Zerredeki Cebrail’i keşfetme ve onunla buluşma zamanı!

Şu an idrak ettiğimiz Ramazan ayı, aynı zamanda tefekkür ayıdır. Zerrelerdeki Cebrail’i keşfetme ayıdır. Çünkü en çok bu ayda aklı ve mantığı felç eden şehvet, iştah ve öfkemizi tutuyoruz. Bunu tutma işini fırsata çevirip tefekküre dalmak, zerredeki Cebrail’e odaklanmak gerekir.

HER zerre bir Cebrail; yeter ki sen, okumasını bil!

“Olsa istîdâd-ı ârif kabil-i idrâk-i vahy

Emr-i Hakk irsâline her zerredir bir Cebrail!”

***

Fuzulî’ye ait bu satırlarından ilham alarak, yıllar önce notlarım arasına, “Her zerre bir Cebrail; yeter ki sen, okumasını bil!” diye yazmıştım.

Eğer okumasını bilirsek, her zerrede Allah-u Teâlâ’dan bir haber vardır. Ya da bir başka ifadeyle, her zerre, aslında bize Allah-u Teâlâ’dan bir haber getirir. Tıpkı Cebrail (as) gibi… Yukarı taşıdığım cümleyi bu sebeple kaleme aldım.

Bu durum sadece zerre için geçerli değil. Bu kaide, yaratılmış olan her şey için geçerlidir. Yaratılan her şey, okumasını bilirsek bize Yaratan’dan haber verir.

Burada kilit nokta, “Okuma nedir?” sorusudur. Öyle ya, ne zerrede, ne nesnelerde alfabeyle yazılı bir şey yok ki kitap okur gibi okuyalım.

Aslında Fuzulî, buna yukarıdaki beytin ilk satırında cevap veriyor. Tekrar hatırlayacak olursak diyor ki Fuzulî, “Olsa istîdâd-ı ârif kabil-i idrâk-i vahy/ Emr-i Hakk irsâline her zerredir bir Cebrail!”.

Yani ârif, İlâhî vahyi idrak edebilme kabiliyetine sahip olsa, kâinattaki her zerre, ona Hakk’ın emrini ulaştıran bir Cebrail kesilir.

Bu noktada akla şu sorular gelir: İdrak edebilme kabiliyeti nedir? İnsan, idrak edebilme kabiliyetini nasıl elde eder?

***

İlk gençlik yıllarımda, Cumhuriyet döneminin büyük müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazar’ın, Mülk Sûresi’nin ilk âyetleri için yaptığı tefsiri okurken çok etkilenmiştim. Elmalılı Hamdi Yazır, Talak ve Mülk Sûrelerinde geçen “yedi gök” ifadesini yorumlarken bize enfes bir pencere açarak şöyle der:

“Kendimize bakınca şuur âlemimizin bir semâsı demek olan gönlümüzde, rûhumuzda bir yer gibi (ben) vicdanının merkezi bulunan kalbimizde iman ve irade şuuru uyandırmak üzere muhît ile ilgili yedi pencere buluruz ki bize bunlardan devamlı sûrette rûh yayılır. Beş tanesi yalnız cisimlerle alâkalı çevrede meydana gelen hâdiselere bakan beş duyu, altıncısı onların elde ettikleri bilgilerle daha ileriye bakan akıl ve mantık, yedincisi her insanda açık ve kuvvetli olmamakla beraber hepsinden geniş olan ilham ve vahiy kuvvetleridir.”

Yirmi, belki daha fazla sene önce okuduğum bu yorumdan o kadar çok etkilenmiştim ki o yıllarda duyular ve hakikate dair çok sayıda okuma yapmıştım.

Büyük müfessirin izinden gidecek olursak, bizler dış dünyaya ilişkin bilgilerimizi duyular ile elde ederiz. Bir şeyin beş duyuyla idrak ettiğimiz kısmı, o şeyin tüm arazlarına/cevherlerine dair bize idrak imkânı sunmaz. Daha fazla şeye ihtiyaç duyarız. Yani beş duyu ile edindiğimiz şey, o şeyin mutlak hakikati değildir.

O nedenle büyük müfessir, duyulardan elde edilen bilgileri yorumlayan akıl ve mantığa daha da derine inmek için vahiy kaynağı ve ilhama işaret eder.

Baştaki sorudan devam edecek olursak; insanın bir şeyi idrak edebilmesi için, önce o şeye dair duyularıyla bilgiler elde etmesi gerekir. Elde edilen bu bilgiler akıl ve mantık ile yorumlanır. Akıl mantığın yorumlama kapasitesi, kişinin bilgi birikimi ile doğru orantılıdır.

Örneğin, bir meyveye bakan kişinin ondan ne anlayacağı, sahip olduğu bilginin kapasitesi ile alâkalıdır. Birisi bir meyveye bakınca onu sadece bir yiyecek olarak görebilir. Ama başka birisi meyveden ağacı idrak eder. Ağaçtan toprağı ve yağmuru, yağmurdan mevsimleri, mevsimlerden dünyanın şeklini, yörüngesini, oradan Güneş Sistemi’ni, oradan Samanyolu galaksisini, oradan kâinatı, oradan Big Bang’i, en nihâyetinde Yaratanı idrak eder.

Özü itibariyle bir tefekkür işi olan bu meselede kişi tefekkür ettiği şeye yoğunlaştıkça, artık o kişiye ilham gelmeye başlar.

Elbette yoğunlaşmanın olabilmesi için kişinin olabildiğince kendini yalıtması gerekir. Buna kadim kaynaklar “inzivaya çekilmek” der. Kadim tarihimize dönüp baktığımızda, ne kadar büyük mutasavvıf varsa hepsinin dünyanın hakikatine dair söylediği derûnî bilgileri inzivada elde ettiğini görürüz.

Fakat burada önemli bir nokta daha var: İnsandaki akıl ve mantık yetisinin çalışması için insandaki şehvet, iştah ve öfke gibi başka yetilerin kontrol altına alınması gerekir. Ya da başka bir ifadeyle, bu güdülerin akıl ve mantık yetisinin kontrolünde olması gerekir. Çünkü şehvet ve iştah, kendi dışındaki bütün hissiyatı felç eder. Aklı, mantığı ve vicdanı da sığlaştır. İzan, irfan ve tefekkür dünyamızı ise çoraklaştırır.

Öfke ise hem aklımızı, hem de izan, irfan ve tefekkür dünyamızı karadelikler gibi yutar. Böyle bir durumda insan ne zerredeki Cebrail’e nazar edebilir, ne de o zerrelere nakşedilmiş Cebrail’in getirdiğinden haberdar olabilir. İştah, şehvet ve öfkemizin zimamı akıl ve vicdanımızın elinde olduğunda, izan, irfan ve tefekkür dünyamız her zerrede Cebrail’e nazar ederek mâsivanın prangalarından kurtulur ve mâveranın engin denizlerine, okyanuslarına yelken açar.

Şu an idrak ettiğimiz Ramazan ayı, aynı zamanda tefekkür ayıdır. Zerrelerdeki Cebrail’i keşfetme ayıdır. Çünkü en çok bu ayda aklı ve mantığı felç eden şehvet, iştah ve öfkemizi tutuyoruz. Bunu tutma işini fırsata çevirip tefekküre dalmak, zerredeki Cebrail’e odaklanmak gerekir.

Zaten havas ehli olanlar bunu her daim yapıyorlar. Avamdan olan bizler de terfi etmek istiyorsak bunları yapmalıyız.

Muvaffak olabilmek için iştah ve şehvetimizi sadece oruç vaktinde değil, sonrasında da olabildiğince aç bırakmalıyız. 

Bunu beceremezsek iştah, şehvet ve öfkemizi oruç yoluyla en çok tuttuğumuz bu ayda iftar ve sahurların süslü sofraları izan, irfan ve tefekkür dünyamızın önüne geçer. Biz de bu nedenle ne zerredeki Cebrail’e nazar edebiliriz, ne o engin denizlere ve okyanuslara yelken açabilir, ne de hasretini duyduğumuz huzurlu yarınlara varabiliriz…

Onun için gelin, şehvet, iştah ve öfkemize gem vurma ibadetini yani “orucu” süslü sofralardan arınmış olarak tutalım!

Tutalım ki, zerredeki Cebrail ile buluşabilelim…      

Ramazan-ı Şerîfiniz hayırlı olsun!