ŞÖYLE der Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî: “Sevgi şifâdır. Sevgi güçtür. Sevgi, değişimin mührüdür.”
Yûnus
Emre’nin de sevmek hususunda pek çok sözü var. Fakat insanın “sevmek” fiiline
Yaradan’dan başlamasıyla varılan mertebeyi işaret ettiği şu söz, oldukça dikkat
çekici: “Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir.”
Zıddında
anlamı bulunmayan bir fiil “sevmek”...
“Nedir
sevmenin zıddı?” diye sorsak, verilen hiçbir cevap tatmin edici olmayacak.
Çünkü insan sevmekle var olabilen bir hilkate sahip. Sevmediğinde, bir fiilin
zıddıyla açıklanabilecek hâllerin çok ötesinde bir anlam düşüşü yaşayacak.
Sevmediğinde, bir fiilin olumsuz hâlini ifade etmekle kalmayacak ve kendi
mânâsından kaybedecek.
İnsan önce
nesnesiz ve öznesiz, sadece bir fiille yola çıkacak… Bu ilâhî gidişte yol
üzerinde nesne ve öznelere rastlayacak. Bir şeyi, bir yeri, birini sevecek.
Fakat Yûnus Emre’nin de işaret ettiği üzere, önce Hakk’ı sevecek, sonra bütün
varlıklar, sevmek fiilin yüklem olduğu cümlelerde özne ve nesne olacak.
***
Hakk’ı
sevmekle başlanan bir insanlık serüveni, kalbe nakış etkisi yapar. Yüce bir
rahmet ve merhametin varlığında incelir gitgide. Bundan sonra kimi sevse, neyi
sevse tamam olur. İşte bundandır, sevmek fiilinin zıddında koskoca bir boşluk durur
sadece. Bir olumsuzluk eylemiyle açıklanamayacak kocaman bir boşluktur sevmenin
zıddı. Orada aklın ve ruhun kimliksiz varlığı sendeler durur. Sevmeden ne bir
sıfat, ne bir kavramdır insan. Sevmeden sadece kayıptır.
Evet,
sevmek fiilinin karşıt anlamı yok ama karşıtı çok. Meselâ öfke, kibir, menfaat,
haset, benlik gibi menfi duygular hep düşmanıdır sevginin. Tam birini ya da bir
şeyi Yaradan’dan bilerek sevecekken bu baş edilmez düşmanlardan biri gelir,
mahveder her şeyi. Hepimizde zaman zaman böyle olmuştur. Muhakkak olmuştur. Ve
muhakkak bu ne zaman başımıza gelse, çok yazık olmuştur.
Her
zaman duygusuz ve art niyetli bir ruhun başarısı değildir bu sevgisizlik. Bazen
katmer katmer sevgiyi kalbine yük etmişler de bir sevgisizlik öyküsüne
uğrarlar.
İnsanın
iki duygusu sürekli çatışma içindedir, bundandır, sürekli yenmek ve yenilmek
netîcelerine ramak vardır. Her an, bir düşüş ve bir çıkış zamanıdır. İnsan her
an yenilebilecek ve galip gelebilecek bir hâlin potansiyelini taşır.
Günah
ve sevap arasında gidip gelen nefsin mücadelesi, sevmek ve sevmeye karşı çıkmak
arasındaki amansız çatışmaya benzer. Bir anlık yenilgiyle öfke, zafer elde
eder. Bir gaflet ânında haset kazanır. Bazen zorlayıcı koşullar içinde insan,
sevmesi gerekirken nefrete bulaşır. Üstü başı kirlenir. Hele o derin
bataklıklarda ne öldüren, ne olduran vaziyetin duygudaşı “kin tutmak” yok mu, insan
bu hâle meyletti mi sonrasındaki bütün sevgiler yavandır!
Hâl-i
pür melâlimiz
Buraya
kadar duyguların tespiti, olması gerekenler ve olması gerekeni kaybettiren
koşullar üzerinde gezindim. Çok zorlamadı. Fakat insanın vaziyeti mevzubahis
olduğunda, yutkunma güçlüğü, taşikardi, panikatak ve benzeri teamüller sıklıkla
gözlenebilir. Bu da anlatımda birtakım yokuşlar demektir ki hiç değilse bir
nefes nefese kalma ihtimâlini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Demek
istediğim, inkâr ve reddetme gücü yüksek zihnimiz, çok zaman doğru duyguları
taşıdığı konusunda bir savunma geliştirir. Her kime sorsak şimdi, nefreti ve
kini hayatında tutmuyor, hasedin kapısından geçmiyor, kibir ve egoya selâm dahi
vermiyordur. Evet, bu, olmak istediğimiz pozisyonu simgeliyor. Ama gerçekçi
tespitler kategorisinde yer almıyor.
Bu
kendimizi ikna hâli aslında çok olağan. Çünkü bütün bu kötü duygular İlâhî
yaradılışa uymadığından, sürekli yok sayıyoruz. Ama sıklıkla da bu duygulara
yeniliyoruz. Tam sevecekken kızıyor, küsüyor ve nefret ediyoruz. Bu tamamen
büyük resmi görememekten kaynaklanıyor. Büyük resimde olay tamamen Mevlâna ve
Yûnus Emre’nin dizelerindeki gibi. Ama detayda insan başka duyguların esiri
olup çıkıyor.
Kan
hızlanıyor damarlarda, ateş başa vuruyor, bu haklılık mücadelemiz bizi
sevmekten alıkoyuyor ve düşman duyguların var olduğu adreslere koşar adım
götürüyor.
Ah
sevmek sanatı! Çok imtina istiyor. Hayattaki her şeyde olduğu gibi bir
mücadele, emek ve sabır gerekiyor. Sevdiklerimizi sevmek kolay, maksat ise her
şeyi O’na hürmetle sevebilmek. Tam sevecekken düşman duygulara yenilmeden… Tam
kızacakken sevmek, tam hasetle bakacakken sevmek, tam nefret edecekken sevmek…
Belki kızmaya, küsmeye, nefret etmeye tonlarca haklı sebebimiz ve bizi pek çok
kişinin aklında aklayacak cümlelerimiz var ama bunlara yenik düşmeden sevmeye
yol almak, Hakk’a hürmetle sevebilmenin karşılığı olsa gerek…
Kolay
mı? Sanmam… İnsan hiç yenilmez mi? İhtimâl vermem… Ben zaten hiç, güzelliklere
kolay varmanın bir yolu olduğuna inanmam… Ve bir de yenilmeden zafer elde
edilebileceğine, insanın hiç yenik düşmeden sürekli galip gelebileceğine ikna
olmam. Bana göre insan bir an yeniktir, bir an galip… Gaye o ki, sevmek
eyleminin zıddındaki boşluğa sığdırılan ne kadar menfi duygu varsa, onları
olabildiğince azaltmalı. Ağırlığınca sevgi koymalı kefeye. Zaten sevdiklerimizi
sevmenin sınırını aşmalı. Tam kızacakken, tam nefret edecekken sevmeyi
başarmalı. Bir yenik düşüyorsa insan, bin kez galip gelmeli…