Zihinsel minimalizm

Anlamlı bir yaşam, berrak bir zihinle mümkün. Bunu başarmaksa cesur bir ilk adım, ardından samimî bir çaba ve elbette biraz zaman istiyor. Günün ilk ışıklarıyla birlikte gözlerimizi kapatıp şükür duyguları eşliğinde kuş cıvıltılarını dinlemek, bu kıymetli farkındalık süreci için harika bir başlangıç olmaz mıydı, ne dersiniz?

YÜZYILLAR öncesinden bugüne ulaşan felsefî bir akım olarak “minimalizm”, son yıllarda giderek artan popülaritesiyle dikkat çekiyor.

Sanattan mimariye, edebiyattan müziğe birçok alanda öne çıkan bir fenomen hâline gelen anlayış, aşırı tüketimin neredeyse tüm toplumları etkisi altına aldığı modern çağda sunduğu alternatif yaşam tarzıyla dünya çapında bir farkındalık hareketinin lokomotifine dönüşmüş durumda.

1960’lı yıllar itibariyle mimari, resim, müzik, tasarım, sinema ve heykel gibi sanatsal alanlarda ortaya çıkan minimalist yönelimin zaman içerisinde edebiyat, sosyoloji, politika, tüketim, pazarlama ve dijitalleşme gibi çeşitli alanlarda uygulandığını söylemek mümkün. Özellikle tüketim bağlamında giderek yaygınlaşan bir “sadelik” hareketinin öncüsü olarak minimalist akımın her geçen gün önem kazandığının altını da ayrıca çizmek gerek.

Lâtince kökenli “minimum” kelimesinden türetilen minimalizm, Fransızcadan dilimize aktarılmış bir kavram. Literatürdeki Türkçe ifadelere bakıldığında, kavramın “sadeleşmek”, “sadelik”, “yalın” ve “asgarî” gibi karşılıklarla tanımlandığı görülüyor. Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü’ne göre “minimum” kelimesi; “asgarî” ve “değişken bir niceliğin inebileceği en alt sınır olan asgarî, minimal” olarak tanımlanıyor. Diğer taraftan terim anlamıyla minimalizm, “mimarlıkta, özellikle Mies van der Rohe’nin yalın çalışmalarından, geleneksel Japon mimarlığı ve Zen Budist bahçelerinden esinlenerek karmaşıklığı, süsü, hatta rengi dışlayan yalınlık akımı” olarak ifade ediliyor.[i]

Çıkış noktasını 20’nci yüzyılın en etkili mimarlarından biri olan Ludwig Mies van der Rohe’nin ünlü aforizması “Less is more”[ii] (Az çoktur) mottosunun oluşturduğu minimalizm düşüncesi, öncelikle mekânsal boyutta sadeleşmeyi savunan bir görüş. Dolayısıyla tarihsel süreçte gerek mimari, gerek resim, müzik ve heykel gibi çeşitli sanat dallarında birçok eserin minimalist perspektifin etkilerini yansıttığı görülüyor. Günümüze gelindiğinde ise iş alışkanlıklarından tüketim tarzlarına, insan ilişkilerinden mental süreçlere kadar hemen hemen her alanda “en az olanın” tercih edilmesini benimseyen dinamik bir akım olarak karşımıza çıkıyor.

Maddî tüketimin bilinçli bir şekilde sınırlandırılması anlamına gelen “gönüllü sadelik” kavramıyla benzer bir düşünce sistemine sahip olan minimalizm, ihtiyaç fazlası nesnelerin yaşam pratiklerinde kullanımının minimize edilmesi ve böylece bireyin gerçek ihtiyaçlarına alan açılımının sağlanması esasına dayanıyor. Buna göre minimalist yaşam, eşyanın mümkün mertebe azaltıldığı, geri dönüşümün desteklendiği, yeniden kullanımın ya da takasın teşvik edildiği, satın almalarda kaliteli, uzun ömürlü ve verimli olan nesnelerin tercih edildiği, dolayısıyla doğaya saygılı, çevresel tehditlere duyarlı ve en önemlisi de bireyi maddenin kontrolünden özgürleştirici bir farkındalık sunuyor.

Millburn ve Nicodemus (2020), çalışmalarında minimalizm hareketini “hayattan fazlalıkları elemek, mutluluğu bulmak, kendini gerçekleştirmek” ve dolayısıyla “anlamlı bir hayat” sürdürmek adına kullanılan bir araç olarak ifade ediyor.[iii] Buna göre minimalizm düşüncesinin en temel özelliğini bireyin yaşamın gereksiz fazlalıklarından kurtularak gerçek istek ve arzularına odaklanması olarak vurgulamak mümkün. Bu sayede birey bir yandan baskın tüketim kültüründen sıyrılırken, diğer yandan yaşamını kendi amaçları doğrultusunda yaşayabilme yolunda adımlar atmış oluyor.

Minimalizmin odak noktasını esasında bireyin sadeleşerek hafiflemesi fikri oluşturuyor. Ancak bahsedilen hafiflemenin madde boyutunda olduğu kadar zihinsel anlamda da gerçekleşmesi kritik öneme sahip. “Zihinsel minimalizm” başlığı altında toplanan bu anlayış, bireyin arınma yolculuğunun manevî boyutunu oluşturuyor. Kaynaklarda “mental minimalizm” ya da “zihinsel sadelik” gibi kavramlarla da açıklanan bu olgu, günümüzün tüketim odaklı ve nesne-egemen yaşam pratiklerinde insanoğlunun dikkatini dış dünyanın karmaşasından kendi iç dünyasına çevirmesini amaç edinen bir süreci tanımlıyor.

Tepeden tırnağa bir sadeleşme hareketinin yalnızca maddesel boyutla gerçekleştirilemeyeceği aşikâr. Bu noktada zihnin temel ihtiyaçlara odaklanması, gerek karmaşadan, gerekse detaylardan uzaklaşması ve kişinin amacına hizmet etmeyen düşünce ve duygulardan bilinçli bir şekilde arınması gibi birtakım felsefî görüşlere ayna tutan zihinsel minimalizm, minimalist düşünceye önemli bir perspektif sunuyor. Bu anlayışa göre, sade bir yaşamı tercih eden bireyin ihtiyaç fazlası eşyalardan dış çevresini temizlemesi kadar, zihinsel bağlamda bir kalabalığa neden olan düşünce kalıplarını temizlemesi de başarı, mutluluk ve anlam arayışında önemli yer tutuyor.

Peki, zihinsel minimalizm bireye ne gibi katkılar sunuyor?

Bu katkılara kısaca değinmek gerekirse, öncelikle bu sadeleşmenin “an”a odaklanmayı kolaylaştırmasından bahsetmek mümkün. Gerek geçmişin pişmanlıkları ve “keşke”lerinden, gerekse geleceğin endişe ve korkularından özgürleşmek, bireyi anda tutan ve “an”a çeken başlıca eylemler arasında yer alıyor. Anda olmaksa bugünün modern insanı için giderek önemli hâle gelen huzur, mutluluk, tatmin ve haz gibi duyguları beraberinde getiriyor. Diğer taraftan, zihinsel bir sakinleşmeyle beraber birey, aşırı düşünmeye, moral bozukluğuna, ümitsizliğe ve karamsarlığa yol açan faydasız sesleri susturarak hem pozitif enerjisini yükseltiyor, hem de yaratıcı yönünü harekete geçiriyor.

Zihinsel minimalizmin bir diğer önemli katkısı da bireyin odağını başarılı olmak istediği alana çevirmesini sağlaması. Bu anlamda zihinsel minimalizm, bireyin gereksiz zihinsel yüklerden kurtularak yalnızca gerçek amacına hizmet eden iş ve düşüncelerle meşgul olmaya başlamasını temin ediyor.

Zihinsel minimalizm noktasında bireyin özellikle geçmiş ve geleceğin oluşturduğu ve bugüne odaklanmasını engelleyen karmaşık zihinsel süreçlerden arınması için kararlılıkla hareket etmesi ve olabildiğince anda kalmayı sağlamak adına zihinsel idmanlar yapması gerekiyor. Geri dönüşü mümkün olmayan geçmişi düşünmek ya da henüz gerçekleşmemiş bir geleceğin kaygıları ile meşgul olmak, bireyi içerisinde bulunduğu andan uzaklaştıran en önemli etkenlerin başında geliyor. Bireyin zihinsel kaymaların farkına varması bile aslında anda kalabilme yolunda çok kıymetli bir başlangıç.

Anda kalma çabasının yanı sıra bireyin “evet ve hayır” bağlamında hem kendisi, hem çevresine sınırlar çizmesi de zihinsel sadeleşme sürecinin bir diğer ayağını oluşturuyor. “Evet ve hayır” başlıklarına yönelik seçimler bugünün koşullarında dingin bir zihnin adeta anahtarı konumunda. Bu seçimler aynı zamanda bireyin hem enerjisini başarılı olmak istediği asıl amacına yönlendirmesini destekliyor, hem de zihninde boşluklar açılmasını sağlayarak yaratıcı düşünce sisteminin gelişmesine katkı sunuyor.

Zihinsel minimalizm açısından son derece önemli bir başka konu ise, günümüzün dijital dünyası. İçerisinde yaşadığımız dönemde hemen hemen her şey zihinsel kalabalığa neden olabiliyor. Gerek sosyal medya, gerek dijital içerikler zihni devamlı olarak meşgul ediyor ve bireyin odak noktasından giderek uzaklaşmasına yol açıyor. Dolayısıyla bireyin sosyal medya kullanımını sınırlandırması, zihinsel sadeleşme açısından oldukça büyük önem taşıyor.

Sonuç olarak, anlamlı bir yaşam, berrak bir zihinle mümkün. Bunu başarmaksa cesur bir ilk adım, ardından samimî bir çaba ve elbette biraz zaman istiyor. Günün ilk ışıklarıyla birlikte gözlerimizi kapatıp şükür duyguları eşliğinde kuş cıvıltılarını dinlemek, bu kıymetli farkındalık süreci için harika bir başlangıç olmaz mıydı, ne dersiniz?

 



[i] http://terim.tuba.gov.tr/

[ii] https://www.archdaily.com/350573/happy-127th-birthday-mies-van-der-rohe

[iii] Millburn, J. F., Nicomedeus, R. (2020). Minimalizm: Anlamlı Bir Yaşam, Çeviren: Hülya Key, Eksik Parça Yayınları, 7. Baskı