulmuş ya da şüphe taşıyan hastalara maske, eldiven, gözlük ve önlük kullanmadan yaklaşılmamalıdır. Enfeksiyonun gerekli önlemler alınarak salgın yapması engellenebilir.

Enfeksiyondan korunmak için gerekli önlemleri almak çok ama çok önemlidir. Hastalıktan korunmak adına, özellikle deve bulunan çiftlik gibi yerlerde hijyen şartlarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Develere temas edilmesi durumunda ellerin çok iyi şekilde yıkanması gerekir. Ayrıca hasta hayvanlardan da uzak durulması faydalı bir önlem olacaktır. Deve eti veya sütü tüketilmesi durumunda da, bunların çok iyi pişirilerek tüketilmesi, MERS hastalığının yayılmasını önlemek adına yararlı olacaktır.

 

Yeni Tip Koronavirüs (Covid-19)

Yeni Tip Koronavirüs, nam-ı diğer “Covid-19”, ilk olarak 2019’un Aralık ayında, Çin’in Hubei eyaletine bağlı Vuhan kentinde tespit edildi. Virüsün çıkış noktasının Vuhan’daki “Huanan Balık Pazarı” olduğu söylendi ve burada satılan yarasalardan insanlara bulaştığına dair teoriler ortaya atıldı. Şu anda bu teorinin doğruluğu yüzde 100 olarak ispatlanmamış olsa da yarasalar, olağan şüpheliler listesinin ilk sırasında yer alıyor.

Çıkış noktası Çin olan Covid-19, çok kısa bir zaman içinde dünyanın dört bir yanına yayıldı ve can kayıplarına yol açtı ki her geçen gün kayıp sayısı artmaya devam ediyor.

Dünya Sağlık Örgütü, Koronavirüsleri hayvanlarda ve insanlarda hastalığa neden olan büyük bir virüs ailesi olarak tanımlıyor. Koronavirüsün insanlarda soğuk algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara veya zatürreye kadar solunum yolu enfeksiyonlarına neden olduğu belirtiliyor.

Koronavirüs, adını kendilerini sararak taç oluşturan protein kapsüllerinden alıyor. Bu özelliğinden dolayı virüslere Lâtince “taç” anlamına gelen “korona” ismi veriliyor. 2019 yılında ortaya çıkan ve Covid-19 olarak bilinen Yeni Tip Koronavirüs, insanda etki gösteren Koronavirüslerin yedinci çeşidi. Hayvandan insana ve insandan insana bulaşabilen bu yeni Koronavirüs, 2019 yılında Vuhan’daki salgın başlamadan önce bilinmiyordu. Yeni Tip Koronavirüsün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, hâlsizlik, öksürük, boğazda ağrı ve yanma, ishal, eklem ağrıları.

Dünya Sağlık Örgütü, virüsün bulaştığı hastaların yaklaşık yüzde 85’inin özel bir tedaviye ihtiyaç duymadan iyileşebildiğini söylüyor. Koronavirüsün bulaştığı her 6 insandan birindeyse hastalık ciddî boyutlara ulaşabiliyor ve solunum güçlükleri baş gösteriyor. Bu virüste özellikle yaşlılar ve kronik rahatsızlığı olanlar risk altında.

Dünya, 2020 yılına Yeni Tip Koronavirüs (Covid-19) salgınıyla başladı. Başlangıçta “gizemli hastalık” olarak anılan virüsün hayvandan insana bulaştığı açıklandı. Birkaç hafta içindeyse virüsün insandan insana hızlı bir şekilde bulaştığı görüldü.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 11 Mart’ta yaptığı açıklamada, virüsün ortaya çıkışından 90 gün sonra ilk kez Türkiye’de de tespit edildiğini söyledi. İki gün sonrasında ise hastanın yakın çevresinden bir kişinin daha hastalığa yakalandığını duyurdu. Artık vaka sayısı binlerle ifade ediliyor. Ölümler de maalesef artıyor.

Covid-19, bugün en az 110 ülkede görülüyor ve yüz binlerle ifade edilen can kayıplarına yol açtı. Virüsün ulaştığı ülke sayısıyla beraber can kayıpları da her geçen gün artmaya devam ediyor. Koronavirüsün en yaygın belirtilerini yukarıda zikretmiş olsak da virüsün bulaştığı hastalardan bazılarında belirtiye rastlanmadığı da görüldü.

Covid-19’un SARS’a göre 6-7 kat daha hızlı yayıldığı belirtiliyor. Bunun yanında, yaşlılarda ve yüksek tansiyon, kalp problemleri ve diyabet gibi altta yatan başka sağlık sorunları olan insanlarda Yeni Tip Koronavirüsün ciddî hastalık geliştirme olasılığı çok daha yüksek.

Herkesin kendi iç muhasebesini yaparak manevî tedbirlerini gözden geçirmesinin zamanı gelmiştir belki. Afrika’da açlıktan ölenleri, Suriye’de sokağa çıkamayan çocukları, Filistin’de ölümle iç içe, burun buruna yaşayan mazlum insanları gördükçe, Koronavirüs nedeniyle içimde oluşan kaygılar törpüleniyor bir anda.

Covid-19’a karşı girişilen tedbir ve tedavi süreci

Hükûmetler, salgının yayılımını önlemek için sınırları kapatma, seyahat kısıtlamaları, karantina gibi birçok tedbir uyguladı. Birçok ülkede Koronavirüslü hastalara özel karantina merkezleri ve hastaneler kuruldu. İlk olarak Çin Hükûmeti, Vuhan kentine ulaşımı yasaklayarak virüsün ülke genelinde yayılmasını engellemeye çalışmıştı. Havayolu şirketleriyse virüsün yoğun olarak görüldüğü bölgelere uçak seferlerini askıya aldı. Havaalanları ve kentlere diğer giriş noktalarında, termal kameralarla virüs semptomları gösteren hastaları tespit etmek üzere taramalar yapılıyor.

Türkiye olarak özellikle devlet yönetiminin, vatandaşının sağlığını düşünen, yerinde ve önleyici tedbirleri sayesinde sınırlar diğer ülkelere nazaran daha erken kapatıldı. Önlemler, iş işten geçmeden alındı ve tedbirler arttırılmaya devam ediliyor. Başta Sağlık, Millî Eğitim, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları olmak üzere Sayın Cumhurbaşkanımızın iradeleriyle Devlet, yekvücût bir vaziyette eşgüdümlü olarak 24 saat çalışıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19’a ilişkin küresel alârm seviyesini “acil durum” olarak belirledi. DSÖ, Covid-19’un ilk olarak tespit edildiği tarihten bu yana, salgını “Uluslararası Boyutlu Kamu Sağlığı Aciliyeti” (PHEIC) olarak tanımlıyor. Örgüt, geçtiğimiz Şubat ayında “Covid-19” adını verdiği Yeni Tip Koronavirüs salgını için “pandemi” terimini kullanma kararı aldı. Bu kapsamda gelişmemiş ülkelere salgının kontrolü ve yayılmasını önlemek için yardım gönderiliyor.

Covid-19’dan korunmanın yolları

Korona virüse karşı aşı tedavisi ile ilgili henüz net bir sonuç alınmamasına rağmen çalışmaların aralıksız devam ettiğini bildirelim. Sağlık Bakanlığı, virüse karşı kişisel korunma yollarını 14 maddelik bir liste ile özetledi. İlgili liste, televizyonlarda kamu spotu olarak da gösterilmeye devam ediyor. İsterseniz bu 14 maddelik koruma listesine bir göz atalım:

·       Ellerinizi sık sık su ve sabun ile en az 20 saniye boyunca ovarak yıkayın.

·       Soğuk algınlığı belirtileri gösteren kişilerle aranıza en az 3-4 adım mesafe koyun.

·       Öksürme veya hapşırma sırasında ağız ve burunu tek kullanımlık mendille kapatın. Mendil yoksa dirseğin iç kısmını kullanın.

·       Tokalaşma, sarılma gibi yakın temaslardan kaçının.

·       Ellerinizle gözlerinize, ağzınıza ve burnunuza dokunmayın.

·       Yurtdışı seyahatlerinizi iptal edin ya da erteleyin.

·       Yurtdışından dönüşte ilk 14 günü evinizde geçirin.

·       Bulunduğunuz ortamları sık sık havalandırın.

·       Kıyafetlerinizi 60-90 derecede normal deterjanla yıkayın.

·       Kapı kolları, armatürler, lavabolar gibi sık kullandığınız yüzeyleri su ve deterjanla her gün temizleyin.

·       Soğuk algınlığı belirtileriniz varsa yaşlılar ve kronik hastalığı olanlarla temas etmeyin, maske takmadan dışarı çıkmayın.

·       Havlu gibi kişisel eşyalarınızı ortak kullanmayın.

·       Bol sıvı tüketin, dengeli beslenin, uyku düzeninize dikkat edin.

·       Düşmeyen ateş, öksürük ve nefes darlığınız varsa, maske takarak bir sağlık kuruluşuna başvurun.

Sağlık Bakanlığı, virüsün yayılmasının önlenmesi adına her türlü tedbiri almış durumda. Ancak herkesin kendi iç muhasebesini yaparak manevî tedbirlerini gözden geçirmesinin zamanı gelmiştir belki. Afrika’da açlıktan ölenleri, Suriye’de sokağa çıkamayan çocukları, Filistin’de ölümle iç içe, burun buruna yaşayan mazlum insanları gördükçe, Koronavirüs nedeniyle içimde oluşan kaygılar törpüleniyor bir anda. Kendimden utanıyorum…

Bizler, elhamdülillah, inançlı insanlar olarak dünya hayatının bir imtihandan ibaret olduğunun, insan ömründe türlü vesileler ile ölümün kaçınılmaz bir son olduğunun bilincindeyiz. Bazen nefes borusuna kaçan küçük bir yemek parçası, kırmızı ışıkta durmayan bir otomobil, bazen de iflâs eden organlar ya da salgın bir hastalık bizleri bekleyen kaçınılmaz sonun görünür sebepleri oluyor. Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Nîsâ Sûresi’nin 78’inci âyeti, kaçınılmaz sonu tüm gerçekliğiyle açıklıyor: “Her nerede olursanız olun, ölüm size yetişir. Son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse, ‘Bu, Allah’tandır’ derler; bir kötülüğe uğrarlarsa, ‘Bu, senin yüzündendir’ derler. Ey Muhammed! De ki, ‘Hepsi Allah’tandır’. Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar.”

Bizler, dünyada zulüm altında olmayan Müslüman ülkelerde yaşayanlar, galiba farkına varmadan âyet-i kerîmede geçen o toplumlardan olduk. Dünyanın farklı coğrafyalarında ezilen, hor görülen, dinî inanç ve ibadetleri nedeniyle dışlanan Müslüman kardeşlerimizi unuttuk. Dünyevî hayatın sözde koşuşturmasına daldık. En nihâyetinde, camilerin kapısını istemeden de olsa kapattık. Kâbe’ye kilit vurduk.

İnsanlık bu Koronavirüs illetinden de Allah’ın izniyle bir gün kurtulacak. Umarım o gün camilerin, Kâbe’nin kıymetini anlayan Müslümanlar, yeryüzünde açlık çeken, ilâç bulamayan, sokağa çıkamayan kardeşlerinin çektiklerini daha iyi anlayacaklar.

Hikmetinden sual olunmaz, Rabbim, önümüze bu şerden de bir hayır çıkaracak.

 

Kaynakça

https:/www.who.int (Dünya Sağlık Örgütü Resmi İnternet Sitesi)

https:/hsgm.saglik.gov.tr

https:/www.trthaber.com/haber/saglik