Zemin öğretmeli!

İtalyanların mobilyada, ayakkabıda, çantada, gözlükte, kıyafette başarılı olmalarına şaşmıyorum. Otomobil tasarımlarından tutun da modaya kadar genel bir başarıları söz konusu. Zaten siz uğraşsanız da bu zeminde yetişmiş bir kişiye daha az estetik bir şey yaptıramazsınız. Sanatın birkaç basamağını okumasına veya öğrenmesine gerek yok. O, bu sanatı bırakın öğrenmeyi, yaşıyor!

EN etkili eğitimi zemin verir. Okuldaki ve kurstaki eğitim, ancak tamamlayıcı cüzdür. Eğer zemini değiştiremezsek, “Eğitim şart!” diye pek çok netîce almak için çırpınmak ve harcamalar yapmanın yanı sıra güzel ahlâk kaygılarımız, ilim ve sanat sahalarındaki umutlarımız hep boşa çıkacak. Çıkıyor da…

İyi de, “zeminden öğrenmek” deyince ne anlamalıyız?

Evde veya lokantada her nedense ilk önce çorba içeriz. Bunun sebebini, çorba ikram eden veya çorba içenlerden kaçımız bilir ki? Meselâ ben bilmiyorum. Fakat her yemek organizasyonunda ikram edilecek ilk yemeği çorba olarak belirleriz. Lokantalarda da öyle... Tatlıyı da en sona yeriz. Hâlbuki nadir de olsa tatlıyı başta yiyenlerimiz var. Bunu hangi okulda öğrendik veya hangi yönetmelikle bu noktaya getirdiler?

Keza çay… Duyan gören de bizi asırlardır çay içen bir toplum sanacak. 60’ların sonunda bile çay köylerde, kasabalarda bu kadar yaygın değildi ki… Türkiye’de ekilip dikilmeye bile 1930’ların sonunda başladı. Şimdi çaysız bir hane, bir iş yeri düşünebiliyor musunuz? Okullarda çay eğitimi de görmüyoruz. Hangi arada, hangi yolla bu kadar çay uzmanı olduk? İşte zeminin öğreticiliği, ahlâktan ilme ve sanata, çok güçlü ve en etkili yoldur!

Zeminin öğreticiliğini hesaba kitaba dayalı olarak söyleyelim bir de…

Meselâ iş arkadaşları, mahalle arkadaşları, okul arkadaşları, sosyal aktivite arkadaşları ve bir de aile grubunuz olsun… Uyku hâricindeki zamanınızı bunlarla geçirdiğinizi varsayalım. Günde 8 saat uyuduğunuzu, haftada olan toplam 168 saatten 56 saatini uyku olarak düşersek, 114 saatinizi bu gruplarla geçiriyorsunuz. Bu gruplarla da spor, iktidar-muhalefet çekişmeleri, dizilerde olup bitenler, sosyal medyadaki videoları izlemek, arabalar, evler, ekonomi, tatil falan konuştuğunuzu kabul edelim. Çevremizdeki imkânlar da zaten buna uygun. Peki, zihnimizi geliştirecek, ufkumuzu genişletecek, kapasitemizi arttıracak meşguliyetleri nasıl, ne zaman ve nerede yapabiliriz? Böyle bir imkân yok, olamıyor artık. Eğer içine doğduğunuz zemin yani mensubu olacağınız aile, iş, okul, sosyal aktivite ve/veya mahalle gruplarınız ilim ve/veya sanatla uğraşan, sürekli kendilerini geliştiren insanlardan meydana geliyorsa, istemeseniz de gelişmek zorunda kalıyorsunuz.

Eğer böyle bir zemininiz yoksa ve siz de sizi geliştirecek bir zemine geçiş yapamıyorsanız, o zaman sizin çocuklarınıza da üzülmemek mümkün değil.

Roma seyahatimde beraber olduğum arkadaşlarım, oradaki binaların, çevre düzenlemelerinin, iç mimarinin estetiğinin çok güzel olduğunu söylediler. Oralara bakmanın insana keyf verdiğini anlattılar. İtalya’daki diğer şehirlerde de böyle şeylerin olduğunu biliyorum. İşte bu yüzden İtalyanların mobilyada, ayakkabıda, çantada, gözlükte, kıyafette başarılı olmalarına şaşmıyorum. Otomobil tasarımlarından tutun da modaya kadar genel bir başarıları söz konusu. Zaten siz uğraşsanız da bu zeminde yetişmiş bir kişiye daha az estetik bir şey yaptıramazsınız. Sanatın birkaç basamağını okumasına veya öğrenmesine gerek yok. O, bu sanatı bırakın öğrenmeyi, yaşıyor!

Zeminin öğreticiliği müvacehesinde önemli bir mesele de lîsanın letafetidir. Bir genel müdür, sekreterine, “Sunum dosyasını e-posta olarak atar mısın?” derse, sekreter, “Genel müdür bana bunu niye soruyor?” diye düşünmez herhâlde. Çünkü o cümlesinin aslı esâsı, “Sunum dosyasını bana e-posta ile at” şeklindedir. Şimdi bu sekreter evine gider ve kocasından “Bana su ver” cümlesini duyarsa nasıl kızmasın? Hele bir de, sekreterin çevresindeki herkes genel müdür gibi cümleler kuruyorsa yani sekreterin zemini o şekildeyse, kocasının çekeceği var(!)...

Bugünlerde bende bir hassasiyet başladı. Önceleri anormallik gibi geliyordu ama geçmişte de örneklerine rastlayınca çok rahatladım. Hassasiyetimin arttığı konu şu: Birine duâ ederken Yaratıcı’yı “kötülemek”(!)…

Meselâ size “Nasılsın?” deniliyor, siz de “Çok çok iyiyim” diyorsunuz. Karşınızdaki gayet iyi niyetli bir şekilde “Allah bozmasın” diyor. Niye öyle söylerler, anlamıyorum. Allah bozguncu mu ki? Cümlenin teknik anlamı şu: “Sizin iyi olmanıza Yaratıcı müdahale edebilir ve bozabilir. Ben Allah’ın öyle yapmasını dilemem.” Kastedilen ise şu: “Allah iyi hâlini devamlı etsin.” Peki, niyetle cümlenin teknik özelliğini bir arada söyleyemez miyiz? Meselâ desek ki, “Allah daim etsin”… Böyle bir ifade daha güzel olmaz mı?

Başka bir örnek: Araba aldınız. Arkadaşınız da duydu ve şöyle bir temennide bulundu: “Allah kaza belâ vermesin.” Sanki diyor ki, “Allah kaza belâ vericidir de keşke vermese”. Peki, bunun yerine “Allah kazadan belâdan korusun” desek daha iyi olmaz mı? Hattâ kaza ve belâ gibi nahoş kelimeler yerine “Allah güle güle kullanmak nasip etsin” desek?

“Allah eksikliğini göstermesin” yerine, “Allah var etsin” denemez mi? Geçmişin bedduâları bile duâ şeklinde değil midir? “Allah senin iyiliğini versin” ifadesi buna en güzel örnek!

Bugün kullandığımız “hayır” kelimesinin anlamı, “iyi” demek. Peki, nasıl oldu da bugünkü anlamını kazandı yani “lâ” anlamına geldi. Çünkü ecdâd, olumsuz kelimeyi ağzına almaktan kaçındığı için “lâ” yerine “Hayrolsun” dermiş. O “hayrolsun” ifadesi, zamanla “hayır” şeklini almış.

İşte zeminimiz böyle güzel ve hoş kelimelerin kullanıldığı, şefkatin, merhametin, nezaketin sıradan olduğu bir hâlde olsa, güzel olmaz mı? Hakikat kaygısıyla, doğruya ulaşmak için, konuların yüzeysel değil de derinlemesine ele alındığı açık oturumlar seyretsek, panellere katılsak, çalıştaylarda katkı sağlasak daha iyi, daha hızlı ve daha derinlemesine gelişmez miydik? Böyle bir zeminin meydana gelmesinde bizim de bir etkimiz olabilir mi?

Elbette olur. Alışkanlıklarımızı ve şartlarımızı zorlayıp önce dilimizi çirkin ve kötü kelimelerden temizlememiz lâzım. Sonra yavaş yavaş davranışlarımıza bunu aktarmamız gerekiyor. Bu arada da sosyal medya paylaşımlarımızda kötü, çirkin, can sıkıcı, üzücü, yanlışa ve kötüye alıştırıcı metin, video ve resim yerine geliştirici, zihinsel ve duygusal kapasitemizi yükselten mesajları paylaşabiliriz. Böylece kötü ve menfi mesajlar sizi geçememiş olur, ne güzel! En azından kendi çevrenizi bunlardan korumuş olursunuz. Alın size hayırlı bir zemin!

Daha fazlasını yapabilecek olanlar varsa hayırlı ve faydalı zemin meydana getirme işini büyütebilirler. İş yerine, akrabalarına, mahallesine, köyüne, kasabasına kadar bu zemini genişletebilirler. Bakarsınız, “Herkes kapısının önünü süpürürse bütün şehir temiz olur” sözündeki gibi, bir gün bütün Türkiye’mizin zemini de hayırlı ve faydalı bir zemin olur. İşte o zaman çocukların sabahtan akşama kadar okulda hapsolmalarına gerek bile kalmaz! Dolaştığı, vakit geçirdiği her yer onu ilme, irfana, sanata ve mesleğe yönlendirir. Huzur, mutluluk ve doyumun ne demek olduğunu işte bir de o zaman görün!