İÇİNDE bulunduğumuz
zaman dilimi, insanoğlunun teknolojik anlamda zirveye çıktığı, küresel bazda
sınırların kalktığı, soruların cevabının çok çabuk bulunduğu bir bilgi çağı. Bu
çağda insanlar bilgi noktasında ne kadar ileri giderlerse gitsinler, ilk insan
Hazreti Âdem’den bu yana insanın alnına yazılan İlâhî ve kaçınılmaz sonla
karşılaşıyorlar.
Hikmetinden
sual olunmaz, Rabbim, günümüz bilgi çağında tüm insanlığın belki de vicdanî
muhasebesini yapması için türlü salgın ve hastalıklarla hepimizi sınıyor. Bu
öyle bir sınama ki, Müslüman ülkesinde cemaat, artık birlikte namazlarını edâ
edemiyor. Kâbe’yi yalnızca kuşlar tavaf ediyor. Bu oldukça düşündürücü, bir o kadar
da ibret verici bir durum! İşin uhrevî boyutunda başta İslâm âlemi olmak üzere
tüm insanlığın gerekli dersleri çıkaracağına inancım tam.
Her
ne kadar içinde bulunduğumuz dönem “Bilgi Çağı” olarak adlandırılsa da, son
zamanlarda ortaya çıkan virüs kaynaklı salgın hastalıklar, yaşadığımız zaman
dilimini çoktan virüsler çağına çevirmiş durumda. Son dönemde Covid-19 adıyla
da bilinen Koronavirüs hastalığının etkisiyle yeniden gündeme oturan salgın
hastalıklar, aslında yaşadığımız yüzyıla oldukça âşina. Koronavirüsün bu kadar
bilinir hâle gelmesinin nedeni, etki alanının diğerlerine göre çok daha fazla
geniş olması.
Şimdi
isterseniz, 21’inci yüzyılda insan sağlığını tehdit eden virüslere yakından göz
atalım…
Zika virüsü
İlk
kez 1947 yılında Uganda’nın Zika ormanlarındaki maymunlarda görülen virüse 1954
yılında Nijerya’da rastlanmıştır. 21’inci yüzyılda ise 2015’in Mayıs ayında,
Aedes cinsi dişi sivrisinekler yoluyla yayılarak Brezilya’da yeniden ortaya
çıkmıştır. Zika virüsü, Flaviviridae virüsü familyasına ait Flavivirus cinsinin
bir üyesidir. Bilim insanları, Zika virüsünün hâmile kadınlara bulaşması hâlinde,
yeni doğan bebeklerde nöro-gelişimsel bozukluk olan “mikrosefali” (küçük kafa)
ortaya çıkabildiğine işaret etmektedir. Bu bebeklerin başları normalden 31-32
santimden daha küçük olmaktadır.
Dünya
Sağlık Örgütü (DSÖ), Zika virüsünün anne karnındaki bebeklerde oluşturduğu
sağlık problemi nedeniyle Zika virüsünden şüphelenen veya virüs görülen
kadınların hâmileliği en az 2 ay, Zika virüsü görülen veya şüphelenilen
erkeklerin ise çocuk sahibi olmayı en az 6 ay ertelemelerini tavsiye etmektedir.
Uzmanlar, virüs semptomlarının bulaştıktan yaklaşık bir hafta sonra görülmeye
başlandığını, virüsün kanda birkaç gün kaldığını (bazı kişilerde daha uzun
kalabiliyor) belirtiyorlar. Özellikle hâmile kadınların kat’î sûrette
kendilerini koruması gereken Zika virüsünün belirtileri şu şekildedir: Yüksek
ateş, göz kızarıklığı, kusma, şiddetli baş ağrısı, eklem ağrıları ve deride
dökülmeler.
Zika
virüsünün yayıldığı Brezilya’da, 2005 yılından bu yana 3 bin 500’den fazla
bebeğe “mikrosefali” teşhisi konulmuştur. Şimdiye kadar, beyin fonksiyonlarında
bozukluklara neden olan Zika virüsünü taşıyan 51 bebeğin hayatını kaybettiği
bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 33 ülkede görülen Zika virüsünün
özellikle Güney Amerika’da yayılmaya devam ettiğini duyurmuştur. Hastalığın
özgün bir tedavisi mevcût olmayıp, Zika virüsü aşısı üzerindeki araştırmalar
devam etmektedir. Bir kısım bilim insanı, virüs aşısının geliştirilmesinin 10
yılı bulacağını iddia ederken, bir kısım da aşının 5 yıl içinde
geliştirileceğini iddia etmektedir.
Zika virüsü tedavisi
için dinlenme ve bol sıvı tüketimi önerilirken, hekim kontrolünde olmak
şartıyla bazı ateş düşürücü ve ağrı kesici ilâçların da hastalığın tedavisinde
kullanıldığı bilinmektedir. Antibiyotik ilâç kullanımı hiçbir virüs üzerinde
etkili olmadığı gibi Zika virüsünde de tedavi amaçlı kullanılmamaktadır. Yetkililer
virüsün görüldüğü durgun suları kurutmanın ve ilâçlamanın bu hastalıkla baş
etmenin tek yolu olduğunu vurgulamaktadırlar.
Ebola virüsü
İlk
kez 1976 yılında Kongo’da ortaya çıkan Ebola, 2013 yılının Aralık ayında Batı
Afrika’da yeniden görülmeye başlamıştır. 21’inci yüzyılda Gine’de rastlanan ve
yayılan Ebola virüsü, daha sonra Liberya ve Sierra Leone’ye sıçrarken,
sonrasında 7 ülkede daha Ebola vakaları tespit edilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün
son verilere göre, Ebola vaka sayısı 28 bin 638’i bulmuştur. Bu vakalardan 11
bininde ise hastalık ölümle sonuçlanmıştır.
Ebola virüsü, insanlarda ve insan dışı primatlarda viral
hemorajik ateş şeklinde ciddî hastalık formlarına yol açan virüstür. Dünya
Sağlık Örgütü tarafından Dördüncü Risk Grubu Patojen olarak kabul edilmektedir.
Çok tehlikeli bir virüstür. İshal, kanama, deri döküntüleri ve yüksek ateşe
neden olur. Adını, Afrika’daki bir nehirden almaktadır. Bulaşıcıdır.
Ebola,
Filavoviridae ailesinden bir RNA virüsüdür. 4 türünden 3’ü tanımlanmıştır.
İnsanlarda hastalık yapanlar Ebola-Zaire, Ebola-Sudan ve Ebola-Fildişi Kıyısı
cinsidir. Dördüncü tür Ebola-Reston sadece hayvanlarda görülür. Tam olarak tespit
edilemese de yaygın fikir, Afrika kökenli bir hayvandan insanlara geçtiği düşüncesidir.
Ebola, SARS ya da grip virüsüne nazaran daha zor bulaşmaktadır. Havadan
kesinlikle yayılmaz. Hastalık, virüsü taşıyan bir hayvanın ya da hastanın
kanına ya da ter, idrar ya da sperm gibi diğer vücût sıvılarına dokununca bulaşmaktadır.
Bu
hastalıktan hayatını kaybeden mevtaların cenazelerinde bile cansız bedenlere
çıplak elle dokunulması, virüsün bulaşmasına yol açabilmektedir. Virüsün
kuluçka süresinin 2 gün ilâ 3 hafta arasında sürdüğü bilinmektedir.
Ebola’nın
teşhisi hiç de kolay değildir. Zira ilk semptomlar, gribi andırmaktadır. Bu
virüsün Afrika’da sıklıkla görülmesinin bir başka nedeni, kıtaya özgü sağlıksız
ortamlardır. Afrika’da sağlık çalışanları tarafından hastalara maskesiz, galoşsuz
ve eldivensiz bakılmaktadır. Ayrıca tek kullanımlık olmayan şırınga veya
enjektörlerin sterilize edilmeden sadece suyla yıkanıp tekrar kullanımı ile birçok
kişi enfekte olabilmektedir. Ebola virüsünün belirtileri başlangıçta şu
şekildedir: Yüksek ateş, ishal, kusma, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, hâlsizlik,
boğazda acıma hissi, sürekli hıçkırık, gözde kaşınma, vücûtta kızarıklıklar.
Ebola
virüsü,
ilerleyen safhalarda ise aşağıdaki belirtileri gösterir: Göğüs ağrısı,
ishal, kusma, baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları, hâlsizlik, göz, kulak ve
ağızda kanama, körlük, kan kusma.
Hastalığın
başlangıç evrelerinde görülen yüksek ateş, kusma ve ishal zaten başka birçok
hastalığın da diğer tanımlayıcı semptomu olarak kabul edildiğinden, çoğu zaman
hastalara kanama olduğu zaman Ebola tanısı konulabilmektedir. Ebola virüsü
taşıyan ve tedavi edilemeyen insanlar, hastalığın sonunda çoklu organ
yetmezliğinden hayatlarını kaybetmektedirler. Bunun en büyük nedeni, Ebola
virüsünün vücûttaki beyaz kan hücrelerini hızla yok ederek bağışıklık sistemini
çökertmesi ve insan vücûdunun virüse karşı savaşamaz hâle gelerek organların
iflâs etmesidir.
Ebola
virüsü için standart bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Günümüzde tedavi
yöntemleri daha çok destek niteliğindedir. Vücûttaki sıvı kaybını azaltmak için
hastalar vakit kaybetmeden seruma bağlanmaktadır. Hastanın oksijen değerleri ve
kan basıncı bu süreçte yakından takip edilir. Ebola
virüsünün tedavisinde standardize bir tedavi yöntemi bulunmamakla birlikte, virüse
karşı aşının geliştirilmesi yönünde çalışmalar devam etmektedir.
Domuz gribi (H1N1 virüsü)
Dünya
Sağlık Örgütü tarafından geniş çaplı salgın olarak tanımlanan ve “domuz gribi”
olarak da bilinen “Influenza-H1N1”, 21’inci yüzyılın en tehlikeli salgınlarından
biri olarak kabul edilmektedir. Meksika’da, 2009 yılının Mart ayında kitlesel
salgına dönüşerek ortaya çıkan hastalık, domuzlarda görülen bir tür grip
virüsünün genetik değişim geçirmesi nedeni ile “domuz gribi” adını almıştır.
Salgın,
Amerika kıtasının ardından 2009 yılının ortalarına doğru tüm dünyaya yayıldı. Klinik
belirtileri mevsimsel gripten farklı olmayan hastalığın en önemli farkı,
toplumun büyük kesiminin daha önceden bu ve benzeri virüslerle karşılaşmamış
olması. Bu nedenle dünya nüfusunun önemli bir kısmının hastalığa açık olduğu
belirtiliyor. Bu pandemik grip (H1N1) için geliştirilen aşı şu anda ABD, İsveç
ve Macaristan’da kullanılmakta olup, hastalığın semptomları aşağıdaki gibidir:
Yüksek ateş, baş ağrısı, titreme, yorgunluk, öksürük, eklem ağrısı, gözde
tahriş.
Kronik
hastalığı olan insanlar veya vücût direnci düşük olan insanlar, mevsimsel gribi
daha ağır geçirdiği gibi domuz gribi hastalığını
da daha ağır bir şekilde geçirmektedirler. Semptomların daha ağır seyrettiği hastalarda
farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Çeşitli organlarda iltihaplanmalar
görülebilmektedir. İltihabın en yaygın olarak görüldüğü organ akciğerdir.
Akciğer enfeksiyonu yani bilimsel adıyla “pnömoni” (zatürre), hastalığın ölümle
sonuçlanmasına sebep olabilir. Bunun dışında astım hastalığı, H1N1 virüsü ile birleştiği zaman ileri
düzey solunum yetmezliğine yol açarak yine hastalığın ölümle sonuçlanmasına
sebep olabilmektedir.
Domuz gribini ortaya çıkaran
nedenler, mevsimsel griple neredeyse aynıdır. Ancak bu gribe domuz gribi denmesi, hastalarda ve
sağlıklı insanlarda gerginlik yaratır. Domuz
gribine neden olan H1N1 virüsü
de grip virüsünün evrim geçirmiş bir başka hâlidir aslında. Hastalığa bu adın
verilmesinin nedeni, domuzlarda görülen grip virüsüne benzemesidir. İnsanlarda
görülen domuz gribi virüsü
kuşlarda, domuzlarda ve insanlarda görülenin bir karışımıdır. Hastalığa neden
olan H1N1 virüsü, geçirdiği evrim sonucu domuzdan insana bulaşmaya başlamıştır.
Bu nedenle hastalık, bir domuzdan insana solunum yoluyla gayet rahat bulaşır.
Avrupa’da
ve diğer birçok kıtada domuz çiftliklerinin çokluğu, bu hastalıkların insanlar
arasında yaygınlaşmasında oldukça büyük bir etkendir. Geçmişte Müslüman olmayan
ülkelerde domuz eti tüketildiğinden dolayı domuzdan insana bulaşan domuz gribi virüsü, günümüzde aksırma
veya öksürme yoluyla insandan insana oldukça kolay yayılmaktadır. Öksürme veya
aksırma sırasında havaya saçılan virüs içeren damlacıklar, ortamda bulunan
sağlıklı bir başka bireyin bu damlacıkları solumasıyla diğer vücûda bulaşır.
Yine hasta olan kişinin kullandığı bireysel eşyalardan da domuz gribi virüsü sağlıklı bireye
kolayca geçebilir. Yalnızca özel eşyaların kullanılması değil, hasta kişi ile
sağlıklı bireyin tokalaşması sırasında da hastalık bulaşması olası bir
durumdur.
Kuş gribi (H5N1 virüsü)
Halk
arasında “tavuk vebası” veya “kuş gribi” olarak da bilinen İnfluenza A (H5N1)
virüsü, kanatlı hayvanlarda solunum ve sinir sistemine ait belirtilerle
birlikte ölüme neden olan bulaşıcı bir hastalıktır. İnsandan ziyâde tavuk,
hindi ve sülün gibi kanatlılarda görülme oranı daha yüksektir. Her ne kadar
insanlarda seyrek bir şekilde görülse de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine
göre kuş gribi nedeniyle toplamda 245 kişi hayatını kaybetmiştir.
Kuş
gribi, yüz yıldan daha uzun zaman önce ilk olarak İtalya’da ortaya çıkmış ve
daha sonra dünyanın farklı yerlerine yayılmıştır. İlk tespit edildiği yıllarda
çok fazla ölümcül olmayan kuş gribi
virüsü, yıllar içinde değişime uğrayarak ölümcül duruma gelmiştir. Günümüzde
salgına yol açan virüs, kuşlar arasında yüzde yüz öldürücü özelliğe sahiptir.
Önceleri kuş gribi virüsünün kuşlar ve domuzlar dışındaki türlerde hastalık
yapmadığı sanılmaktaydı. Fakat 1997 yılında, Hong Kong’daki kümes hayvanlarında
görülen H5N1 virüsünün neden olduğu
salgının insanlara da bulaştığı görülmüş ve bu dönemden sonra kuş gribi ile
ilgili araştırmalar hız kazanmıştır.
Kuş gribi genellikle insanlara zor bulaşan bir
hastalıktır. Bu hastalık bir kuş hastalığı olduğu için, enfekte olmuş kuşlardan
diğer kuşlara dışkı ya da ölü kuşların leşlerini yemek yolu ile bulaşır. Araştırmalara
göre bugüne kadar hastalanan tüm insanlar, Asya veya Afrika’da çoğu evde
bilindiği üzere, enfekte olmuş hasta tavuklar ile yakın temasta bulunmuşlardır.
Bu minvâlde tavuk besleyenler, veterinerler ve ölü veya diri kanatlı kuşlar ile yakın temasta bulunanlar, bu
virüs özelinde tehlike altındadırlar. Bu nedenle virüs şüphesi taşıyan
hastalıklı hayvanlar ile yakın temastan kaçınmak gereklidir.
Dünya
Sağlık Örgütü’nün bildirisine göre H5N1 virüsü, dışkıda düşük ısıda yaklaşık
1-3 ay, vücût ısısında ise sadece birkaç gün yaşar. Hastalığa tutulmuş kuş
tüyleri, hastalığı yayma riskine sahiptir. Bu nedenle kuş gribi saptanmış bölgelerden kuş tüyleri toplanmalıdır. Kuş
gribinin
belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, ishal, kusma, baş ağrısı, eklem
ve kas ağrıları, akciğerlerde ağrı, boğaz ağrısı, vücûtta morarma, öksürük.
Kuş gribi tedavisinde antiviral ilâçlar kullanılır. Ancak
ilâçların hekim kontrolünde alınması hayatî önem taşımaktadır. Çünkü yanlış ve
kontrolsüz ilâç kullanımı, virüsün ilâçlara karşı direnç kazanmasına neden
olur. Ayrıca ileriki safhalarda iyileşme sağlansa dahi böbrek yetmezliğine
neden olabilir.
SARS virüsü
Şiddetli
Akut Solunum Yolu Sendromu (Severe Acute Respiratory Syndrome-SARS), ilk kez
Çin’ in güneyinde ortaya çıkmasıyla tespit edilmiştir. 2003 yılının Şubat
ayında Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’da gözlemlenmiştir. Virüs, kısa sürede
Hong Kong’dan 37 ülkeye yayılmıştır. Bu noktada dünya genelinde 1 Kasım 2002-31
Temmuz 2003 arası 9 ayda 8 bin 422 kişide SARS vakasına rastlanırken, bunların
916’sı ölümle sonuçlanmıştır. Ancak 2004 yılından bu yana dünyanın herhangi bir
yerinden bildirilmiş SARS enfeksiyonuna rastlanmamıştır.
2002-2003
yılları arasında Asya ve Kanada’da etkili olan SARS, Koronavirüsün (SARS-CoV)
neden olduğu bir solunum yolu sendromudur. Bilim insanları SARS virüsünün
nedeninin Misk kedisinden kaynaklandığını ispat etmiştir. Çin toplumu, İlâhî
yasalara uymayıp gelişi güzel bir şekilde her türlü hayvanın etini
tükettiğinden, bu virüsün dünya geneline bulaşmasında aslî unsur olarak rol
almaktadır.
SARS
virüsünün
belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, eklem
ve kas ağrıları, akciğerlerde ağrı, balgam çıkarma, bulantı, kusma.
Bugün itibarıyla SARS virüsünün yayılması tamamen önlenmiş durumdadır. Ancak SARS hastalığının bazı hayvan popülasyonlarında hâlâ doğal ana rezervuar olarak mevcût olabileceği ve gelecekte insanlarda tekrar hastalık yapabileceği düşünülmektedir.
MERS virüsü
Bir
Koronavirüs enfeksiyonu olan Orta Doğu Solunum Sendromu (Middle East
Respiratory Syndrome-MERS), ilk kez 2012 yılının Eylül ayında, Suudi Arabistan’da
ortaya çıkmıştır. Sağlık Bakanlığımız ülkemizde bugüne dek 186 kişiye MERS teşhisi
konulduğunu belirtirken, Suudi Arabistan’da son üç yılda MERS virüsünü kapan
950 kişiden 412’si yaşamını yitirmiştir.
MERS
tanısı konulan hastaların yaklaşık yüzde 35-40’ının hayatını kaybettiği bilinmektedir.
Ancak bazı hastaların MERS virüsünü hafif belirtilerle atlattığı da
bilinmektedir. Bu virüs, vaka sayısının az, ancak ölüm oranın yüksek olduğu bir
hastalıktır. Virüsün kaynağı net olarak bilinmemekle birlikte, ilk olarak Orta
Doğu’da görülmesi hasebiyle develerden geçtiği tahmin edilmektedir.
Hastalık
Suudi Arabistan’dan Ürdün ve Katar’a, oradan BAE ile Tunus’a, oradan da
İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa’ya yayılmıştır. MERs-CoV, 2003 yılında
salgına neden olan ve ciddî akut solunum yetmezliğine yol açan SARS’ın etkeni
olan Koronavirüs ile aynı virüs olmadığı gibi, SARS etkenine benzer özellik
taşımaktadır. Yapılan araştırmalar netîcesinde virüsün insandan insana solunum
yolu ile bulaştığı saptanmıştır. MERS virüsünün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş,
nefes darlığı, öksürük, karın ağrısı, ishal, kusma.
MERS
virüsü özellikle şeker hastalarında, kronik akciğer
hastalığı olanlarda, böbrek yetmezliği ve bağışıklık sistemi yetmezliği olan hastalarda daha şiddetli bir
solunum yolu hastalığına neden olabilmektedir. Bu hastalıktan korunmak için
henüz bir aşı geliştirilmediği gibi, hastalığın tedavisi için de kabul görmüş
bir yaklaşım mevcût değildir. Tedavi, genellikle “destekleyici tedavi” şeklinde
gerçekleşmektedir. MERS hastalığında tedavi, hastanın şikâyetlerine yönelik
olarak bu şikâyetleri azaltmak amacı ile yapılır. Tıbbî bakım ve destek ile
hastanın semptomları hafifletilir. Ayrıca bu hastalığın tanısı konulmuş ya
da şüphe taşıyan hastalara maske, eldiven, gözlük ve önlük kullanmadan
yaklaşılmamalıdır. Enfeksiyonun gerekli
önlemler alınarak salgın yapması engellenebilir.
Enfeksiyondan korunmak için gerekli önlemleri
almak çok ama çok önemlidir. Hastalıktan korunmak adına, özellikle deve bulunan
çiftlik gibi yerlerde hijyen şartlarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Develere
temas edilmesi durumunda ellerin çok iyi şekilde yıkanması gerekir. Ayrıca
hasta hayvanlardan da uzak durulması faydalı bir önlem olacaktır. Deve eti veya
sütü tüketilmesi durumunda da, bunların çok iyi pişirilerek tüketilmesi, MERS
hastalığının yayılmasını önlemek adına yararlı olacaktır.
Yeni
Tip Koronavirüs (Covid-19)
Yeni
Tip Koronavirüs, nam-ı diğer “Covid-19”, ilk olarak 2019’un Aralık ayında, Çin’in
Hubei eyaletine bağlı Vuhan kentinde tespit edildi. Virüsün çıkış noktasının
Vuhan’daki “Huanan Balık Pazarı” olduğu söylendi ve burada satılan yarasalardan
insanlara bulaştığına dair teoriler ortaya atıldı. Şu anda bu teorinin
doğruluğu yüzde 100 olarak ispatlanmamış olsa da yarasalar, olağan şüpheliler
listesinin ilk sırasında yer alıyor.
Çıkış
noktası Çin olan Covid-19, çok kısa bir zaman içinde dünyanın dört bir yanına
yayıldı ve can kayıplarına yol açtı ki her geçen gün kayıp sayısı artmaya devam
ediyor.
Dünya
Sağlık Örgütü, Koronavirüsleri hayvanlarda ve insanlarda hastalığa neden olan
büyük bir virüs ailesi olarak tanımlıyor. Koronavirüsün insanlarda soğuk
algınlığından Orta Doğu Solunum Sendromu (MERS) ve Şiddetli Akut Solunum
Sendromu (SARS) gibi daha şiddetli hastalıklara veya zatürreye kadar solunum
yolu enfeksiyonlarına neden olduğu belirtiliyor.
Koronavirüs,
adını kendilerini sararak taç oluşturan protein kapsüllerinden alıyor. Bu özelliğinden
dolayı virüslere Lâtince “taç” anlamına gelen “korona” ismi veriliyor. 2019
yılında ortaya çıkan ve Covid-19 olarak bilinen Yeni Tip Koronavirüs, insanda
etki gösteren Koronavirüslerin yedinci çeşidi. Hayvandan insana ve insandan
insana bulaşabilen bu yeni Koronavirüs, 2019 yılında Vuhan’daki salgın başlamadan
önce bilinmiyordu. Yeni Tip Koronavirüsün belirtileri şu şekildedir: Yüksek ateş,
hâlsizlik, öksürük, boğazda ağrı ve yanma, ishal, eklem ağrıları.
Dünya
Sağlık Örgütü, virüsün bulaştığı hastaların yaklaşık yüzde 85’inin özel bir
tedaviye ihtiyaç duymadan iyileşebildiğini söylüyor. Koronavirüsün bulaştığı
her 6 insandan birindeyse hastalık ciddî boyutlara ulaşabiliyor ve solunum
güçlükleri baş gösteriyor. Bu virüste özellikle yaşlılar ve kronik rahatsızlığı
olanlar risk altında.
Dünya,
2020 yılına Yeni Tip Koronavirüs (Covid-19) salgınıyla başladı. Başlangıçta “gizemli
hastalık” olarak anılan virüsün hayvandan insana bulaştığı açıklandı. Birkaç
hafta içindeyse virüsün insandan insana hızlı bir şekilde bulaştığı görüldü.
Sağlık
Bakanı Fahrettin Koca, 11 Mart’ta yaptığı açıklamada, virüsün ortaya çıkışından
90 gün sonra ilk kez Türkiye’de de tespit edildiğini söyledi. İki gün
sonrasında ise hastanın yakın çevresinden bir kişinin daha hastalığa
yakalandığını duyurdu. Artık vaka sayısı binlerle ifade ediliyor. Ölümler de
maalesef artıyor.
Covid-19,
bugün en az 110 ülkede görülüyor ve yüz binlerle ifade edilen can kayıplarına
yol açtı. Virüsün ulaştığı ülke sayısıyla beraber can kayıpları da her geçen
gün artmaya devam ediyor. Koronavirüsün en yaygın belirtilerini yukarıda
zikretmiş olsak da virüsün bulaştığı hastalardan bazılarında belirtiye
rastlanmadığı da görüldü.
Covid-19’un
SARS’a göre 6-7 kat daha hızlı yayıldığı belirtiliyor. Bunun yanında,
yaşlılarda ve yüksek tansiyon, kalp problemleri ve diyabet gibi altta yatan
başka sağlık sorunları olan insanlarda Yeni Tip Koronavirüsün ciddî hastalık
geliştirme olasılığı çok daha yüksek.
Herkesin kendi iç muhasebesini yaparak manevî tedbirlerini gözden geçirmesinin zamanı gelmiştir belki. Afrika’da açlıktan ölenleri, Suriye’de sokağa çıkamayan çocukları, Filistin’de ölümle iç içe, burun buruna yaşayan mazlum insanları gördükçe, Koronavirüs nedeniyle içimde oluşan kaygılar törpüleniyor bir anda.
Covid-19’a
karşı girişilen tedbir ve tedavi süreci
Hükûmetler,
salgının yayılımını önlemek için sınırları kapatma, seyahat kısıtlamaları,
karantina gibi birçok tedbir uyguladı. Birçok ülkede Koronavirüslü hastalara
özel karantina merkezleri ve hastaneler kuruldu. İlk olarak Çin Hükûmeti, Vuhan
kentine ulaşımı yasaklayarak virüsün ülke genelinde yayılmasını engellemeye
çalışmıştı. Havayolu şirketleriyse virüsün yoğun olarak görüldüğü bölgelere
uçak seferlerini askıya aldı. Havaalanları ve kentlere diğer giriş noktalarında,
termal kameralarla virüs semptomları gösteren hastaları tespit etmek üzere
taramalar yapılıyor.
Türkiye
olarak özellikle devlet yönetiminin, vatandaşının sağlığını düşünen, yerinde ve
önleyici tedbirleri sayesinde sınırlar diğer ülkelere nazaran daha erken
kapatıldı. Önlemler, iş işten geçmeden alındı ve tedbirler arttırılmaya devam
ediliyor. Başta Sağlık, Millî Eğitim, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları olmak
üzere Sayın Cumhurbaşkanımızın iradeleriyle Devlet, yekvücût bir vaziyette
eşgüdümlü olarak 24 saat çalışıyor.
Dünya
Sağlık Örgütü, Covid-19’a ilişkin küresel alârm seviyesini “acil durum” olarak
belirledi. DSÖ, Covid-19’un ilk olarak tespit edildiği tarihten bu yana,
salgını “Uluslararası Boyutlu Kamu Sağlığı Aciliyeti” (PHEIC) olarak
tanımlıyor. Örgüt, geçtiğimiz Şubat ayında “Covid-19” adını verdiği Yeni Tip Koronavirüs
salgını için “pandemi” terimini kullanma kararı aldı. Bu kapsamda gelişmemiş
ülkelere salgının kontrolü ve yayılmasını önlemek için yardım gönderiliyor.
Covid-19’dan
korunmanın yolları
Korona
virüse karşı aşı tedavisi ile ilgili henüz net bir sonuç alınmamasına rağmen
çalışmaların aralıksız devam ettiğini bildirelim. Sağlık Bakanlığı, virüse
karşı kişisel korunma yollarını 14 maddelik bir liste ile özetledi. İlgili
liste, televizyonlarda kamu spotu olarak da gösterilmeye devam ediyor.
İsterseniz bu 14 maddelik koruma listesine bir göz atalım:
·
Ellerinizi
sık sık su ve sabun ile en az 20 saniye boyunca ovarak yıkayın.
·
Soğuk
algınlığı belirtileri gösteren kişilerle aranıza en az 3-4 adım mesafe koyun.
·
Öksürme
veya hapşırma sırasında ağız ve burunu tek kullanımlık mendille kapatın. Mendil
yoksa dirseğin iç kısmını kullanın.
·
Tokalaşma,
sarılma gibi yakın temaslardan kaçının.
·
Ellerinizle
gözlerinize, ağzınıza ve burnunuza dokunmayın.
·
Yurtdışı
seyahatlerinizi iptal edin ya da erteleyin.
·
Yurtdışından
dönüşte ilk 14 günü evinizde geçirin.
·
Bulunduğunuz
ortamları sık sık havalandırın.
·
Kıyafetlerinizi
60-90 derecede normal deterjanla yıkayın.
·
Kapı
kolları, armatürler, lavabolar gibi sık kullandığınız yüzeyleri su ve
deterjanla her gün temizleyin.
·
Soğuk
algınlığı belirtileriniz varsa yaşlılar ve kronik hastalığı olanlarla temas
etmeyin, maske takmadan dışarı çıkmayın.
·
Havlu
gibi kişisel eşyalarınızı ortak kullanmayın.
·
Bol
sıvı tüketin, dengeli beslenin, uyku düzeninize dikkat edin.
·
Düşmeyen
ateş, öksürük ve nefes darlığınız varsa, maske takarak bir sağlık kuruluşuna
başvurun.
Sağlık
Bakanlığı, virüsün yayılmasının önlenmesi adına her türlü tedbiri almış
durumda. Ancak herkesin kendi iç muhasebesini yaparak manevî tedbirlerini
gözden geçirmesinin zamanı gelmiştir belki. Afrika’da açlıktan ölenleri, Suriye’de
sokağa çıkamayan çocukları, Filistin’de ölümle iç içe, burun buruna yaşayan
mazlum insanları gördükçe, Koronavirüs nedeniyle içimde oluşan kaygılar
törpüleniyor bir anda. Kendimden utanıyorum…
Bizler,
elhamdülillah, inançlı insanlar olarak dünya hayatının bir imtihandan ibaret
olduğunun, insan ömründe türlü vesileler ile ölümün kaçınılmaz bir son
olduğunun bilincindeyiz. Bazen nefes borusuna kaçan küçük bir yemek parçası,
kırmızı ışıkta durmayan bir otomobil, bazen de iflâs eden organlar ya da salgın
bir hastalık bizleri bekleyen kaçınılmaz sonun görünür sebepleri oluyor. Yüce Kitabımız
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Nîsâ Sûresi’nin 78’inci âyeti, kaçınılmaz sonu tüm
gerçekliğiyle açıklıyor: “Her nerede
olursanız olun, ölüm size yetişir. Son derece sağlam kaleler içinde de
bulunsanız yine kurtulamazsınız. Onlara bir iyilik erişirse, ‘Bu, Allah’tandır’
derler; bir kötülüğe uğrarlarsa, ‘Bu, senin yüzündendir’ derler. Ey Muhammed!
De ki, ‘Hepsi Allah’tandır’. Bu topluma ne oluyor ki, hiç söz anlamaya
yanaşmıyorlar.”
Bizler,
dünyada zulüm altında olmayan Müslüman ülkelerde yaşayanlar, galiba farkına
varmadan âyet-i kerîmede geçen o toplumlardan olduk. Dünyanın farklı
coğrafyalarında ezilen, hor görülen, dinî inanç ve ibadetleri nedeniyle
dışlanan Müslüman kardeşlerimizi unuttuk. Dünyevî hayatın sözde koşuşturmasına
daldık. En nihâyetinde, camilerin kapısını istemeden de olsa kapattık. Kâbe’ye
kilit vurduk.
İnsanlık
bu Koronavirüs illetinden de Allah’ın izniyle bir gün kurtulacak. Umarım o gün
camilerin, Kâbe’nin kıymetini anlayan Müslümanlar, yeryüzünde açlık çeken, ilâç
bulamayan, sokağa çıkamayan kardeşlerinin çektiklerini daha iyi anlayacaklar.
Hikmetinden
sual olunmaz, Rabbim, önümüze bu şerden de bir hayır çıkaracak.
Kaynakça
https:/www.who.int (Dünya Sağlık Örgütü Resmi İnternet
Sitesi)
https:/hsgm.saglik.gov.tr
https:/www.trthaber.com/haber/saglik